Varoluş Dergisi

EYVAH SAAT YEDİ! NE HAL KALDI, NE ENERJİ.

Stres! Özellikle son günlerde hayatımızın önemli bir kısmını ele geçirdi değil mi? Ruhumuz, bedenimiz ona teslim oldu resmen. Zihnimizde değişik düşünceler, ruhumuzda sıkıntılı hisler, bedenimizde gerginlikler. Peki ama nasıl oluyor da stres bizi bu denli ele geçirebiliyor? Ya da biz stresli olunca zihnimizin, bedenimizin eli armut mu topluyor, neden hiç bir şey yapmıyor da biz onca acıyı çekiyoruz değil mi?

Zihnimizde değişik düşünceler, ruhumuzda sıkıntılı hisler, bedenimizde gerginlikler. Peki ama nasıl oluyor da stres bizi bu denli ele geçirebiliyor? Ya da biz stresli olunca zihnimizin, bedenimizin eli armut mu topluyor, neden hiç bir şey yapmıyor da biz onca acıyı çekiyoruz değil mi? Aslına bakarsanız stresle mücadele için, stresli zamanlarda hayatımızı idame ettirebilmemiz için vücudumuzda çok mükemmel sistemler var ve işleyişleri biz bozmadığımız sürece kusursuz. İşte kısa da olsa bu yazımda bu mekanizmaların işleyişinden bahsetmek, bir anı ile hayatımızdaki yerinden örnek vermek istiyorum.

Herhangi bir stres anında, örneğin korktuğunuz bir an, kulaklarınız, gözleriniz gibi duyu organlarınız tarafından algılanan korku sinyalleri, beyne gönderilir. Beynin amigdala denilen kısmında, bu sinyalle ilişkili geçmiş kayıtlar taranır. Bu ses veya görüntü veya tat her ne ise, kayıtlarda nasıl kayıtlı, hangi duygu ile özdeşleşmiş, yani ne anlam yüklenmişse ona bakılır. Eğer beyindeki (amigdala) kaydedilmiş kayıtlarda, bu ses veya görüntü veya tat, tehlikeli bulunursa (hatıralarda nasıl hatırlıyorsanız), amigdala da hipotalamusa tehlike var anlamında sinyal gönderir. Hipotalamus, beynin, kısaca bizim yönetim merkezimizdir. Sadece amigdala değil, birçok beyin bölgesinden sinyal alır. Bunları değerlendirir, bir sonuca varır ve artık bir tepki vermek için otonom sinir sistemimizi harekete geçirir. Otonom sinir sistemimiz sempatik ve parasempatik sinir sistemi olarak iki kısımdan oluşur. Sempatik sinir sistemi, stresli, korkulu, öfkeli zamanda aktive olurken, parasempatik sistem sakinlikte aktive olur. İşte, hipotalamus, amigdala dahil birçok beyin bölgesinden gelen veriyi değerlendirdikten sonra eğer durumun stresli olduğuna karar verirse, sempatik sinir sistemimizi aktive eder. Der ki: “Dikkat dikkat, acil bir durum var, harekete geç.”

Ardından hemen adrenalin salgılanır. Adrenalin savaş veya kaç demektir. Adrenalin etkisi ile kalp atımı hızlanır, nefes alım hızı artar, nefes derinleşir. Kaçmada veya savaşta enerji lazım diye kan şekerimizi yükseltilir.

Stres zamanında HPA Aksı denilen bir sistem de aktifleşerek, stresle başa çıkabilmemizi sağlar.

HPA Aksı; hipotalamus, hipofiz (pitüiter) ve böbrek üstü bezlerinin iş birliği yaptığı mükemmel işleyen bir sistemdir. Sistem şöyle işler: Stres zamanında hipotalamustan salgılanan bir hormon, hipofizi uyarır, bunun sonucunda hipofizden başka bir hormon salgılanır. Bu hormonda gider böbreküstü bezini uyarır ve böbrek üstü bezinden stres hormonu dediğimiz kortizol salınır. (Dikkat ederseniz, korku hissinin böbreklerle ve 2. çakrayla alakalı olmasını da açıklıyor bu sistem.)

Kortizol bize stres anında bağışıklığımızı güçlü tutmak için ve stresle başa çıkmada gerekli enerjiyi sağlamak için vücudun diğer sistemlerini uyarır ve biz savaşarak\kaçarak stresle başa çıkabiliriz. Kortizol yeteri kadar salındığında (negatif geri bildirimle) ve stres faktörü ortadan kalktığında, hipotalamus tepeden uyarıyı keser ve eksen işleyişi kapanır. Tabii kısa süreli durumlarda böyledir, ancak bizler zihnimizden bir dakika bile ayrılmadığımızdan, her şeyi problem, her olayı dert olarak gördüğümüzden, kısaca sürekli stres faktörleri ile yaşadığımızdan, hipotalamusa sürekli “acil durum, stres var” uyarısı yolluyoruz. Hipotalamus da ne yapsın, işini yapıyor. Stres var başa çıkın diye ortalığı ayağa kaldırıyor. Sonuç olarak da tabiri caizse var olan bütün enerji stresle başa çıkmak için kullanılıyor ve kendimize enerji kalmıyor. (Zihnimizin ne kadar enerji sömürdüğüne ayrıca, stres yapmayıp, sakin olunduğunda, kendimize kalacak enerjiye ve bu enerjiyle neler yapılabileceğine dikkatinizi çekerim.)

Stresle başa çıkamama ya da gereksiz stres üretme diyelim Ayşe Hanım’ında sorunu. Ayşe Hanım iki yıllık evli. Allah bağışlasın 1 yaşında da tatlı mı tatlı bir kızı var. Ama Allah ömrünü uzun etsin biraz yaramaz ve iştahsız. Yemek yemiyor, dolayısı ile kilo almıyor çocuk. Ayşe Hanım ne yaptıysa, ne yöntem denediyse hepsi sonuçsuz kaldı ona göre. Bir düzen oturtamadı çocuğun beslenmesinde. En sonunda üç saatte bir yedirmeye karar verdi, pek işe yaramasa da bu yöntemi denedi. Ve yine kızının akşam yemek yeme saati geldi. Ayşe Hanım eşine sordu,

  • “Saat kaç?”

Eşi cevap verdi,

  • Saat yedi, yaşasın maç vakti.”

Ayşe Hanım’a göreyse stres saati. Saat yedi, saat yedi…

İşte tam bu durum yukarıda yazdığım gibi Ayşe Hanım için bir amigdala da kayıtlı stres faktörü idi. Saat yedi, Saat yedi. Bu ses\ görüntünün oluşturduğu uyarı sinyali, kulaklardan, gözlerden alındı, beyne\amigdalaya gitti. Kayıtlar tarandı.

Acil durum, acil durum.

Sinyal hipotalamusa gitti. Buraya diğer merkezden bir sürü uyarı yığını gelmeye başladı.

“Ay nefret ediyorum şu olaydan, yine yemeyecek, bir sürü emek boşa gidiyor, ne olacak bu çocuk büyümeyecek,  ya zayıf kalır da hasta olursa, bıktım artık şu çocuk büyütme işinden, o kadar okudum ettim halime bak, millete rezil oluyorum, evde kafayı yiyeceğim, ya çocuk büyümezse, ya gelişmezse …”

Bu düşünce yığını sinyal halinde gelir tabii. Beraberinde de öfke, endişe, kaygı hisleri.

Bunlar, beyinde bir güzel değerlendirilir ve saatin stres saati olduğuna karar verilir. Sempatik sinir sistemi ve HPA aksı aktive olur. Adrenalin ve kortizol salgılanır. Hormonların molekülleri Ayşe Hanım’ın bedenini, enerjileri ise ruhunu ele geçirir. Kalbi hızlanır, nefesi sıklaşır, ruhu daralır, gerginleşir. Tüm enerjisi endişeye, öfkeye, stresle başa çıkmak için dirence dönüştüğünden yemek hazırlayacak hali bile bulamaz. Koltuğa devrilir kalır. Bu durumu gören eşi sorar.

  • Ne oldu Ayşe, iyisin değil mi?

Ayşe bakar öylece,

  • Nasıl iyi olayım, saat yedi.

Eşi bir türlü anlam veremez, çünkü onun beynindeki kayıtta, “Saat yedi, ne güzel işte, maç vakti” dir.

Kıssadan hisse, stres dediğiniz kafaya taktığınız şeyler her ne ise stres kaynağı falan değildir. Onlar sadece ama sadece olaydır. Siz beyninize\ zihninize olayları, görüntüleri, tatları, sesleri, kısaca her şeyi, nasıl kaydediyorsanız, hangi duyguyla özdeşleştirip hafızaya atıyorsanız, ne anlam yükleyerek hatırlıyorsanız, o olay\ kişi\ ses\ koku, o yüklediğiniz anlama gelir. Saatin yedi olması aslında hiçbir şeydir. Ayşe geçmiş tecrübelerinden o saatin stresli olduğunu kaydetmiş, eşi ise maç vakti diye keyifli. Dolayısıyla o saat gelince birisi korkup öfkelenirken, diğeri içten içe sevinir.

Ama bana sorarsanız ne Ayşe gibi korkmalı, ne eşi gibi mutlu olmalı. Saat yedinin sonrasında gelen hislerin-düşüncelerin farkına varmalı, bunların zihinden geldiğini kavramalı ve vereceği his mutluluk dahi olsa, bizi özümüzden ayırmasına imkan tanımamalı.

Bu yüzden aman dikkat!

Dikkatli olun, farkında kalın, kendinizden hiç ayrılmayın..

Emine Nalçacı Maviş

Emine Nalçacı Maviş

4.10.1984 Ankara doğumlu. Lisans/Yüksek Lisans dahil tüm eğitimlerini Ankara'da aldı. Çocuk diş hekimi oldu. Ankara, Sinop, Düzce’de çalıştı. Evlendi. İstanbul’a geldi. Bilincine ışık yakarak, hayata bakışını, böylece hayatını değiştiren Reiki Hocası İsmail Bülbül ile tanıştı. Şu an Reiki 3b öğretmeni oldu. Reiki’yi bilime katmalıyım isteği ile Yeditepe Üniversitesi Fizyoloji bölümünde doktoraya başladı. Böylece bir kez daha insanın mükemmel yaratıldığına şahit oldu. Reiki Okulu’nda öğrendiği öğretilerin soyutluğunun doktora bilgilerinin somutluğu ile desteklendiğini görünce yürüdüğü yolun doğruluğundan emin oldu. Düşüp kalkmalarından sonra o yolda koştuğunu hissediyor. Dönüp duruyor bakalım. Allah sonunu hayır etsin. Bu arada bir kızı, bir oğlu oldu. Onlar ve yaşadığı hayat sayesinde sevgiyi, sabrı, merhameti ve tüm güzellikleri hayatına katmaya çalışıyor. 2022 sonu itibarıyla Usui Reiki Grandmaster 5&6.Aşama olmuştur.

1 yorum

İnternet üzerinden dijital yayın hayatına ilk olarak 2013 yılında başlamış olan Varoluş Dergisi, kısa bir aradan sonra şimdi yeniden okurları ile birlikte. Değerli yazarlarımız, Spiritüalizm, Reiki, Yoga, Astroloji ve Yaşam alanlarında, siz değerli okurlarımız için yazıyor…

Arşivler