Varoluş Dergisi

PANDEMİ VE ÖTESİ

10 Mart 2020 Salı günüydü, Türkiye’de İlk corona ile karşılaşıldığı açıklanmıştı.

  • Abi sen söylüyordun bak, korona virüs gelmiş Türkiye’ye. (Panik halinde bir ses)
  • Eee geleceği belliydi, şimdi önlem alacağız değil mi? (BEN)

Aslında, BEN “alınacak tedbirler neler olmalı” ödevimi yapmıştım. Korona virüsün Türkiye’ye geleceğini kabul etmiş, öncesinde bulgularımı paylaşmıştım. “Haklı” olacaktım tabii en sonunda. Ama spor salonunda yeni tanıştığım arkadaşın aklında alınacak tedbirleri söyleyen adam olarak değil, korona virüsün Avrupa’dan sonra Türkiye’ye geleceğini bilen korkutucu adam olarak kalmıştım. Negatif tahminler yapan, korkutucu bir adam. Zaten alınacak tedbirleri dinlemek istememişti.  Korktuğunu anlayıp konuyu değiştirseymişim o anda daha az paniklerdi belki. Ah BEN ah!

Televizyonlarda da çok farklı insan izdüşümleri izledik. Bazı ülkelerin medyasında alınacak tedbirler yerine virüsün çıkış orijini daha çok konuşuldu. Naifliği ile tanınan yurt dışında yaşayan arkadaşımı aradığımda ben hiç muhatap olmuyorum onlarla, bizim sokakta da var bir tane, hiç yüzüne bile bakmıyorum demişti.

Pandemi başlangıcından bir süre sonrada maske takmama özgürlüğü konuşulmaya başlandı. Maske takmak istemeyen, ikna olmamış, sayıları artan gruplar oluştu. Benim yetiştiğim kolektif bilinçaltıyla, onların yetiştiği kolektif bilinçaltı farklı olduğundan dolayı mı anlamıyorum diye düşündüğümü hatırlıyorum. Hani diğer insanların, diğer varlıkların haklarını ihlal ettiğimiz yerde bizim özgürlüğümüz biter kavramı vardır ya.  Ama ikilikler dünyası, karşı fikirler oluyor farkındalık olmayınca. Şunu demek istiyorum ki; bir kişi ile başlayan rüya görme durumu yayılıyor. Toplulukları etkisi altına alıyor.

Şimdi aklıma yabancı bir rap grubunun şarkı sözleri geliyor, diyor ki “Tanrım onları affetme, onlar ne yaptıklarını biliyorlar.”

Canım, bilen insan yapar mı? Bilmeyen yapar.

Bir Profesör Doktora soruldu. Hocam bu virüsün çıktığı orijinde artık vaka yok. Nasıl oluyor, her yerde var, bir tek orada yok? Profesör Doktor cevap verdi, “orada sıkı izolasyon kuralları uygulandı.”

O kuralları başka yerlerde uygulayamazsınız. Diğer yerlerde bir nevi halkın duruma adapte olması beklendi, medya kuruluşları halkı bilim insanlarının yaptığı matematiksel hesaplar ile izolasyona ikna etti, kurallar bu süreçten sonra konulmaya başlandı. Herkesin kurallara uyması beklendi.

Vatandaşlarının birbirine olan saygısı ile tanınmış, topluluk içerisinde yaşama kurallarına çok önem verilen ve çalışkan kimi doğu toplumlarında ise virüsün yayılmadığını gözlemledik. Vatandaşlar izolasyon kurallarına sıkı sıkıya uyuyordu. Toplumlarında korona virüs çalışmalarına katılan her birey kendi üstüne düşen görevi sorumluluk bilinciyle yerine getiriyordu. Kolektif bilinçleri korona virüsün yayılmasını optimum olacak şekilde kimse zarar görmeden önlüyordu. Oralardan pandemi boyunca hep güzel haberler aldık.

Tabi ki bu günler birbirimize en çok ihtiyacımız olduğu günler. Bu günlerin geçeceği unutulmamalıdır. Dünya şu anda sahip olduğumuz teknolojinin çok çok azıyla benzeri salgınlar atlatmıştır. Derman dertten sonra gelir. Her zamanda öyle olmuştur. Bu salgın sonludur. Toplumsal kaynaklarımız kısıtlanmış olabilir. O zaman sahip olduklarımızın bir kısmını ihtiyacı olanlarla paylaşmanın önemi daha da artmıştır. Herkesin daha rahat yaşayacağı bir sistem sonunda oluşacaktır. Burada zihnimizin bizi yanıltmasına izin vermemeliyiz. Çünkü hiçbir zaman zihin bizim vereceğimiz yardıma layık kimseyi bulamayacaktır. Çünkü zihin sürekli geçerli bir mazeret üretip bizi tersine ikna etmeye çalışacaktır. Zihin köşedeki dilenciye vereceği 10 TL ile ay sonuna kadar yemek masanızı donatma sözü bile verebilir size. Bunları kırmak için ilk önce yardıma bütün kalbimizle niyet etmeliyiz. O zaman kalbimizi ısıtacak bir seçenek karşımıza bir süre sonra mutlaka çıkacaktır. Tabii ki araştırıp verelim, ama unutmamalıyız ki bizim görevimiz verene kadar. Sonrasını Varoluşa bırakalım lütfen.

Sen verme kapısını aç, bak sana nasıl kapılar açılıyor. PAYLAŞALIM lütfen.

Bu yazımı hafta sonu sokağa çıkma yasağı uygulanırken yazıyorum. Şu an küçükte olsa bir yazı yaratımında bulunuyorum. Böyle bir sürü yaratıcı aktivite var. Enstrüman çalmak, resim yapmak, yeni bir yemek tarifini uygulamak (yemek 2. planda kalmalı 🙂 önemli olan yapmak), bahçe işleriyle uğraşmak, origami vb.

Bu aktivitelerin hepsinin ortak özelliği insanı anda kalmaya itmesi. Aktivitenin içinde kalmayı başarabilirsek zamansızlaşırız. Acaba ne olacak, ne zaman bitecek sokağa çıkma yasağı, öyle olursa böyle olur, evhamlar ve kaygılar vb. Bu gibi korkular kendini sürekli bir devinim halinde tutmak ister. Eğer biz buna izin verirsek, vücut çalışması gerektiği aralıkta çalışmaz. Hormon dengesi bozulur. Kaygı bozukluğu bu şekilde oluşur. Unutmamalıyız ki, varoluşumuzun sebebi şahit olmaktır. Evrene, dünyaya, ülkemize, ailemize ve kendimize faydalı olmak.

Kendimizin farkında olalım lütfen.

Aydın Yakupoğlu

Ağustos 1979, İstanbul’da doğdu. 2002 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi Elektrik Mühendisliği bölümünden mezun oldu. 2005 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Mekatronik Mühendisliği yüksek lisans bölümünü bitirdi ve özel sektörde çalışmaya başladı. 2013 yılında bir kız çocuğu babası oldu. 2018 yılında Reiki öğretmeni İsmail Bülbül ile tanıştı ve pozitif yönde bir değişim geçirdi. Şu an Reiki 3a (Master) aşamasında ve insanlığa yardımcı olma bilincindedir.

Yorum yap

İnternet üzerinden dijital yayın hayatına ilk olarak 2013 yılında başlamış olan Varoluş Dergisi, kısa bir aradan sonra şimdi yeniden okurları ile birlikte. Değerli yazarlarımız, Spiritüalizm, Reiki, Yoga, Astroloji ve Yaşam alanlarında, siz değerli okurlarımız için yazıyor…

Arşivler