Gel, ama direnmeden gel…
Ruhunu önüne al, sağına ya da soluna,
Ama arkana alma… Alma da gölge etme ışığına,
Kendine rağmen gel, her şeye rağmen gel, ama direnmeden gel…
Hepimiz parlayan birer ışığız. Ara sıra yaşadıklarımızla birlikte oluşan kalıplar, blokajlar ve dirençlerle ışığımızı kaybettiğimizi zannederiz. Işık, tüm zihni sabotajlara karşı hiç sönmeden yanmaya devam eder. Kıymetini bilelim diye, kimi zaman nazlanır geri plana çekilir. Canlıdır. Sevgi doludur. Hayat verir, bazen alır. Kendimize gelmemiz için dozunda ayarlar verir, mesajlar verir. Onu anlar ve kabul edersek hemen cevap verir. Koşulsuz şefkatiyle sarmak için hazırdır. Hüzmesi ile bizi sarar ve parlatmaya başlar. Tekrar, tekrar ve tekrardan…
Işığın hikayesine gelin bir göz atalım.
(Hikayeyi okurken aşağıdaki linkteki müziği dinlemenizi tavsiye ederim. Bu müziğin ruhuyla yazdım)
Bir varmış bir yokmuş…
Zamanların birinde güçlü bir savaşçı yaşarmış. O zamanlar nasıl bir zamanlarsa ejderhalar, kelebekler, devler, cüceler mutlu mesut hayatlarını sürdürürlermiş. Savaşçı bir gün rüyasında ışık hüzmesi şeklinde bir ölümsüzlük iksiri olduğunu ve onu bulması gerektiğini görmüş… Uyandığında o kadar heyecanlanmış ve coşkuyla dolmuş ki, içi içine sığmamış… Hemen toparlanıp yola koyulmuş. Dere tepe düz gitmiş… Gitmişşş gitmişş gitmiş… Her yerde aramış iksiri. En derin ormanlarda, korkunç ejderhaların yuvalarında, kimsenin giremediği engebeli vadilerde, deniz kızlarının gizlendiği bakir koylarda, hikayeleri destan olmuş savaşçıların yaşadığı cesur ülkelerde… Bulduğunu sandığı anlarda gözden kaybolmuş ölümsüzlük iksiri ve kılık değiştirip, “Bu da değil, bu da değil” diyen bir oyuncu palyaçoya dönüşmüş… Yorulmuş savaşçı. Çok yorulmuş… Gidilecek her yere dere tepe düz gitmiş ama iksiri bulamamış. Geri dönme vakti geldiğinde geriye dönmeye ne isteği ne de mecali kalmış.
Kahramanımızın fıtratı savaşçılık ya, onca mücadeleden galip gelen savaşçının hayatında aldığı ilk yenilgiymiş bu… Yorgunluktan mecali kalmayan savaşçı, olduğu yerde dizlerinin üstüne çökmüş ve öylece kalmış… O zamanlar nasıl bir zamanlarsa, siz deyin bir güün ben diyeyim üç gün… Olacak olan olur ya hani… Birden, hiç beklemediği bir anda yanındaki su birikintisine yansıyan güneş hüzmesi, savaşçının yüzüne vurmaya başlamış. Savaşçı heybetli ama yorgun bedeniyle birden doğrulmuş olduğu yerden. Su birikintisine yavaşşçaa yaklaşmış ve kendi yansımasıyla karşılaşmış… O anda suyun içinden bir ışık hüzmesi çıkmış yansıyan görüntüsüne doğru… Öyle yoğun bir ışıkmış ki, tüm hücrelerine işlemiş… Işık, savaşçının tüm yaralarını, üzüntülerini, kederini, yenilgisini, yorgunluğunu silmiiiş atmış. Aradığı ölümsüzlük iksirini sonunda bulmuş… Kendi yansımasında…
Savaşçı, o andan itibaren yaşadığı tüm zorlukları ve geçmiş hayatını o ışığa armağan etmiş… Ardından sımsıkı kucaklaşmışlar… Hem de hiç konuşmadan, sessizlik içinde….
Ve yemin etmişler birlikte…
Adını “Sessizlik Yemini” koymuşlar. Siz deyin bir milyon yıııl, ben diyeyim on milyon yıl önce, bir su birikintisinin önünde dev bir kaya, rüzgar ve ağaçlar bu kavuşmaya şahit olmuş…
Eğer siz de bir su birikintisi, bir yansıma görürseniz, bilin ki içinizdeki ışık sizinle kavuşmak ve yeminine ortak etmek için sizi bekliyor olacak.
Sevgilerimle
Yorum yap