Savaş her zaman ölüm demektir.
Farklı koşullarda ve zamanlarda karşılaşmış olsalar belki de dost olabilecek insanlar, eğer cephenin iki ayrı ucundaysa hayatta kalmak için öldürmek zorundadır…
Savaşlara güzelleme yapmak gibi algılanmasın asla;
Ancak eski dönem savaşları sanki görece daha adilmiş gibi geliyor bana…
Yani ehven-i şer,
Yani kötü olanların içerisinde göreceli olarak daha iyisiymiş eski zaman savaşları.
Çünkü ne zaman ki kitle imha silahları devreye girdi, mertlik (!) bozuldu…
Kitle imha silahları göğüs göğüse muharebeyi ortadan kaldırdı;
Biyolojik, kimyasal ve nükleer silahlar ile saldıran tarafta zayiat vermeksizin karşı taraftan çok sayıda –çoğu da konunun aslında tarafı olmayan– masum insan katlediliyor ne yazık ki…
Dünyanın En Ölümcül Salgını: Kara Veba
İlk başlarda Kara Veba, yıkıcı etkisi anlaşıldıktan sonra ise Kara Ölüm adı verilen bulaşıcı hastalık insanlık tarihinin gelmiş geçmiş en ölümcül salgını olmuştur.
Veba, Yersinia pestis bakterisi ile enfekte olan farelerden pireler aracılığıyla insanlara bulaşan bir hastalıktır.
Kara denmesinin bir nedeninin cilt altı kanamalar nedeniyle derinin siyaha dönmesi;
Ancak en güçlü gerekçenin ise kara kelimesinin mecazi olarak taşıdığı elem, keder, kasvet ve sıkıntı olduğu düşünülüyor.
Çok hızlı bulaşan bu hastalık, kurbanlarında acılı bir ölüme neden oluyordu.
Hastalarda aşırı ateş ve titremeler sonucu engellenemeyen sarsılma ve kasılmalar ortaya çıkıyor; bu duruma da “ölüm dansı” adı veriliyordu.
Çünkü artık bu dansın akıbetini, benzer duruma tanıklık etmiş herkes acıyla öğrenmişti…
Tarih boyunca toplumlar defalarca veba salgını ile sınanmış olsalar da, Kara Ölüm adı verilen en ölümcül pandemi, ilk olarak Uzak Doğu’da Çin – Moğolistan bölgelerinde başladı.
Kara Vebanın, sadece Avrasya ve Kuzey Afrika’da 75-200 milyon kadar insanın ölümüne yol açtığı düşünülmektedir.
Ancak en yıkıcı etkileri Avrupa kıtasında görüldü.
Bu kıta Büyük Kıtlık felaketinden henüz belini doğrultamadan, Kara Ölümün pençesine düşmüştü.
1348 Veba Salgınının, Avrupa nüfusunun yüzde 30 ila yüzde 60’ının ölümüne neden olduğu tahmin ediliyor.
14.Yüzyıl yazarlarından Giovanni Boccaccio da bu salgının şahitlerinden olup, Decameron adlı eserinde Kara Ölümü şöyle tanımlıyor:
“Babalar, oğullarını; anneler, bebeklerini terk ediyor,
Hizmetçiler hanımlarından kaçıyor,
Noterler ölülerin son arzularını kaydetmekten vazgeçiyor,
Doktorlar, rahipler ve rahibeler hastaları ziyarete gitmiyorlardı.
Kimse Hıristiyan usullerine göre gömülemiyordu, evler birer mezarlığa dönüşmüştü…”
1348 Veba Salgınının Asya’da başladığını, Kırım üzerinden Sicilya’ya, oradan da tüm Avrupa’ya yayıldığını biliyoruz…
Peki ama nasıl?
Tarihte İlk Biyolojik Silah Kullanımı
Moğollar, Cenevizliler’ in hakimiyetinde olan Kırım güneyindeki Kefe’yi kuşatıyor.
O dönemlerde deniz ticareti Cenevizliler’in kontrolünde,
Ve haliyle zengin bir toplum olarak biliniyorlar.
Eğer Moğollar Kefe’yi ele geçirirlerse çok büyük bir ganimete konacaklar…
Lakin şehir çok güçlü bir savunma yapıyor ve Moğollar Kefe kalelerini bir türlü aşamıyorlar.
Bu esnada kuşatmaya katılan Moğol askerlerinin yarısı vebadan kaybedilmiş, işler iyiden iyiye kötüye gidiyor…
İşte tam böylesine çıkmaza girmiş bir durumdayken Moğol komutanının aklına dahiyane (!), ama bir o kadar da kötü ve zalimce bir fikir geliyor:
VEBADAN ÖLEN ASKERLERİ MANCINIKLA SURLARIN DİĞER TARAFINA FIRLATMAK!!!
İlk başlarda ne olduğuna anlam veremeyen Kefe halkı Moğollar’ın attığı cesetleri toplamaya, ortadan kaldırmaya başlıyor;
Bir, iki, üç…
Moğollar vebadan ölen her askeri mancınıkla atıyor,
Cenevizliler ise bu cesetler şehrin ortasında kalmasın diye toplayıp bir yerlere taşıyor.
Ve…
Çok kısa zamanda veba surların diğer tarafına da yayılıp, etkisini göstermeye başlıyor.
Sokaklarda acı içerisinde ölen insanların gün be gün artması ve hastalığın hızlı bir şekilde yayılması nedeniyle, Cenevizliler çareyi gemilerle ilk olarak Sicilya’ya, oradan da Avrupa içlerine doğru kaçmakta buluyorlar.
Oysa ki…
Savaştan güvenli bölgelere kaçan masum insanlar, sığındıkları bölgelere ölüm götürdüklerinden habersizlerdi…
Lakin Kara Ölüm gemilerle artık Avrupa’ya taşınmıştı bir kere!!!
1347-1351 yılları arasında Avrupa’da zirveye ulaşan salgın, insanlık tarihine kaydedilen en ölümcül salgın olarak geçti…
Çok hızlı yayılıyordu:
- 1348’ de İngiltere’de,
- 1350’ de Almanya ve İsveç’ de,
- 1351’ de Polonya’ da,
- 1352’de Rusya’ daydı Kara Ölüm…
Yıkım o kadar büyük olmuştu, o kadar çok insan kaybedilmişti ki,
Avrupa 1300’ lerdeki nüfus seviyesini 1500’ lere kadar geri kazanamadı!!!
Moğollar’ın Biyolojik Silah Kullanmasının Bilançosu
1340’da Avrupa nüfusu 76 milyon iken, 1450`de hala 50 milyon civarındadır.
Gerçek kayıp sayısı asla bilinemedi, ancak Kilise kayıtlarına göre bazı bölgelerdeki ölüm oranları:
- Bristol`de nüfusun %90’ı
- Norveç ve İzlanda`da %75’i
- Venedik nüfusunun %70`i,
- Ceneviz`in %68`i
Ve daha nicesi…
Bazı yerlerde nüfus azalması yaşanırken,
Bazı yerleşim alanları haritadan kaybolmuşlar…
Örneğin aşağıda yer alan Britanya haritasında kahverengi olarak işaretlenen kasabalar Kara Ölüm nedeniyle yok olmuş.
Grafik “Kara Ölüm: 1348 Veba Salgını Ve Ortaçağ Avrupa’sına Etkileri” başlıklı makaleden alıntılanmıştır.
(https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/144812 )
1351 yılında Papa VI. Clement kilise kayıtlarına göre kıtadaki ölü sayısını 23.840.000 olarak açıklamıştır.
Sağlık istatistiklerinin tutulmadığı ve insanların kendi canlarının derdinde olduğu bir dönem gerçeğini göz önünde bulundurursak gerçek rakamın bunun misliyle fazla olduğunu tahmin etmek zor olmasa gerek…
Yani paylaşılan sayılar o günün imkanları doğrultusunda hesaplanabilen resmi kayıtlara girebilmiş rakamlar…
Ölenlerin çoğu halktan olmakla birlikte, İngiltere Kralı III. Edward`ın kızı Prenses Joan ve Danışmanı John of Oxford ya da Kral XI. Alfonso of Castile gibi üst tabakadan kişilerinde hayatlarını kaybettiği kayıtlarda yer almaktadır.
Vebanın 14. Yüzyılda 475 milyon olan dünya 350-375 milyona düşürdüğü tahmin ediliyor.
Kara Ölüme Karşı Alınan Tedbirler
1348 Veba Salgınından korunmak için yaygın olarak alınan tedbirler bugün için çok komik geliyor olabilir, ama zamanının otoriteleri tarafından paylaşılan öneriler şu şekilde:
- Aşırı yemek ve içmekten kaçınmak
- Banyo yapmaktan kaçınmak
- Cinsel ilişkiden kaçınmak
- Meyve yememek
- Balla yapılmış herhangi bir şeyden ya da bal liköründen uzak durmak
- Salgın sıcak havada olursa soğuk şeyler ve daha çok et yemek
- Yenen miktardan daha fazla su ve beyaz şarap içmek
- Soğukta ya da yağmurlu havada şöminede hafif ateş yakmak
- Sisli ya da rüzgarlı havada evden ayrılmadan önce her sabah güzel kokular solumak
- Maddi durum iyiyse amber, misk, biberiye; fakirler için ise daha erişilebilir olan limon, zerdeçal, karanfil, hindistan cevizi koklamak
- Yatağa girince pencereleri kapatıp, dumanı ve güzel kokusu odayı doldursun diye ardıç dalları yakmak ya da toprak bir kaba dört adet yanan kömür koyarak üzerine biraz toz barut serpmek ve dumanını solumak
- Bol miktarda sirke kullanmak
Bununla birlikte bu yıkıcı pandemiden çok az zararla ya da neredeyse hiç etkilenmeden çıkan bölgeler de olmuş.
Örneğin; İspanya’da Galicia, Hollanda, İzlanda, Bohemya, Finlandiya ve Leh olan Galiçya…
Peki hepsinin ortak özelliği olarak hayata geçirdiği uygulama ne dersiniz?
- Salgından etkilenen bölgelerle yapılan ticareti iki yönlü kesmek
- Salgın bölgelerinde yaşayan kişilerin ülkeye girişini engellemek
- Kendi insanlarının ise salgın bölgelerine gidişlerini yasaklamak
Şaşırtıcı mı geldi???
O zaman biraz izninizle daha şaşırtayım sizleri…
Quaranta Giorni (Forty Days / 40 Gün)
Vebanın ilk görüldüğü ve en çok zarar verdiği yerlerden birisi İtalya…
Pandemiyi kontrol altına alabilmek için İtalya’da da bir takım resmi talimatlar yayınlanmış:
- Veba kurbanlarının eşyaları ve yatakları gömülmüş
- Evleri dumanla dezenfekte edilmiş ve sirkeyle temizlenmiş
- Şehir dışında, yaşam alanlarına uzak toplu cenaze törenleri düzenlenmiş
- Hasta halkın varlığını dışarıdakilere belli etmek için kiliselerin çan kulelerine siyah bayraklar asılmış
- Pek çok doktor, hastalığın kokuyla geçtiğini düşünmüş, bunun üzerine amber misk, biberiye, hatta karanfil, hindistan cevizi koklamanın iyi geleceğini düşünmüştür
- Vebanın simgesi olmuş, uzun gagalı doktor maskeleri de işte bu kokuların içine yerleştirildiği koku maskelerdir…
Ancak en etkili bulunan tedbir: Quaranta Giorni
Yani bugünkü kullanımıyla karantina…
Quaranta giorni, İtalyanca’da kırk gün anlamına gelen bir kelime.
Hastalanan kişileri 40 gün süreyle bir yere kapatarak diğerlerine de bulaşmasını önlemek için alınan izolasyon tedbirlere yaygın olarak quaranta giorni denmiş
Ve,
Quaranta Giorni günümüzde değin aynı anlamda kullanılmaya devam etmektedir.
İnsanoğlu İlk Biyolojik Silah Kullanımından Hangi Dersleri Aldı?
Gözünü kan bürümüş, hırslı ve zihni sinir (!) bir Moğol komutanın küçük bir ticaret kasabasını ele geçirmek için kullandığı ilk biyolojik saldırı, tarihin en büyük kıyımına neden olan bir pandemiyle sonuçlanmıştır.
Tarih tekerrürden ibarettir diyen ne de güzel demiş;
Aradan 700 yıl geçmesine rağmen sahneler ve aktörler değişsede yaşananlar pek değişmiyor!!!
Bir gün Sultan Abdülhamid Yıldız Sarayı’nın penceresinden dışarıyı izlerken, gözüne bir şey çarpıyor,
Ve vezirini çağırıp, eliyle eşeğini dereden atlatmaya çalışan bir sucuyu işaret ediyor.
Sucu, dövmesine – sövmesine rağmen eşeği bir türlü sudan geçiremiyor;
Eşek bir an için sahibinin elinden kurtuluyor ve az ileride daha uygun bir yerden karşıya geçiyor.
Sultan Abdülhamid de vezirine diyor ki:
Şu eşek okuma yazma bilseydi onu vezir yapardım.
Bir yaptığı yanlışı bir daha yapmıyor çünkü.
Geçen gün yine aynı yerden geçerken tökezledi, az kalsın düşüyordu.
Artık bir daha oradan geçmek istemiyor...
Ve bugün,
Milenyumu çeyrek yüzyıl geçe,
Hala bir ülke başka bir ülkeyi kendi çıkarlarına aykırı olduğu için işgal ediyor…
Dünyanın orta yerinde on binlerce insan göz göre göre hayatını kaybediyor,
Ve bunların önemli bir kısmı sivil…
Bununla da yetinmeyip, efendiler birbirlerini nükleer silahla tehdit ediyor.
Ahvalimiz böyle iken, aklıma Ziya Paşa’nın beyiti geliveriyor işte:
“Ne günlere kaldık ey Gazi Hünkar;
Katır mühürdar oldu, eşek defterdar!”
Ancak benim derdime de en güzel Fuzuli merhem oluyor yine de:
“Söylesem tesiri yok;
Sussam gönül razı değil…”
Cüneyt YARDIMCI
Kara Veba İle İlgili Daha Detaylı Bilgi İçin:
( https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1178158 )
( https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/461752 )
( https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/144812 )
Yorum yap