Bir cebine anahtar deliğini koydu, diğer cebine benliklerini doldurdu. Burada herkesin dünyası kendi anahtar deliğinden gördüğü kadardı. Yokuşlu yollardan geçerlerdi ceplerini yoklayarak.
“Aptal kedi yüzünden bahçedeki minderi attım.” dedi kadın. Diğerleri dehşet ve tiksintiyle irkildi. “Aptal kedi.” dedikleri. Kedi, gerinerek uyandı. Bir minderi yoktu benliklerinin olmadığı gibi. Dünyası anahtar deliğine sığmazdı. Bir kadına baktı, bir diğerlerine. Oradan uzaklaştı.
Benlikler, sıkılmıştı. Ceplerden çıkmaya başladılar kendilerini gösterme telaşıyla. Gururla yan yana dizildiler. Hepsi, en renkli kıyafetlerini giymişti.
Karnaval içinde karnaval.
Rüya içinde rüya.
Alem içinde alem.
Burada herkes, o karnaval içinde kendi rolünü oynardı. Burada herkes, kendi rüyasını görürdü. Burada herkes, kendi alemini yaşardı. Burada benlikler yarışırdı. Hepsi, kendi birinciliğine inanırdı.
Burada büyük- küçük rol yoktu. Burada iyi-kötü rol yoktu. Herkes, kendi bildiği kadarını işlerdi.
Burada insanlar Sisifos’a inanırdı. Hepsi birbirine bu efsaneyi anlatırdı. Mutsuz, umutsuz- bu mutsuzluktan memnun- kendi kayalarını taşırlardı.
Kadın elinde çay fincanıyla bahçeye çıktı. Bahçesinde bir minderi yoktu artık, bir kedisinin olmadığı kadar. Ve tüm kainatın ona her an gülümsediğini görebileceği gözleri de yoktu. Göremediğinden habersiz çayını yudumladı. Kainat ona tekrar gülümsedi: “Bir gün mutlaka göreceksin.” diye fısıldadı. Hafif bir rüzgar esti. Kadın içeri girdi. Kedi uzaklardan bir kadına baktı, bir kainata. Bir kadına göz kırptı, bir kainata.
Kadın uyudu. Kainat ona fısıldadı: “Benim dilimi öğrendiğin o gün…”
Sema KUŞCU
Harika bir yazı… Yüreğine, kalemine sağlık arkadaşım.