Varoluş Dergisi

SADECE BUGÜN İÇİN ÖFKELENME

Bu sayıda prensiplerle devam edip, öfkeye etraflıca bir göz atalım dedim.

Öfke de korkunun, endişe gibi başka bir yüzüdür. Öfke; temelde kök ve hara çakralarındaki korkunun yükselmiş, başkalaşmış hallerinden biridir. Öfke, ‘kaş yapayım derken göz çıkartan’, oldukça yanlış tımar yöntemleri ile iyice derinleştirilir ve alt çakraları tıkayarak üst çakralara enerji erişimini, onlarla iletişimi ve uyumu tamamen keser.

Bu sayıda prensiplerle devam edip, öfkeye etraflıca bir göz atalım dedim.

Öfke de korkunun, endişe gibi başka bir yüzüdür. Öfke; temelde kök ve hara çakralarındaki korkunun yükselmiş, başkalaşmış hallerinden biridir. Öfke, ‘kaş yapayım derken göz çıkartan’, oldukça yanlış tımar yöntemleri ile iyice derinleştirilir ve alt çakraları tıkayarak üst çakralara enerji erişimini, onlarla iletişimi ve uyumu tamamen keser. Öfkeyi kollar, bacaklar, karın çakrası, baş yoğun olarak tüm bedende tahakküm kurucu ve ani bir biçimde hissederiz. Öfke nöbetlerinden sonra, genelde vücutta yaşanan travmayla beraber kaslarda ağrı, baş ağrısı, halsizlik gibi durumlar ortaya çıkar. Öfke, genellikle yüksek sesle, dengesiz, büyük laflarla konuşur, şiddetli ve tehdit edici yönelimler içerir; çünkü öfkede konuşan baskılandığını, tehlikede olduğunu hisseden egodur. Öfke, derinde bir değer ve takdir sorunudur. Öfke; daha çok dışa yönelmiş, aktif, eril, saldırgan, endişe ise; içe yönelmiş, pasif, dişil ve varlığın kendisini yiyip bitiren bir korku veçhesidir. İkisi kardeştir ve sıklıkla birbirlerine dönüşebilme potansiyelindedirler. Endişe için geçerli olan her şey, öfke için de geçerlidir.

Korku, merkezlendiği alt çakralarda ve aura katmanlarında yakalanıp dönüştürülmedikçe tırmanır, enerji kazanarak patlar, tüm sistemi her seviyede kitler, fiziksel tehlike içeren bir şiddete dönüşüp dışa zarar verir, tüm ilişkileri yıpratır ve kazanılan değerleri yok eder. Bütünden ayırdığımız “Ben” görüntüsü sebebiyle, sarmalayamayıp dışladıklarımız ötekileşir, yaralar ve kendini mutlak iktidar sahibi olarak gören ego tarafından tehdit unsuru olarak görülür. Öfke, daima bir aynadır; dışarda öfkelendiğiniz her ne ise; içinizde mutlaka bir tezahürü vardır, yoksa sizi öfkelendirecek bir yansıma bulamazdınız. Başka bir deyişle frekanslar birbirleriyle benzeşim yasasınca rezonansa girerler. Kendimizde ötekileştirdiklerimiz ne ise dışarıya yansıtır ve onlara öfkeleniriz, bazen de bu öfke hali dışa yansıtılmaz varlığın içinde biriktirilir ve (kanser, kalp krizi gibi fiziksel tezahürlere kadar) daha sıkıntılı patlamalara ve sinyallere sebep olabilir.

Kendiyle derdi olmayan, kendini olduğu bütünselliğiyle kabul ve takdir eden bir insan öfkelenemez, öfkenin yansıtıldığı tüm odaklar ortadan kalkar, birey kendiliğiyle bütünleşir ve tüm yansıtmalarını geri çekerek güçlenir. Öfkelenen kişi, sorunun kendinden kaynaklandığını asla kabul etmeyecek, muhteşem düzenekler kurarak yansımaları kendinden en uzak noktalara yerleştirecek, ego kendine yönelmiş okları gördükçe daha da zıvanadan çıkıp kuşanacak, bu kandırmaca güçlenerek, varlık bütünüyle anlaşılmak için egodan daha güçlü bir uyarı sunana kadar devam edecektir. Öfke her tür gelişimin önünü keser, eksiltir ve sıklıkla intikamla da birleşerek karma çemberini çevirir. Öfke ve kin her zaman sahibini zehirleyen, küçülten, çok uzun ve acılı yansıtıcılardır.

Alan şifalanınca, eskiden öfkelendiklerimiz artık yolumuzu tıkamaz, öfkelenmez oluruz, onlarla iletişim şeklimiz değişir ya da kesilir. Öfke, rezonansa gireceği taraftarlar edinerek, büyüme eğilimli, dışa dönük, kolektif bir yapı da olduğundan kitlesel yıkımları, savaşları, bağlı olduğu toplum ve sistem rutinlerini, kolektif karmaları doğurur. Günümüzde öfkenin kontrolü ve tehlikesiz biçimde boşaltımı için olumlu, meşrulaştırılmış, kontrol altına alınmış yasal haller maçlarda, protestolarda, yürüyüşlerde yarışlarda vs. izlenebilir. Çoğu kez; ilk çocuklukta yerleşen öfkenin kaynağı olan içerlemenin hissedilip bastırılması ya da öfkelenildiği için suçluluk, pişmanlık, değersizlik vs. gibi duyguların yeşermesi, öfkenin doğal ve basitçe dışa vurulmasından çok daha zararlı sonuçlarla güçlü ve kırgın bir ego doğurabilir. Her hangi bir duygu gibi öfkeyi de bastırmak, görmezden gelmek büyüklük ya da gelişme değil bilinçsizliktir. Öfkeyi kontrol etmek ve öfke üzerinde hakimiyet kurmak aynı şey değildir. Öfke hissedildiğinde, enerji yükünü dışarıya ve kendine zarar vermeden farkındalıkla, kontrollü biçimde dışa boşaltmak en uygunudur. Bundan sonra neye, niçin öfkelenildiğinin sebepleri ve bunun üzerine yapılacak çalışmalar üzerinde durulabilir. Ne zaman, neye, kime, nasıl öfkelendiğimizi gözlemlemek ve öfkeyi varlığımızın bütünlenmek, tanınmak istediği alanlarında değerli bir aydınlatıcı olarak kullanmak çalışmalardaki ilk adımlardır. Rutin olarak topraklanma da öfkeyle baş etmek için çok iyi bir yoldur. Periyodik olarak birikip, dışa atılamayan, beslenen ve öfkeye dönüşme potansiyeline sahip olan enerjiler, dengesizlikler varsa ilk aşamada bunların fiziksel aktivitelerle dengelenmesi sağlanabilir. Mizah da, yeri geldiğinde bir öfke dönüştürücü olarak kullanılabilir. Öfke geldiğinde onu aynı şekilde beslemek yerine, zamanla farkındalıkla enerji izlenebilir, aktarılabilir ve en harikası dönüştürülebilir. Enerji çalışmaları, affetme / gölge, farkındalık / nefes çalışmaları ve meditasyon öfkeyi dönüştüren muazzam çalışmalardandır. Öfkenin de ilacı; varlığın kendini idraki, farkındalık, kabul, sevgi, şefkat ve anlayıştır.

Haksızlıklara ve zulümlere öfkelenme ise; öfkenin başka bir boyutu olup, aşılması oldukça çetin ve uzun bir yoldur. Çoğu insan haksızlık ve zulüm karşısında öfke hisseder, bazen de bu öfke, empati ve duyarlılık kılıflarıyla beslenir. Haksızlık ve zulümlere öfkelenmemek, her insanın taşıdığı ortak nitelikler dolayısıyla neredeyse geçilmesi imkansız görünen bir sınav, sağlanması mümkün olmayan bir bütünsellik gibi görünse de öyle değildir. Öfke, tepki gösterilen haksızlık ve zulmün devam edip güçlenmesi için en uygun ortamı sağlar; bunun hangi taraf tarafından sağlandığının ve odaklanıldığının hiçbir önemi yoktur. Korku ve öfkeden doğan bir şeye korku ve öfkeyle cevap vermek, onu barındırdığımıza işarettir ve onu katlayarak büyütmekten başka hiçbir işe yaramaz, ters yöne salınım koşulsuz şefkat ve sevgi gösterebilme frekansımızı aktive edebildiğimiz ölçüde mümkündür. Bu nedenle öfkeli bir insanla sıcağı sıcağına tartışmak hem yersiz, hem sonuçsuz, hem de tehlikelidir. Haksızlık ve zulümlere etki etmek istiyorsak, onlara öfkeyle tepki vermek yerine, onların da belli seçimler ve ihtiyaçlar doğrultusunda var olduklarını, bu nedenle bir şekilde bizim göremediğimiz büyük resimde uygun, gerekli ve ilahi roller olduklarını bilir ve onlara sevgi gönderebilirsek, hem onları hem de kendimizdeki onlarla rezonansa giren, eşleşen parçalarımızı şifalandırabiliriz. İnsan genellikle yapılan ve sanılanın aksine öfkelenmeden de aktif olabilir, gereken cevabı ve eylemi edinebilir ve aslında ancak bu şekilde; dalgalı değil, ancak dingin bir suda yüzerek bir yerlere gidebilir ya da götürebilir. Bu herhangi bir haksızlığı ya da zulmü onaylamak, pasif kalmak, boyun eğmek, öfkeyi görmezden gelmek değildir. Bu; onu farkındalıkla hissettikten sonra dönüştürebilecek tek şey olan sevginin, -egonun duyarlılık ve sempati kılıfları olmaksızın- bilgelikle birleşmesi, böylelikle dengeli birlik ve ilerleme için evrendeki en aktif, güçlü, yoğun ve yüksek şifaya kanal olunmasıdır. Bu, elbette dünden bugüne, zorlamayla yapılabilecek bir şey değil, varlığın “kendini bilmesi” çatısı altında topladığı tüm istek, bilgi, çalışma ve deneyimlerin kendiliğinden OL’uşan bir meyvesidir.

Başka bir yanılgı, bir mit de; “aydınlanmış”, “bilge” kişilerin hiç öfkelenmedikleri, hatta hiçbir duygu hissetmedikleri, ya da hep çok mutlu, hatasız, her şeyi bilir ve yapabilir olduklarıdır. Hayır… Onlar sadece, tüm hisleri derinden, oldukları gibi duyumsarken duyguları üzerinde hakimiyet kurmuş ve onları nasıl dönüştürüp dengeleyeceklerini keşfetmişlerdir. Bunu da türlü yollarla, yanılsamaların rehberliğinde, onları onurlandırarak, düşe kalka öğrenirler. Onlar, mutlulukta hüznü, hüzünde mutluluğu, dünyanın ağırlığıyla bireyselliği, yerlerle gökleri, şeytanla tanrısallığı, sınırlılıkla sonsuzluğu, korkuyla cesaret ve sevgiyi bir arada tekillikten bambaşka bir potansiyelle denge içinde taşıyabilir ve kendilerini bildikleri ölçüde ötekileri bilebilir, muktedir olabilirler. Bu, her birimizin ve tüm kozmosun içindeki yegâne tohumdur. Sadece bugün için öfkelenme! Sadece bugün için; -görünen, seni her şekilde zorlasa da- senin ben, benim de sen olduğunu, her şeyin biz olduğunu, ben, sen olmayan yerde öfkenin de olamayacağını, kaosun bizim erişemediğimiz bir düzeni olduğunu hatırla ve hatırlat. Aynaya her baktığında, aslında neye bakıyor olduğunu bilirsen, varoluşun; aslında öfkesiz, zararsız, çatışmasız, sonsuz dinginlik, barış, uyum, sevgi ve kabulle dolup taşan bir okyanus olduğunu, senin de o okyanustan başka bir şeyde yüzmediğini, yüzemeyeceğini bileceksin. Bildiğinde artık dönüştürebilecek, dönüştürdüğünde de artık bilecek ve hep olduğun şey olacaksın.

Ahu Birlik

1981 baharında Ankara'da doğdum. Çocukluğum ve gençliğim seyahat ve enstantanelerle geçti. İstanbul Bilgi Üniversitesi Film&Tv lisans ve Kültürel İncelemeler yüksek lisans programlarını tamamladıktan sonra hizmet, üretim, reklamcılık gibi sektörlerde farklı görevlerde yer aldım. 2012 yılında içsel yolculuğu beni Reiki Bilinçaltı Terapiler ve Can Hocam İsmail Bülbül'e taşıdı. 2014 yılından beri Bodrum'da yaşıyor, Bodrum Şifa Sanatları Atölyesi Kumbahçe'de yolculuğumuza sevgiyle, şükranla devam ediyorum.

Usui Reiki Master Teacher

Yorum yap

İnternet üzerinden dijital yayın hayatına ilk olarak 2013 yılında başlamış olan Varoluş Dergisi, kısa bir aradan sonra şimdi yeniden okurları ile birlikte. Değerli yazarlarımız, Spiritüalizm, Reiki, Yoga, Astroloji ve Yaşam alanlarında, siz değerli okurlarımız için yazıyor…

Arşivler