Varoluş Dergisi

HAYAL SARMALI

Turkuaz mavisi bir denizin karşısında, bembeyaz, incecik kumların üzerinde, Tibet ile beraberdim. Kızgın kumlardan denize doğru yürürken, tabanlarım alev alev yanıyordu, denize yaklaştıkça sıcak yerini, soğuk hisse bırakıyordu usul usul ve arkamdan yaklaşan o güzel enerjiyi duyumsuyordum. Güneşin ısıttığı bedenimi, deniz soğutuyordu. Denizin o buz gibi hissi bedenimde yayılırken, belimi kavrayan eli hissettim önce, yavaşça kendine çekmiş, sımsıkı kavramıştı bedeni bedenimi. Deniz, kum, güneş ve o. Besberrak denizin içindeki ayaklarımızı net bir şekilde görebiliyorduk. Uzunca bir süre bu tamlanma hissiyle kaldık. Sonra denize dalarak balıkları selamladık. Denizin içinde bambaşka bir dünya, o dünyanın içinde biz.  Soluğumuz tükendiğinde el ele, yukarı havaya doğru yükseldik, derince nefesimizi içimize çektikten sonra sımsıkı sarılmıştık yine, iki bedende bir olma hissi mükemmeldi. Evren,  dünya, deniz ve denizin içindeki dünya.  Her şey sanki bir hayaldi, ya da hayaller birer gerçek, demişti Tibet ve bu hisle terler içinde uyandı. Ve uyandığı gibi de gördüğü rüyayı yazmak için yanında duran kâğıt kaleme sarıldı. Günlerdir bu rüyayı görüyordu ya rüya onun içinde ya da o bir rüyanın içinde yaşıyordu. Hangisi gerçekti?

Tam bir aydır hastanedeydi, kemoterapiden çıktığından beri de bu rüyayı görüyordu, uyanır uyanmaz kalemine sarılıyor, rüyasında gördüklerini, içinden dökülenlerle birleştiriyordu. Kimi zaman hüngür hüngür ağlıyor, kimi zaman kahkahalarla gülüyor, bazen saatlerce sessiz kalıyor bazen de çok konuşuyordu. Yaşıyordu tüm bu halleri, kendi gerçekliğinin içindeki rüyada.  Nasıl olmuştu bu? Anlam veremiyorlardı. Doktorların umut yok dediği yerde, hayatta kaybettiği umudunu rüyasında mı yaşıyordu. Tüm doktorlar hayretler içindeydiler, değerleri normale dönmeye, organları cevap vermeye başlamıştı. Oysaki lenfomaydı, en zorlu diye tanımlanan kanserlerden… Leyla sonunda geldiği yerde gördüğü, yorumladığı, hissettiğiyle bir değişim yaşıyordu. İşte oradan başlamıştı yeniden yaratmaya. Çatlaklardan ışık içeri sızmaya başlamıştı.  Anlamlar kişiye göre değişse de yaşamın sona ermesinin, birçok kültürde bile anlamı farklıydı, bazen büyük üzüntüler yas olarak görülürken, bazen de bu bitişin daha büyük bir doğuşun ve başlangıcın adımı olduğuna inanılırdı.

Leyla’da öyle yapıyordu, suçlamalarını bırakarak, hayal kurmayı seçmişti. Aslında seçtiği yöntem sayesinde, neredeyse günün çoğunda uyuyor, bu da iyileşmeyi destekliyordu. Farkında olmadan yaptığı şey kalbinin sesini dinlemekti. Uyuyor uyanıyor ve yazıyordu, yazdıkça rahatlıyor, rahatladıkça da içindeki her hücreyi tek tek selamlıyordu, onlara bir nefes gönderiyordu. Onu bir an olsun yalnız bırakmıyordu, ailesi, arkadaşları, etrafı çok kalabalıktı ama o bu kalabalığın içindeki yalnızlığını keşfedip sonunda kendinle kalabilmeyi başarmıştı. Ailesi önceleri bu durumu garipseseler de doktorlardan gelen olumlu yorumlar üzerine, artık bu duruma ses çıkartmıyorlardı.

Elindeki kâğıt kalemi bırakıp, düğmeye bastı. Telaşla gelen hemşireye dışarıya çıkmak istediğini söyledi, hemşire önce şaşırmış bir yandan da sevinmişti, hemen doktora haber verdi. Doktor koşarak geldi ve şaşkınlıkla: “Leyla Hanım bu sizi yorabilir, isterseniz bunu başka bir güne bırakalım ne dersiniz, aldığınız ilaçlar nedeniyle yürümekte zorlanabilirsiniz ama böyle düşünmenize çok sevindim, dedi. Leyla ciddi bir yüz ifadesi alarak: ‘beni lütfen dışarı çıkarır mısınız’ dedi. O kadar kararlıydı ki bunu söylerken doktor ağzını açıp da tek bir kelime söyleyemedi. Yardımcılar geldi ve Leyla’yı tekerlekli sandalyeye koyarak dışarıya çıkardılar. Biraz yürüdükten sonra bir banka oturttular. Leyla etrafını dikkatlice izlerken, hemşire ve doktorlarda onu dikkatlice ve merakla izliyorlardı. Bir süre sonra kendisini tüm itirazlarına rağmen yalnız bırakmalarını istedi, elinde kalemini ve kağıdını da sımsıkı tutuyordu. Doktorlar ve hemşirelerde pür dikkat onu izliyorlardı. Battaniyesini yastık yaptı ve banka uzanarak, rüyasına daldı.

Zihni o kadar hazırdı ki bu duruma bir dakika bile geçmeden uykuya dalıyor ve rüya alemine girebiliyordu. Tam da kaldığı yerden devam etti rüyasına…Tibet onu kavradığı gibi kucağına aldı ve denizden çıktılar. Kumsala serdikleri havluların üzerine uzandılar, güneşi tenlerinde hissederken, Tibet gözlerini kapat dedi ve başladılar sohbetlerine….

Tibet: İkarus ruhu ne demektir bilir misin diye sordu?

Leyla: Heyecanla ve merakla hayır diyerek cevabı bekledi.

Tibet: İkarus çok eski bir Yunan antik efsanesidir. Bir labirentten çıkmak için uğraşan ve bunun için kanat yapıp uçan bir insanın öyküsü. İkarus olmak yükselirken sınırları unutmaktır. Özgürlük ve öğrenme coşkusuyla kendini kaybetmektir. Asla yapılamaz denen bir şeyi, ilk yapan olmak için kendini tehlikeye atabilmektir. İkarus olmak enlerin sınırında yaşamaktır. Bir ömür içinde bazen en üstü, bazen en dibi görmektir. İkarus olmak haddini bilmemektir. İkarus’u efsane yapan da bu sınır tanımazlığıdır. İkarus balmumundan yapılmış kanatlarla yükselmişti. İnsanlar ise akıldan yapılmış kanatlarla yükselirler. Hadi gel biz de yükselelim ne dersin, dedi…

Leyla: Sen benimle uçmaya hazırsan, ben de hazırım dedi.

Dedi ve tam havalanacakken banktan yere düştü, uyandı. Düşmesi umurunda bile değildi. Telaşla kağıdına kalemine sarılırken hastane personeli çoktan çevresini sarmıştı. Bir an gözünü açtığında, personelin dışında ona bakan masmavi bir gözle göz göze geldi, şaşkınlığından tekrar kapattı gözlerini. Elinden tutup kaldırmaya çalışırlarken doğruldu baktı ama göremedi, kişi birden kaybolmuştu. Leyla, hemşireye sordu: ‘Pardon ama buradaki beyefendi kimdi?’ Hemşire anlayamadı önce, etrafına bakındı ileriye doğru yürüyen Tibet’i görünce, ah Leyla Hanım Tibet Bey’i mi sordunuz deyince Leyla kalakaldı. Ne! Tibet mi? diyebildi. Gözlerini tekrar kapadı ve açtı, rüyada mıyım yoksa hala diye düşündü, tekerlekli sandalyede ilerlerken… Odasına geldiğinde, rüyasında gördüklerini yazmaya devam etti. Aklı deli gibi mavi gözlerde kalsa da yaşadığı gerçekliği öteliyordu, sormadı aramadı… Uyku da tutmamıştı, oysaki konuştuğunda bile yorulurken, şimdi inanılmaz bir enerji hissediyordu bedeninde, sabaha kadar yazmaya devam etti, ezan sesiyle uykuya dalmıştı.

Rüyalarımız mı gerçek, biz mi rüyadayız? Gerçek sandığımız mı rüya, rüya sandığımız mı gerçek?  Rüyada, aynen gerçek hayattaymış gibi yaşarken, hiç olmadığımız diyarlarda dolaşırken, bazen de hiç tanımadığımız kişilerle konuşurken, buluruz kendimizi. Gerçekler rüyayı, rüyalar gerçekleri etkiliyorsa eğer, Leyla bunu yaşıyordu. Uyandığında yanı başında duran annesine baktı, hemşire de ilaçlarını hazırlıyordu, doğruldu komodinin üzerinde duran yazdıklarını topladığı dosyasını aldı ve annesine bakarak: ‘Anne hastaneden çıkmaya hazırım artık’ dedi. Hemşire ve annesi göz göze geldiler ve hiçbir şey söyleyemediler. Odadaki üç kişi sessizlikte konuştular. Sonra annesi kekeleyerek: ‘Hastaneden çıkmak mı? Nasıl olur’ diyebildi. Hemşire de tam bir şeyler söylemek için hamle yapmışken Leyla gözleriyle susturdu onu. Leyla: ‘Artık çıkmaya hazırım, yazdıklarımı toparlamalı kitabım için hazırlıklara başlamalıyım anne’ dedi. Annesi hala ne olduğunu anlamaya çalışırken, Leyla hemşireye: Tibet Bey’i nasıl bulabilirim? diye sordu. Her şey bir düşle başlayıp, gerçeğe dönüşebilir miydi, akabilir miydi geleceğe?

Arzu SEZGİN

 

Arzu Sezgin

19.07.1976 doğumluyum. İlkokulu Berlin’de ortaokul ve liseyi Bandırma’da tamamladım. Beden eğitimi ve spor bölümü mezunuyum. Fizyoloji ve Anatomiye karşı hep bir merakım vardı. Bilimsel çalışmaları takip etmeyi hala da çok seviyorum. Eğitmenliklerini tamamladığım alanda da yoga ve pilates eğitmeni olarak da çalışıyorum. Bir oğlum var. Yaşam içinde geldiğimiz nokta, yaşadıklarım beni spiritüalizme yaklaştırdı ve öğrenme merakım, yaşadığım deneyimler sayesinde bu alana da girdim ve bir gün astroloji haritamı okuttuktan sonra şifa yeteneğimi keşfettim, üstüne gittim eğitmenliklerini aldım. Reiki, Teta healing, EFT, Regresyon konularında da çalışmaya başladım. Bu konular beni fonksiyonel çalışmaya itti ve artık kişiye bütünsel bir yaklaşımla çalışıyorum. Kuantum alandaki tüm karşılaşmalardan çok mutluyum ve istemeye devam…Sonsuz şükürlerimle..

Yorum yap

İnternet üzerinden dijital yayın hayatına ilk olarak 2013 yılında başlamış olan Varoluş Dergisi, kısa bir aradan sonra şimdi yeniden okurları ile birlikte. Değerli yazarlarımız, Spiritüalizm, Reiki, Yoga, Astroloji ve Yaşam alanlarında, siz değerli okurlarımız için yazıyor…

Arşivler