Varoluş Dergisi

MANİPÜLATİF ADAPTASYON METOTLARI: “ENİGMA KÖPRÜLER”

Olaylar ve kişiler arasında bağlantı kurmak…

İnsanlar arasında ben dahil büyükçe bir yüzdelik zümre, ‘uyanışın eşiğinde’ bekliyor. Aslında uyanmanın somut tanımlamasını, bu terimden bahseden herkes yapıyor. Yani İslam dinindeki ‘’emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker’’ ilkelerini kendilerine şiar edinen insanları bulmak hiç de zor değil. Bu yola girmek, size de nasip olabilir. Geçmişte bizler gibi dünya evindeki çeşitli sınavlara tâbi tutulan alimler bu seçimin devamlılık, süreklilik istediğinden bahsedip, bu hale erişmenin ancak ve ancak nefis mertebelerinde yükselme ile olabileceğini aktarıyorlar. Yedi mertebe ve içerikleri gözümüzü korkutsa da insan olabilmenin doğallığı burada da devreye giriyor. Her şey aslında bizler için. Hiçbir şey yapmamaktansa bir yerden başlamak en iyisi diye düşünmek bize yeterince açıklayıcı geliyor.

İbadette dahi süreklilik aranmaktadır. Zamanı farklı yaşadığımız dünya evimiz için kurallar bu şekilde oluşturulmuş ve bizlere açıklanmıştır.

Yaşamda, çok çeşitli versiyonlara adapte olabilmek adına, varlığımızın ispatını araştırma peşinde olduğumuz çok açık. Bu süreçte birçok enigma ile karşı karşıyayız. Bu labirentten çıkmak için ise daha evvel bu yola baş koymuş bir takım alimler ve bizlere anlatıldığı gibi hayatı hakkında çok fazla bilgi sahibi olduğumuz son peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.)’in yolunu öğrenmeye devam etmek olmaktadır.

Elbette hayatımızın konusu hakkında sürekli merak ve sorgulama halinde olanların sayısı ise bir hayli fazla. Bununla birlikte uyanışı herkesin yaşamayacak olması, sevdiklerimizi yukarı taşıma arzumuza da bir noktadan sonra gem vuruyor.

Gün içerisinde her bir kurulan cümle, her bir verilen cevap, her bir yapılan hareket… Hepsi, tam bir çılgın olduğumuzu sandığımız zamanlarda bile sorgulamamıza sebebiyet verecek gayet doğal seleksiyonlar. Simülasyon aleminde kendi verdiğimiz sözleri, Bezm-i Elest’de yaptığımız antlaşmayı, bir ekranın arkasından izliyoruz. Tüm bunların ise Levh-i Mahfuz’da yazılı olduğunu bilmek, halen daha insan idrakı için anlaşılması zor mevzular olarak kabul ediliyor. Çözümün vakti de herkes için farklı oluyor. İşte bu geçen zamana ‘’uyanmak/uyanış’’ diyebiliriz.

Eski sağlığına kavuşturamadığımız yani sağaltamadığımız anlarda bile düşünceler bizi köprü kurmaya sevk eder. Amaç, labirentin merkezine ulaşmaktır.

Farklı düşünceler benzer köprüler üzerinden de kurulabilir. Önemli olan çeşitlilik kazandıran aktivasyon tahtasına bir oku da sizin fırlatabilmenizdir. Atılan her oku kazanılan bir tecrübe olarak düşünebiliriz. Bu tecrübeler de genel toplam olarak anlara adapte olmamızı sağlamaktadır.

Peki tüm bunlar ne için?

Neden iletişim kurmak zorundayız? Kendimizi ispatlamak, gerçekleştirmek zorundayız? Neden nefsimizin isteklerine uymayı tercih ediyoruz? Doğru olan seçim hangisi? Yaptığımız araştırmalar bizim ikna olma kabiliyetimize meydan mı okuyor? Yoksa çoktan cevabı bulduk ve harekete geçmeyi mi seçtik?

Nefis terbiyesi yapılmadan kamil insan olamayacağımızı tüm kadim bilgilerde görebiliyoruz. Oruç tutmak, uzlete çekilmek, itikafa girmek, çilehane odaları, reddi miras durumları ve dahası…

Tüm bilgiler ile ilgili derince düşündüğümüzde aslında kapı tek bir yere açılıyormuş… Bunu fark etmek bize acı da gelebilir. Korkunç da… İmkansız da… Bir lütuf da…

Kendi kıyametimize doğru giderken aldığımız kararların içimizdeki benlik tarafından sorgulanması da işte bu yüzden.

Bir hata yaptığımızda, fena bir işle meşgul olduğumuzda, içimizden bir ses ‘ah ne kötü bir iş yaptın’ demiyor mu?

Bunu söyleyen kim?

Peki rüyalar… Rüyalarımızda kendimizi gördüğümüz anları hatırlayalım. Bize bakan kim? Kimin gözünden kendi beden varlığımızı görüyoruz? Bu bir yansıma mı? Yoksa rüya içerisinde bir rüya mı?

Geçmiş bir zamanda olayları yaşayan kişi, o uzaktan izlenen şahıs…

İşte bu kısımdan sonra olayların seyri değişiyor.

Geçmiş bir anda (Kehf Suresi 19. Ayeti) yaşadık, kıyamet koptu ve her şey bitti.

Peki o zaman burada ne yapıyoruz? diyebilirsiniz. Burada, eskiden yaptığımız olaylara şahit tutuluyoruz. Bir nevi ödev kontrolü mekanizması var. Sınavlar iyi bir notlar geçildi mi? Ödevler yapıldı mı? Gününe gün düzenli çalışılıyor muyuz? Dünya gözüyle bildiğimiz rutin eğitim süreci aslında… Gene de nefsimize ağır geliyor çünkü öğrendikçe ne kadar bilmediğimizi biliyoruz, daha iyi kavrıyoruz…

Tüm bu gerçekliğe köprü kurup adapte olmaya çalışırken tek bir fark var işte…

O da ‘’müdahale edebilme yeteneğimize göre olayların seyrinin değişebileceği’’ bilgisidir.

Zaman kavramı, ilahi düzende farklı işlediği için o kısmı da aklımız henüz alamıyor. Kablolu yayından görüntü alabilmek için nasıl bağlantı araçları ve alıcı kutusu kullanılıyorsa burada da aynı durum geçerli. Yapılması gerekenler araştırılıp üzerine gidildiğinde bütün kanalları çekebilecek en iyi yani en üst versiyonumuza, sürümümüze dönüş yapabiliyoruz. Evet bu bir dönüş çünkü Yaratıcı’nın bir parçası olan ruhumuz O’na geri dönmek üzere tasarlanmış (Enbiya Suresi 35. Ayeti) bir mekanizmanın parçasıdır.

Geçmiş, şimdi ve gelecek nedir? Zaman doğrusal mı? Bu gibi sorgulamaların cevabını hala daha kabul etmek istemiyoruz. Yaşadığımız her şeyi gerçek sanıyoruz. Beden kalıbımızı kıramadığımızdan dolayı tüm bu senaryo bize güç geliyor. Biz de bu durumda genelleme yapmayı seçiyoruz. Bu daha kolay geliyor. Kendi derdimize düşüp içimizdeki nefsi eğitmek, ona geçmişi , gerçeği hatırlatmak yerine birbirimizle uğraşmayı seviyoruz. Henüz algıda seçicilik yapamayan zihin için bu malayani işler daha çekici. Çünkü arzulayan nefs, bunu bize sürekli emrediyor. Bu noktada kontrol de bizden çıkmış oluyor. Onun isteklerine köle olmuş, ıssız bir adada zincire vurulmuş viran bölge sakinleri gibi oluyoruz.

Birçok bilim insanı, aslında dünyaya bir ekran arkasından baktığımızı söylüyor. Yani kurulan bir mahkemede gözlemci rolündeyiz. İlginç bir düzendir ki hem gözlemci hem de müdahaleci olma yeteneğimiz var.

Soru şu: Bu yetenekleri kullanacak mıyız?

Bezm-i Elest’de verdiğimiz sözleri tutacak mıyız? Yoksa sözleşmemizden cayacak mıyız? Yoksa  bu görüntüleri hiç hatırlayamadan bir üst makama geçiş yapamayacak mıyız? Alt bilinçte kalmanın büyük ızdırabı… Hatta pişmanlık, bizi ne kadar süre daha oyalayacak? Kağıda çıktı alınmış basit bir dünya imtihanına bile ne kadar uzun süre çalıştığımızı düşündüğümüzde asıl sınava ön hazırlık neden yapamıyoruz?

Aklımınız alamadığı bu durumdan kurtulabilmek için yaratıcıya dönmek bize en garanti yol olarak görünüyor. Kuran-ı Kerim’de yer alan Alak Suresi’nin 19. ayetinde ‘secde et ve yaklaş’ cümlesi ile bu durum çok net açıklanmıştır. Koruma altında olabileceğimiz tek nokta, gene bizi yaratanın huzuru oluyor.

Nasıl olur da 600 sayfalık bir kitapta tüm olan, olacak veya olmuş şeyler çeşitli kıssalarla açıklanmış olabilir?

Bunun gerçekliğini düşündüğümde yazdığım şu iki satırlık yazının yetersizliğini anlayıp, yanlış yorum yapmaktan korkuyorum. Bir yandan kendime de kızıyorum. Yaptığım araştırmaları aktarırken nefsimi kontrol altında tutmaya çalışıyorum. Allah rızası için size de bilgi aktarımı yapıp araştırmanıza vesile olabilmeyi ümit ediyorum.

İnsanlara daha ne kadar ve hangi çeşitlilikte anlatılabilir ki kurtuluş/uyanış dediğimiz bu yol, dünyadaki  bu sınavı geçme ile hayırlı son bulabilsin?

İnsan insanla, insan olaylarla, insan nefsiyle, insan şeytanla ve diğer tüm kombinasyonlarla sınanacak… Kurulan tüm köprüler bu yüzden bağlantılı. Çok keskin bir nizam var. Dengede kalmak  ise bir o kadar güç ve çoğu zaman acı verici…

Aslında her şey bir. Biz biriz. Biz tekiz. Vahdet-i vücûd ilkesi bu durumu objektif bir düzlemde incelemektedir. Bu ilkeyi benimsemeyen hatırı sayılır bir zümre bulunsa da geride kalanlar için çoğu zaman, içinde bulunduğumuz sanal gerçekliği açıklayabilecek başka bir olay, hikaye, durum, örnek görmeyi tahayyül dahi edemiyoruz.

Sizlerin de hayatı anlamlandırmada kurduğunuz köprüleri bu yazının yorumlarında tartışalım mı? Bu yaşınıza kadar ömrünüzü nerede geçirdiniz? Kimlere fayda sağladınız? Görev bilincine göre mi yaşadınız yoksa arzulayan nefsin eğerini elinizden mi kaçırdınız? Öfkelenen nefse, yenik mi düştünüz?

Peki aslı soruya gelelim;

‘Düşünen nefsi ne kadar aktif kullandınız’?

Hiç akletmeyecek/düşünmeyecek misiniz? (Nahl Suresi 17., Hud 51., Mü-minun 80., Meryem 67. Ayetler) sorusunun muhatabı olan insanoğluna yeni olmayan bir bakış açısı kazandırma ümidi ile yazmaya başladığım bu yazının, tüm zümrelere faydalı olmasını yüce Rabbimden niyaz ediyorum.

Tugay PEHLİVAN

Tugay Pehlivan

Beni kısaca tanımlayan kelimeler: Yazar, Çizer, Okur ve Gezer şeklindedir. İstanbul’da 1991 yılında dünyaya geldim. Yüksek Kimya Mühendisiyim. Hali hazırda esans ve aroma üreten bir firmada Parfümör olarak çalışıyorum. Reiki ile 2022 yılında tanışma fırsatım oldu ve böylece hayatıma büyük bir farkındalık geldi. Görsel sanatlara merakım oldukça fazladır. Yeni yerler keşfetmek, anı biriktirmek, yaratılış hakkında araştırma yapmak vb. aktiviteler benim için çok keyif vericidir. Işığı yaymak ve bütüne faydalı olmak hayat amaçlarım arasındadır.

Yorum yap

İnternet üzerinden dijital yayın hayatına ilk olarak 2013 yılında başlamış olan Varoluş Dergisi, kısa bir aradan sonra şimdi yeniden okurları ile birlikte. Değerli yazarlarımız, Spiritüalizm, Reiki, Yoga, Astroloji ve Yaşam alanlarında, siz değerli okurlarımız için yazıyor…

Arşivler