Varoluş Dergisi

RUH YİTİMİ

Havanın istediğin kıvamda olduğu, ruhunun ritmini yakaladığını düşündüğün ve kendinle baş başa kaldığını hissettiğin o ender anlardan birinde hiç kendine şu soruyu sordun mu sevgili okur?

“İlk ne zaman başladı?”

İlk ne zaman kendimi değersiz hissetmeye başladım?

İlk ne zaman sevdiklerim benim arkamdan iş çevirmeye başladı?

İlk ne zaman yaratıcılığıma ket vurdum?

İlk ne zaman kaybetme korkusu yaşamaya başladım?

İlk yarayı ne zaman aldım?

Zamanda geriye doğru giderek yaşadıklarımıza baktığımızda, birbirine benzeyen başlangıç ve sonların olduğu, sadece zamanın, mekanın ve karşımızdaki öznenin değiştiği olaylar, hani derler ya, ‘Film şeridi gibi’ geçer. Akıp giden filmde başlangıcı bulmak zordur. İlk sandığınız olay muhakkak ki bir öncekine bağlıdır. ‘Tamam yakaladım seni sonunda.’ dediğinizde bile içinizde bir yer ‘Hayır’ der, ‘Daha da derinde.’

Peki nasıl olacak da özümüzü bulup ilk yaramızı saracağız?

İlk sandığımızın gerçekten ilk olduğuna emin miyiz?

Elbette ki özümüze kavuşmamız ve kendimizi ait olduğumuz hiçlikte hissetmemiz mümkün. Egoyu, zihni susturarak, vazgeçmeyerek, içimizdeki ışığa güvenerek bu nihai hedefe ulaşmanın birçok yolu var.

Ben bugün bu yollardan bahsetmeyeceğim sana.

Ben, kolektif olarak ilk yaramızı ne zaman aldığımızdan bahsedeceğim kendimce. Ortak ruh yitimini ilk ne zaman yaşadığımızdan…

Sen de okumaya devam etmeden önce kısa bir ara ver ve düşün bakalım sevgili okur. Belki aynı yerde buluşuruz seninle.

Bence biz ruhumuzu, dişil imgeyi itibarsızlaştırdığımız, yok saydığımızda kaybetmeye başladık. En kutsal dişil imgemizi, Doğa Ana’mızı katletmeyi kendimizde hak ve kendi rahatımız için tüketeceğimiz bir kaynak olarak gördüğümüzde ruhumuzu kaybettik.

İnsanlık olarak tüm bitki ve hayvanların sanki hizmet için var olduğunu düşünüp tüm doğal zenginliğin bize ait olduğu sanrısına kapıldık. Hayatımızın devamını sağlayabilmemiz için tüm yaşamın rahmi olan Doğa Ana’ya bunu yapan insanlık dünyaya gelmesini sağlayan rahimlere neler yapmadı ki? Daha da acısı hala yapmaya devam ediyor, hak görüyor kendinde.

Kadına değersiz, niteliksiz gözüyle baktığımızda gördüğümüz şeyin spiritüellik olacağını düşünemeyiz canım okur. Bu sağlıksız bakış açısı, artık bizi maddesel alemin kutsal dünyadan çok daha önemli olduğuna inandırır. -Ne büyük yanılgı!-  Kutsal anamızın yerini madde alınca da satın aldığımız pahalı ve yeni eşyaların bize analık yapıp ruhumuzu yücelteceğine inanmak kaçınılmaz olur. Maddeyi ruhla eşdeğer yapan bu illüzyon ruh yitimi değil de nedir?

Hepimizin içerisinde ana kaynağa bağlı pırıl pırıl bir ışık varken neden daha fazla kendimizden olanı katledelim ki? Bu bedenler hakikati görmemiz için birer araç olarak verildiyse bize, her zarar verdiğimiz, kıydığımız beden tekamül yolculuğunda bir taş olarak önümüze çıkacak.

Zaman, taşları temizleyip yolu açmanın zamanı. İlk yaramızı temizleyip sardığımızda kendi yolumuzdaki kısır döngülerin çözülüp yolumuzun açıldığını görmeyi sabırsızlıkla bekliyor olacağım benim gibi düşünen pek çoğumuz gibi. Çünkü tek başına değil hep birlikte yükselerek bunu başarabiliriz.

Sevgiyle kal canım okur.

 

İmren Yıldırım Yılmaz

1987 yılında doğdu. Öğrenmeyi ve öğretmeyi seven bir Matematik Öğretmeni. Deniz’in ve Güneş’in annesi. ‘Bir çocuk değişir dünya değişir.’ diye düşünenlerdendir, bunu başarmaya çalışır bir öğretmen ve anne olarak. Reiki 3B (Master Teacher) aşamasındadır, kendini kendinde aramaya devam etmektedir.

Yorum yap

İnternet üzerinden dijital yayın hayatına ilk olarak 2013 yılında başlamış olan Varoluş Dergisi, kısa bir aradan sonra şimdi yeniden okurları ile birlikte. Değerli yazarlarımız, Spiritüalizm, Reiki, Yoga, Astroloji ve Yaşam alanlarında, siz değerli okurlarımız için yazıyor…

Arşivler