Varoluş Dergisi

ŞÜKRET

Bu sayıda Reiki Prensipleri içinde de yer alan şükran ve onunla alakalı olan duadan bahsetmek istedim. Konu bir umman, ben kısaca yorumlamaya çalışacağım naçizane.

Kimi “hiçbir şeye sahip değildir”, sadece var olduğu, nefes alabildiği için şükreder, kimi de “dünyalara” sahiptir, yaşamı bir azaptır, şükredecek hiçbir bir şey bulamaz, lanet yağdırır. Varlık bilinci, şükretmenin temelidir. İkisi arasındaki temel fark; yokluk bilincinin aksine, varlık bilinci kutupsallıkla ilerlemez, çünkü varlık bilinci kutupsallığı aşan, aşkın olanın ve hakikatin farkındadır ve onu kutupsal görünen yaşamında egemen kılar. Varlık içinde yokluk, yokluk içinde de varlık vardır ve her iki koşulda da tekâmül eden varlık VAR’dır ve tamdır, o; bolluktur. Şer, kötü, negatif sandıklarımızı da takdir edip, şükredebilmek işte böyle bir bilinçten doğar. Genellikle herkes “hayra” şükredebilir, “şerre” isyan etmemekse çok güçtür. Ne demişti dedelerimiz; ‘gülü dikeniyle sevebilmek bambaşka, lütfun da kahrın da başım üstüne!’ Hem hayrı, hem şerri bütünlük içinde göğüsleyebilmek, hem “iyiyi /doğruyu” hem “kötüyü / yanlışı” deniz feneri edinmek ve aslını görebilmek şükretmenin ötesindedir. Onu; “Hamdolsun” diyerek ifade ederiz. İnsan “düşmanına”, bir “belaya” şükreder mi? Evet eder! Onu, cevheri ortaya çıkartmada en değerli müttefiki olarak yaratır. Düşünün yıldızları, karanlık olmasa nasıl görürdünüz? Adem’i adem yapan biraz da şeytan değil midir? İkilikler birlemek içindir ama bu ötekinden korunmayın anlamına da gelmez lütfen yanlış anlamayın, bu çok ince bir çizgi.

Şükretmek de endişe duymamak gibi; yaratılan türlü yansımaya, şarta, zamana, mekâna bağlı, zihinsel, her türlü yoksunluğu taşıyan bir ego mücadelesi ya da bir lüks değil, yüreğe bağlı, içsel bir biliş, bir teslimiyet halidir. Şükretmek çok yüksek bir frekans taşır ve sürekli hale geldiğinde yaratır. Şükran duyan biri bolluk bereketin tezahür etmiş halidir ve çevresine de bu enerjiyi taşır. Bugün yeterli bir çoğunluk gerçekten şükreden bir bilinç halini taşıyabilseydi dünyada bildiğimizden çok daha az eksik, şikâyet, yoksulluk ve acı olduğunu görürdük. Oysa çoğumuzun bilinci yokluk bilinci üzerine kuruludur. Bolluk bilincinin ne kadar fazla ve çeşitli dış kaynağa (para, statü, eğitim, sağlık vs.) sahip olduğunuzla hiçbir alakası yoktur. Bizler varlık içinde yokluk bilinci taşıdığımızdan ne kadar sahip olursa olsun o kadar eksilecek, eksiltecek bir egonun rehberliğinde yürümeye alışmış, onunla kendimizi uyuşturmuş ve zulmetmişiz. Bolluk bereket; “Hamdolsun” diyebilen perdesiz bir gönül gözünün zenginliğidir, böylesine özgür, sınırsız, sevgi dolu bir gönül nihayetinde dışsal olanın da dengeli biçimde kendine akmasına zaten beklentisizce sebep olur. Oysaki yokluk bilinci korkuyla kapalı, sınırlı ve bağımlıdır dolayısıyla ne kadar dış zenginliğe, araca sahip olursa olsun tatmin olamaz bir türlü tamamlanamaz, anlam bulamaz.

Bundandır ki verilmeyenle sınandığını düşünür durur.

İnsan genelde pozitif atfettiğine şükreder, negatif atfettiği ortaya çıktığında şükrü unutur ya bedduaya ya da duaya başlar. Çünkü insan doğası gereği eksiği görmeye, negatifle ve korkuyla katalize edilmeye koşulludur. Amaç; eksiğin gerekli ve tam olduğunu anlamak, eksik yoluyla tamın ve sonunda da eksik ve tamdan oluşan bütünün ne olduğunu bilmektir. Negatif de pozitif de aynı kaynağın parçaları olduğu halde, “pozitif yansımada kaynağa dönüp, negatif yansımada kaynağı unutmak” üzerinde çalıştığımız ortak ve zorlu alanlardandır. İnsan bazen musibetle ödüllendirilir, bazen nimetle sınanır. Bu maddede, her ne olursa olsun kaynağa giden köprüyü, kalbi kapatmamak, ateşe vermemek, oraya dönüp merkezlenebilmek son derece önemlidir. Şükretmek kalbi açan ve en yüksek niteliklerin gelişmesine olanak sağlayan temel unsurların başında gelir. “Hamdolsun” diyebilen insanların dışta ne olursa olsun ne kadar sarsılmaz olduklarını, ne kadar güzel ve hakiki bir güçle ışıdıklarını görüyoruz. “Hamdolsun” düsturu şifa çalışmalarında da son derece önemlidir; tüm var olanın akmasına izin vererek, şifanın kaynağına, birlik ve bütünlüğe ulaştırır, alıcı ve verici, hastalık ve şifa bir potada erir. Bizler hayrı da şerri de hakikatiyle bilemeyiz, bazen şerle, bazen hayırla sınanırız tevekkül bu nedenledir. İkisi de birdir ve O’ndandır, insanlık dramımızı ya da coşkumuzu yaşarken, belli bir mesafeyi korumak bu nedenledir. Bu korunma; yakınlaşmadır.

Söylemek ve hissetmek / yaşamak aynı şeyler değildir. Bazen “Nasılsın?” sorusuna “Hamdolsun” diyerek cevap veren birinin, hiç de “Hamdolsun”un enerjisini taşımadığını hissedersiniz, belli ki yokluk bilinciyle yaşayan biri de “Hamdolsun” diyebilmektedir. Söylenenle düşünülenin uyumsuzluğu tüm seviyelere yansır ve alıcı da bunu hisseder. Bunun bir çok sebebi olabilir. Varlık kendine karşı dürüst, farkında değildir, belki de “önce secde et, secde edersen inanacaksın” düsturunu deniyordur, zihin otomatiğe bağlamış da olabilir ya da baştaki “Nasılsın?” sorusu da zaten hakiki değildir. Önemli olan şükrederken, dua ederken ya da kendimizle, çevremizle ilgili bambaşka bir ilişki içindeyken farkındalığın gelişmesinin bizi ilk aşamadan diğerlerine taşıyacak yegâne unsur olduğunu bilmemiz ve farkındalık üzerine sabırla, şefkatle özellikle eğilmemizdir.

Şükretmek genellikle bir takım biçimlerle birleşir. Bunlar topluluk halinde şükretmek, bir mekânda şükretmek, belli zamanlarda şükretmek, bir form altında toplanmak ve dua etmektir. İnsanların birleşerek, belli mekânlarda, belli zamanlarda, belli ritüellerle odaklanarak şükretmesi belli enerjileri yükseltebilmesi açısından çok güzel ve tercih edilirdir; fakat bu şartlanmaya dönüştüğünde içi boş, sınırlı, zihinsel bir rutine dönüşür. Kalpten gelen her şükür biçimi, bulunulan her mekan, her an, her şey ve kendiliğiniz şükretme için yeterlidir. Hassas insanlar, genelde kolektif, formlu rutinlere katılmamayı tercih edebilir, bazı insanlar da bir grup, bir odak, form içindeyken daha rahat hissedebilirler, ikisinin de kendince saygı gösterilmesi gereken sebepleri vardır. İnsan belli bir dine mensup diye onları belli bir forma zorlamak dindeki öze aykırıdır. Dua da, şükür de, lanet de herhangi bir dine, inanca bağlı değil, varlık ve özü arasındadır gerisi teferruat ve özgür seçimdir. İnsan, duayı sadece bir yakarı, bir talep, bir istek olarak görüp bunu olumsuz / kötü / yanlış olarak gördüklerini ekarte edip, olumlu /iyi /doğru gördüklerini var etmek için bir yalvarma, niyaz aracı olarak işlevselleştirdiğinde dua yankılanmayabilir. Duada bir gizli dürtü varsa kalbiniz bunu daima hisseder ve kalbi dinlemeyi bilirseniz zamanla siz de bunu belli biçimlerde hissedersiniz. Bu; kötü hissetmenizi gerektiren bir durum değil, şefkat gerektiren bir noktadır, hatta gizli güdü ve kendinizi daha iyi tanımak için mükemmel bir işaretçi olarak bile kullanılabilir. Kalpten, bilinçli bir seçimle niyet edip, arzu ederek istemek güzeldir; ama unutmamalıyız ki ne istediğini bilmeyen, istediği için çaba göstermeyen, istediğine zaten hep sahip olduğunu bilmeyen; ne yol alabilir, ne elindeki, ne de gelecek olanı tanıyıp kıymetlerini anlayabilir. Duaya mutlaka icabet edilir, insan o nedenle duaya yöneltilir, bağı kuvvetlendirmek için dua vesileleri verilir, fakat bu icabet illa ki bizim sınırlılığımız, şartlarımız ölçüsünde değildir. Ben olur ya bir isteğim olduğunda da “Gönlümü Genişlet ki Görebileyim” şeklinde dua ederim. Bilirim ki her şey yanımdadır, ben görmüyorumdur. O nedenle belki de en muhteşem ve içinde her şeyi barındıran dua, belki yine sadece tek kelime olandır: “Hamdolsun!”. Dua, bir şükrana dönüştüğünde varlık en derinden hisseder, tüm seviyelerde sarsılır, hep bulunduğu o huzura çıkar ve şifalanır, bilir ki O’nu andığında anılma da gelir, anılma geldiğindeyse mutlaka O’nu anacaktır ve bu anma mekanizması hayır ve şerrin, zaman ve mekânın, şartların ve biçimlerin ötesindedir, bu anma mekanizması sizin tüm varoluş, anlam amaç ve sonsuz yaşamınızdır. Duada bilincinde olunan eksiklerin itiraf edilmesi, ifade edilmesi af dilenmesi de kişiye muazzam kapılar açar. İnsanın bazen tevekkül içinde, sabırla, güçle durması değil, yakarması içinde bulunduğu hali ifade ve niyaz etmesi de gerekir ama bu isyan ve şikayet şeklinde anlaşılmasın. Acziyetini kabul ve muhabbet muazzam bir güçtür. Dua bu haliyle tezahür mekanizmaları içinde de çok büyük bir rol oynar. Şükür ve dua O’nadır fakat aynı zamanda O’nun vesilelerinedir. Dualarımızda bilinçaltı mesajlarına özellikle dikkat etmek gerekebilir. Olumsuz, negatif cümleler yerine olumlu, pozitif kalıplara yönelmemiz önemlidir. Bu konu işte böyle uzar gider, en önemlisiyle bitirelim madem: Bir insan için, bir diğerinin duasının içinde yer almak kadar güzel bir şey bilmiyorum. Kendimiz için dilediklerimizi, diğerleri ve tüm evren için dileyebilmemiz dileğiyle… Günleriniz şükran ve dualarla ol’sun.

Ahu Birlik

1981 baharında Ankara'da doğdum. Çocukluğum ve gençliğim seyahat ve enstantanelerle geçti. İstanbul Bilgi Üniversitesi Film&Tv lisans ve Kültürel İncelemeler yüksek lisans programlarını tamamladıktan sonra hizmet, üretim, reklamcılık gibi sektörlerde farklı görevlerde yer aldım. 2012 yılında içsel yolculuğu beni Reiki Bilinçaltı Terapiler ve Can Hocam İsmail Bülbül'e taşıdı. 2014 yılından beri Bodrum'da yaşıyor, Bodrum Şifa Sanatları Atölyesi Kumbahçe'de yolculuğumuza sevgiyle, şükranla devam ediyorum.

Usui Reiki Master Teacher

Yorum yap

İnternet üzerinden dijital yayın hayatına ilk olarak 2013 yılında başlamış olan Varoluş Dergisi, kısa bir aradan sonra şimdi yeniden okurları ile birlikte. Değerli yazarlarımız, Spiritüalizm, Reiki, Yoga, Astroloji ve Yaşam alanlarında, siz değerli okurlarımız için yazıyor…

Arşivler