Bir yol ayrımının ortasındaydı genç adam. Elinde dünden kalma bayat hayal kırıntıları Yüzündeki hüzne karışmıştı sakalları. Saçları, düşünceleri gibi darmadağın.
Kalbi ile aklı arısındaki savaşta ateş hattında kalmıştı. Üzerine sağanak sağanak yağarken sevdası, o kör bir kurşunla vurulmaktaydı ve kan kaybediyordu umutları.
Gitmekle kalmak arasındaki araftaydı. Gitse geri dönmeyeceğini biliyordu. Asla çıktığı kapıdan girmemiş, tükürdüğünü yalamamıştı. Her şeyin üstünde tuttuğu babadan kalma mirastı gururu. Kimi zaman, kimilerine göre, yersiz bir inat gibi görünsede. Siyah ya da beyazdı onun renkleri. Ya sever ya silerdi.
Geçmişe gömdüğü insanların mezar taşlarıyla doluydu yüreği. Sadece biten sevdalarının değil, yüzüne gülüp sırtından vuran dost sandıklarının, ihanet dersi veren yakınlarının, selaları çoktan okunmuştu gönül mabedinde. Bu yüzden birine güvenmek çok zordu onun için.
Ama bal gözlü kadına güvenmişti, çok seviyordu. Simsiyah saçlarının, her bir teline bağlamıştı dileklerini tek tek. Kalbinden, bu peri kızının kalbine uzayıp giden bir ipek yolu kurmuştu. Kervan kervan aşklar taşımıştı o kalbe. İlk kez bir dudak kıvrımında saklı gülüşle büyülenmişti. Bir çift gözün derinliklerinde ilk kez kaybolmuştu. Yerçekiminin hükmü bitiyordu onun yanındayken. Ayakları yerden kesiliyordu.
Fakat bir gerçek vardı ki; Aşkın, mutluluk ülkesinin başkenti olabilmesi için, bağımsızlığını ilan etmesi ve istilalar karşısında ayakta durabilecek kadar güçlü temelleri olmalıydı.
Adam biliyordu; sağlam temelleri olmayan bu aşk yuvası her an başına yıkılabilirdi. Çatırtılarını çoktandır duyuyor ve hissediyordu. Bir gün göçük altında kalmaya mahkumdu hayalleri. Her şeye rağmen kalmalı mıydı? Zamanı gelince mi düşünmeliydi; kırılan hayallerini alçıya almayı, açılan yaralarını sarmayı? Yaşayıp görmeli miydi sonunu önceden gördüğü filmi? Bu kalış uzadıkça, şuan yanında götürmek istediği hatıraları da kırılıp dökülecek, güzel günlere ait, zihninde kalan resimlere de kara gölgeler düşecekti, farkındaydı.
Gitmek gereken yerde kalmanın, biten bir şeyde ısrar etmenin anlamı yoktu.
Ayakları kapıya doğru yönelmişti bu düşünceler beynini kemirip dururken. Kalbi kalmaktan yanaydı hala, direniyordu. Son bir kez arkasında bıraktığı bal gözlü kadına bakmak istedi. Bir kez baksa o gözlere yine derinliklerine hapsolacaktı ve gidemeyecekti. Buna cesaret edemedi. Boğazına vedalar düğümlenmişti. Yumruğunu sıktı, gözlerini kapatıp. Birden elindeki tesbihin kehribar taşları herbirtarafa dağıldı. Sanki kopan tesbihin ipi değil aradaki kopmaya direnen son bağdı. Önce derin bir nefes, sonra askıda duran ceketini aldı. Tek bir hamlede açtı kapıyı ve ardından kulaklarına çarpan beş harfi hiçe sayarak çıktı.
“Gitme ! “
Gözçukurlarına biriken iki damla yaşı elinin tersiyle sildi. Bu yaşlar ona, yere dağılan kehribarlar kadına ayrılığın son hediyesiydi.
Bu aşk, kalbini sarıp sarmalayan bir koza gibiydi. Acılarla, çaresizliklerle örmüştü. Gözyaşını katmıştı harcına. İlmek ilmek, emek emek dokumuştu içine sıkışıp kaldığı kozasını. Yaşadığı her olay, edindiği her tecrübe yan yana dizerek kendi yolunu çizmesi için gereken yapı taşlarıydı. Ancak bu şekilde ruhu olgunlaşabilirdi ve tekamüle giden en kısa yoldu aşk.
Onun, tırtıldan kelebeğe dönüşmesi için yaşaması gereken bir süreçti bu. Artık değişime hazırdı, sancılı bir doğum başlamalıydı. İçine dönüp baktı. Örselenmiş ruhu ve yıpranmış bedeni bu dönüşüme hazırdı. Ve bu evreyi tek başına tamamlaması gerektiğini aksi taktirde asla uçamayacağını fark etmişti. Mavi gökyüzüne kanat çırpmanın, hayatın farklı renkleriyle tanışmanın heyecanını hissediyordu kalbinde ve kanatlarında. Vakit tamamdı. Tırtılın yolun sonu dediğine, Allah kelebek derdi.
Peki sen hazır mısın kozandan çıkmaya?
Yorum yap