Vietnam savaşından dönen bir hekim her şeyi geride bırakıp yeni bir başlangıç için teoloji eğitimi alıyor ve papazlık yapmaya karar veriyor. Mutlu bir evlilik, ardından bir bebek katılıyor hayatlarına… Eşinin doğum sonrası işe dönmesi ile kendisi çocuğa bakmak ve vaazlarını hazırlamak üzere evde kalıyor… Bebeğin ağlaması ile kendisinin de anlamlandıramadığı krize giriyor… İşitsel ve görsel sanrılar başlıyor. Yanmış, kanlar içinde ağlayan çocuk görüntüleri geliyor gözüne, tedaviye alınıyor…
Amerikalı bir psikiyatristin otuz yıllık çalışmalarındaki travma geçirenlerin hikayelerini okudukça ürperdim ancak tedavisine bilinç, beden ilişkili farkındalığı eklemesi ve ruhsal iyileşmeyi bu şekilde tamamlamasından daha çok etkilendim.
İçimizde travma yaşamamış olan yoktur. Kurtuluş savaşı vermiş neslin çocukları olmamızla birlikte; komşu ülkelerin savaşı bir yana, aile içi şiddet, taciz, tecavüz (özellikle erken çocukluk döneminde), ensest ilişki (bildirilenin çok ötesindeymiş), kazalar, iflaslar, yoksulluk aldatılma, anne-bananın erken ölümü ya da terk etmesi azımsanacak düzeyde değil maalesef… Bunların oluşturduğu travmatik etki o denli ağır olabiliyor ki; sadece bebeklik döneminde annenin çocuğuna ilgisiz davranması bile erişkin yaştaki yaşam sevincinin yitimine ve ona bağlı kalp hastalıklarına zemin hazırlayabiliyor. Abisi ya da babası tarafından (en güveneceği kişiler) taciz edilmiş bir çocuğun hayata tutunuşunu tahmin edebiliyor musunuz?
Bizler tıp eğitimi alırken (tüm pozitif bilimler de dahil, analitik düşünüp beş duyumuzu aşan durumları genellikle ön yargı ile reddederiz) sıklıkla semptomları ve bedeni tedavi etmeyi öğrendik. Oltada çırpınan bir balık düşünün… Onun arkadaşları olta ipini göremeyip onun çıldırdığını düşünür, öyle değil mi? Ve bizlerin de göremediği, henüz hesaplayamadığı soyut gerçekler C.G. Jung’un da dediği gibi; fizik ve psikoloji arasındaki ilişkiden de ötedir. McGill Üniversitesi’nden Araştırmacı Moshe Szyf yaptığı Epigenetik çalışmalarda bedensel değişikliklerin sadece çevresel, toksik, maruziyete bağlı olmayıp sosyal deneyimlerinde olumsuz etkilerini göstermiştir. Beden her şekilde etkileniyor ve kayıt tutuyor. O anda neler yaşadınız? Kalbiniz sıkıştı, midenize kramplar mı girdi? Yoksa bir şey yapamadan kalakaldınız mı? Ya da söylemeniz gerekeni söyleyemediniz mi?
Öncelikle fizyolojik kısmından bahsedeyim. Gerginlik, mutsuzluk anında olumsuz etkilenen beyin-bağırsak arasındaki önemli sinir ağı (Vagus) ile kalp, akciğerler, mide-bağırsak sistemi, konuşma yetisi, bağışıklık sistemi etkilenebilir ve birçok hastalığa zemin hazırlar. (Bu konuda ilginç olarak örtüşen neden/sonuç ilişkili L. Hay’ın Hastalıkların Bilinç Altı Etkileri kitabını öneririm.)
Ayrıca travma geçiren kişilerde yapılan dinamik beyin görüntülemelerinde; beynin dinlenme odaklı alanları fonksiyonel olarak azalmış, bazı alanlarda da aktivite artışı göstermiş olup bu kişilerin öfke patlamalarını ve aynı zamanda odaklanma sorunlarını açıklamaktadır.
Travma anında ilkel tepkiler olarak savaş ya da kaç reflexi bir şekilde engellenmiş, verilmek istenen tepki verilememiş ise travma zihinsel olarak tamamlanamaz. Üç gün ya da otuz yıl geçse de etkisi devam eder. Bilinçli zihin unutmuş olabilir ancak bir çağrışım olunca sanki olay şimdi devam ediyormuş gibi bedenin tuttuğu kayıtlar hatırlanır ve kişi kendini ne kadar baskılasa da oluşan duygular ve bedensel tepkiler durdurulamaz hale gelir.
Psikolojik olarak da travmanın durumuna göre; takıntılı kişilik bozukluğu, sigara-alkol bağımlılığı, değersizlik duygusu ile başarılı bir iş ya da ilişki oluşturamama, her gece süregelen kâbuslar, duygu ve zihin kontrolünün tam yitimi gibi bir çok klinik oluşabilir. Küçük yaşta ise o eğlenceli çocuk ruhu ketlenir, acı ve korkunun yükü; çocukça yaşama sevinci yerine yaşamın anlamsızlığında hayata tutunma çabasına dönüşür. Değersizlik duygusunu aşmak için çok hırslı, narsist olabilir ya da yaşamın kıyılarında sürüklenirler. Alkol veya ilaçlar ile zihin susturulur belki… İnkar edilen ve bastırılan duygular, geçmişin karanlık yüzü ile şimdiki anı gölgelemeye devam eder. Belki çok başarılı meslekleri, zengin bir hayatları olacaktır ama kendileri ile birlikte çocukları, çevreleri ve toplum travmanın yansımalarını bedensel ve zihinsel olarak yaşayacaktır. Daha kötüsü benzer deneyimlerin yaşanması veya yaşatılması da kısır döngüyü kaotik hale getirebilmektedir
“Güney Afrika Xhosa dilinde paylaşmayı anlatan şöyle bir söz varmış: Benim insanlığım senin insanlığına ayrılmaz bir şekilde bağlıdır.”(1) Yani birbirimizi iyileştirmek toplumsal refahı oluşturacaktır. Toplumsal olarak travmadan iyileşmeyi geliştirmeliyiz. Çocukların ve büyüklerin kendilerini güvende hissedip gelişebileceği sosyal ortamlar oluşturmak için işe kendimizden başlayabiliriz
Gördüğünüz gibi kolektif bilinci anlamak için spiritüel olmak gerekmiyor. Daha ironik olanı nörobilim çalışmalarında en etkili tedavi yöntemlerinin tıbbi tedaviye ek olarak Doğu felsefesinin temelini oluşturan Farkındalık bilinci, Nefes egzersizleri ile Vagus aktivitesinin arttırılması, bununla ilişkili olarak beyin örüntülerindeki algoritmaların farklılaşmasıyla; duygulanım ve tepkilerin değişimidir. Zihin-kalp-beden farkındalığı binlerce yıldır bilinen ve tıp öncesi zamanlarda tedavide uygulanan yöntemlerdir.
Tabii ki geçmişi değiştiremeyiz ancak onların şimdiki zamanda duygusal ve bedensel etkilerini değiştirebiliriz. Nefese ve bedene odaklandığımızda duygularımızı fark ederiz. O durumun geçtiğini ve artık güvende olduğumuzu bilinçaltımıza ancak öz farkındalık ile yapabiliriz. Bu kolay olmayabilir. Ciddi durumlar için deneyimli kişilere ihtiyaç olabilir.
Belki söylenmek istenen tiyatral bir ortamda söylenmeli, o tepki verilmelidir. Hipnoz, Rüya Çalışmaları, Psikoterapi, Aile Dizimi, Bilinçaltı Kodlama Terapisi (İsmail Bülbül hocamız bu konuda çok iyidir), Reiki, Yoga ve olmazsa olmaz Meditasyon yöntemleri kullanılabilir. Bu yöntemler kişiye ve ulaşılabilirliğine göre uzman kişiler tarafından yönlendirilerek yapılmalıdır.
Sonuç olarak bilimsel çalışmalar, hayatımız boyunca tüm deneyimlerimizin, beyni hem fizyolojik hem de fonksiyonel olarak etkilemiş olup nesillere aktarıldığını, benlik ve farkındalık çalışmaları ile travmatik deneyimlerin etkilerinin değiştirilebileceğini göstermiştir.
Hangi durumda olursanız olun, hayatınızın kontrolünü elinize aldığınızda mutluluğu yakalayabilirsiniz.
Ve şimdi tam kendiniz olma zamanı…
Özümüz sadece sevgidir, bir nefes kadar size yakındır.
Kaynakça, (1): Beden Kayıt Tutar/ Bessel A.Van der Kolk
Yasemin KAYA
Yorum yap