Hepimizin hayatında belli değişim dönemleri olur. Bunun gelişini bazen önceden hissederiz, bazen de değişim gerçekleşmeye başladığı an hissetmeye başlarız.
Ben de değişim evrelerinden birini yaşadığım bir dönemdeyim. Size geçen gün yaşadığım bir tecrübeden bahsetmek isterim.
İstanbul Anadolu Yakası’nda ikamet ediyor ve çalışıyorum. Çok sıklıkla olmasa da arada bir iş için Avrupa Yakasına geçerim. Geçenlerde de işlerimi halletmek için karşıya geçtim ve kara yolunu tercih ederek metrobüs ile dönmeye karar verdim. Metrobüse ulaşmak için bir de metro yolunu kullanarak Gayrettepe İstasyonuna uğradım. Yavaş adımlarla hareket ederken bir yandan kendime sorular sorup cevaplar almaya çalışıyordum. Metroyu metrobüse bağlayan alt geçitte ilerlerken birden karşıma, ‘’Öğrenmenin Yolu Karşılaşmaktan Geçer.’’ yazılı bir tabela çıktı. Evet sorduğum sorunun ne olduğunu yazmayacağım ama cevap beni olduğum yere on saniyelik bir süreyle bağlamıştı. Birden kendimi tabelanın olduğu alanın içinde buldum. ‘Karanlıkta Diyalog’ yazan bir banner vardı. Gişeye doğru yaklaştım ve bilgi almak istedim.
Çalışan görevli bana, dünya üzerinde 130’dan fazla ülkede 8 milyondan fazla insana ulaşmış bir sosyal sorumluluk projesinin Türkiye ayağı olduklarından bahsetti.
‘’Karanlıkta Diyalog’’
‘’Karanlıkta Diyalog’un kurucusu Andreas Heinecke, bir radyo istasyonunda çalışırken bir kaza sonucunda görme duyusunu kaybeden bir görme engelliyle karşılaşır. Önce acıma duygusu hisseder ve nasıl davranması gerektiğini bilemez ama kısa sürede görmeyen insanların, görenlerin sahip olmadığı birçok özelliğe sahip olduklarını anlamıştır. Andreas, genç meslektaşını iyi bir radyocu olması için eğitirken görme engelli genç de onun hayata dair konularda eğitmeni olmuştur. Kelimenin tam anlamıyla görme engelli bir insan, Andreas’ın “gözlerini açmış” ve onun farklılıklarının ötesine geçerek neler yapabileceğimiz konusunda düşünmesine sebep olmuştur. Bu ilişkinin olağanüstü değerinin farkına varan Andreas, 1995’te ilk sosyal girişimini başlatmıştır. O günden beri kendini, insan karşılaşmalarında oluşan boşluklar/iletişimsizlikler arasında köprüler kurmak için yeni yollar bulmaya adamıştır.’’ (http://www.turkcelldiyalogmuzesi.com/karanlikta-diyalog sayfasından alıntı)
Gişe görevlisi, içeride görme engelli bir rehber eşliğinde, 1600 m2 tamamen karanlık bir alanda, İstanbul turu yapıldığını ve toplamda 1,5 saat içeride hiç bir şey görmeden İstanbul’u gezeceğimizi anlattı. Hiç düşünmeden, ‘İlk seans kaçta’ diyebildim. ’15 dk. sonra’ cevabını alınca biletimi alıp beklemeye başladım. Normal gözlerle yaşadığımız hayatı, görmeyen birinin gözünden yaşamak nasıldı? Gerçekten görmenin değerini biliyor muyum diye düşünürken bizi çağırdılar.
Ben ve iki üniversite öğrencisi genç ile birlikte turun yapılacağı kapının önüne geldik. Gişe görevlisi, bizlere birer tane görme engelli bastonu verdi ve nasıl kullanacağımızı anlattı. İlk adımı içeri attıktan sonra, daha 10 dk önce gökkuşağının her türlü renginden oluşan objeler, insanlar gitmiş yerini zifiri karanlık bir bilinmezlik almıştı. İlk adımda tereddüt etsem de birkaç adım sonra karanlığa alışmıştım. Tura katılan arkadaşlardan bir tanesi ilk başta yapamayacağını söyleyerek çıkmak istedi. Sonra diğer arkadaşı onu yüreklendirdi ve tekrar katılmaya karar verdi. Gişe görevlisi bizi görme engelli rehberimiz Y. İle tanıştırdı. ( Kendisinden izin almadığım için adını paylaşmak istemedim. Ayrıca engeller zihinlerde ve ön yargılarda. Genel literatürde kullanılan bir tabir olduğu için yazı boyunca görme engelli tabirini kullanıyorum. Onu da belirtmek isterim.) Y. bizi pozitif ve güven veren sesiyle karşıladı. ‘Merhaba, Karanlıkta Diyalog odasına hoş geldiniz. Heyecanlı mısınız? Hiç merak etmeyin gezi boyunca ben sizin yanınızda olacağım. Karanlıktan korkmanıza gerek yok.’ diyerek isimlerimizi sordu ve tanıştık.
Evet madalyonun diğer yüzüne geçmiştik ve göremeyen biri bize dünyasını açarak empati kurmayı teklif ediyordu. Bildiklerinin silinmesi, doğru ve yanlışın aslında aynı kutupta olduğunu idrak etmeye başladığın bir noktada bulunmak… Hem hareket edip hem de bu düşüncelerin zihinden geçmesi. İnanın çok daha kolaydı. Y. bize vücudun ve duyu organlarının kullanamadığımız bir bölümü varsa, diğer duyularımızın açılacağını anlattı.
Yolculuğa İstiklal Caddesi üzerinden başladık. Yolumuzu tamamen kaybetmemek adına baston olmayan elimizde, dokunabileceğimiz bir duvar, bir çit veya bir masa mutlaka vardı. Ses efektleri yapmışlardı. Tramvay, insan, esnaf ve martı sesleri hepsi düşünülmüştü.
Duraklama noktalarımızdan biri meşhur Beyoğlu tramvayıydı. Rehberimizin yönlendirmesiyle tramvayın basamaklarından teker teker çıkıp, elimizle birer boş koltuk bulup oturduk. Rehber akbil basmadan geçtiğimizi, bunu bilerek yapıp yapmadığımızı sordu. O an basamakları çıkıp yönümüzü bulmaya o kadar çok odaklanmışız ki, gülerek ‘Daha yeniyiz, unuttuk.’ diyebildik. 🙂 O da zaten belediyeye ait otobüs ve toplu taşımalarda görme engellilerin ücretsiz geçiş yaptığını söyledi. 6-7 durak bizi kendimizle baş başa bıraktı. İnmeye yakın konuşmaya başladı. ‘Durakları söyleyen navigasyon çalışmadığı için şoförü uyarmadınız. Böyle bir şey ile karşılaşırsınız mutlaka uyarın ve işitme engelliler için de durak isimlerinin okuma tabelalarında görünmesi çok önemli. O konuda da uyarılarınızı yaparsınız, bilginiz olsun.’ dedi. Y. bu bilgileri oldukça neşeli ve yaşam dolu aktarırken, ben navigasyon ve okuma tabelalarının ilk aşamada onlar için yapıldığını düşünmediğim tek boyutlu zihnimi hafiften bir haşladım.
Tramvaydan inip tünele bindik ve Karaköy’e gittik. Evet martı sesleri, rüzgar ve vapurun yanaşma sesi duyulmaya başlamıştı. Y. bize, ışıklarda olduğumuzu ve karşıdan karşıya geçmemiz gerektiğini söyledi. Kırmızı ışıkta beklerken biraz sohbet etme şansımız oldu. ‘Görme engelli birini gördüğünüzde yardım etmek ister misiniz?’ Hepimiz aynı anda evet dedik. ‘Peki bunu ona nasıl söylerdiniz?’ dedi Y. Öğrencilerden biri, ‘Selam verip koluna girerdim ve karşıya geçerdik.’ dedi. Y. ‘Sorgusuz sualsiz koluna girerdin yani’ diyince işittiğim kadarıyla, herkeste tatlı bir gülümse oluştu. Y. açıkladı. ‘Öncelikle, o kişiye bu yardımı kabul edip etmediğini, sonra koluna girip giremeyeceğinizin uygun olup olmadığını sormalısınız. Bu tarz durumları yaşamaya alışkın olduğu kadar, sezgileri de gelişmiş olacağı için uygun cevabı size verecektir.’ dedi.
Yazı Molası: Size bir sorum var. Bütün duyuları çalışan bir birey olarak karşıdan karşıya geçmeye çalıştığınızda, tanımadığınız biri gelip kolunuza girmeye çalışsa nasıl bir tepki verirdiniz? Herkesin kendine göre sağlam ve dolu dolu cevapları olacaktır. Herkesin kendine ait bir alanı vardır. Toplumun engelli olarak tabir ettiği insanlar durumlarına alıştıkları için bununla yaşamayı çok iyi öğrenmişlerdir ve gören bir bireyin yapabildiği her şeyi yapabilmektedirler.
Yeşil ışık yandı ve peşi sıra karşıya geçtik. Vapura yaklaştığımızda altımızda gerçekten suların olduğu bir düzenek vardı. Rehberimizin yönlendirmesiyle vapura bindik. Rüzgar öyle güzel vuruyordu ki yüzüme, acaba her vapura binişimde rüzgarı bu kadar olduğu haliyle hissedebiliyor muydum diye düşündüm. Y. sohbete başladı. Ee anlatın bakalım, neler yapıyorsunuz? Herkes kendini yargısız ve kalıpsız bir şekilde anlatmaya başladı. Göz görmeyince gönülden konuşmalar başlamıştı. Ne yani, gözümüz gördüğü zaman bu kadar mı kapalıydık samimi ve filtresiz konuşmaya? Y.de kendi hayat hikayesini anlattı. ‘Rüzgara karşı şarkı söyleyelim mi?’ dedi. Normal zamanda birbirini tanımayan insanlarda yaşanan duraksamalar olmadı. Öğrencilerden biri şarkıya başladı. (Demet Sağıroğlu –Arnavut Kaldırımları 🙂 biz de devam ettik arkasından. Vapurdan inene kadar 2-3 parça söyledik.
Vapurdan indikten sonra, Diyalog Cafe’ye vardık. Rehberimiz Y. tezgahın öteki tarafına geçti. Görüyor gibi kıvrak hareket ediyordu. İçecek siparişlerimizi aldı ve karanlıkta servis etti. Bu arada bastonla yürümüyordu. Dediğim gibi bu onlar için birer engel değil. Hissediyor, okuyor, dinliyor ve görür gibi rahat hareket ediyorlar. İçeceklerimizi içerken de sohbet ettik. Sohbeti tamamladığımızda Y. bize neler hissettiğimizi sordu. Herkes, bugüne kadar görme duyusunun ne kadar önemli olduğunu anlamadığını dile getirdi. Bilinmezlik duygusunun aslında sadece bir illüzyon olduğunu da aramızda doğruladık.
Bu konuyla ilgili yazılacak ve yapılacak çok şey var. Yolunuz ve gönlünüz, Gayrettepe Metro İstasyonu’na düşerse, ‘Karanlıkta Diyalog’ standına mutlaka uğramanızı tavsiye ederim. Aynı yerde İşitme Engelliler için de etkinlikler var. Aşağıda paylaştığım linkten ayrıntılara ulaşabilirsiniz. Bir de Y. karanlık odadan çıktığımızda bize sesli kitap okunması için eğer gönüllü okuyucu olmak istersek, Boğaziçi Üniversitesi Görme Engelliler Teknoloji ve Eğitim Laboratuvarı (Getem) ‘nın sitesine girerek bilgi alabileceğimizi söyledi.
Oradan çıktıktan sonra kalabalığın arasına bu konuya daha duyarlı biri olarak karıştım. Yazının başında dediğim gibi, her şey tek bir meraklı kafa çevirmeyle başlamıştı..
Esenlikler dilerim.
http://www.turkcelldiyalogmuzesi.com/karanlikta-diyalog
Yorum yap