Denge… Hassas bir terazinin iki kefesi değildir denge, muazzam evrensel yasalar ve nizamdır; sonsuz bir ritim ve döngüdür ve varoluşun özünü oluşturur.
Güneş ile Dünya’nın arasındaki mesafe tam olarak 149.597.870, 696 km. Nasa’nın ortalamasıyla 149.600.000 km. ve bu yaşam için tam ideal.
Tüm Güneş sisteminde Dünya tam olarak “yaşanabilir bölgede” bulunur. [1] Çünkü sıvı halde su bulunur ve bu da yaşam demektir. Bir gezegenin böylesi bir yaşam için sıvı su bulunmasının önemli bir koşulu var. Öncelikle gezegenin kütlesi çok önemli. Kütlesi atmosfer kompozisyonunu belirtmektedir. Çünkü hangi atomların gezegende tutulacağını, hangilerinin evrenin ıssızlığında kaybolacağını belirler yer çekimi. Gezegen ne çok büyük ne çok küçük olmalı. Çok büyük olması demek, çok daha fazla yer çekimi demek. Diğer gazların yanı sıra helyum ve hidrojeni toplayabilir ki bu da metan ve amonyaktan oluşan bir atmosfer demektir. Böylelikle devasa bir gaz yığını ile kaplı olabilir, aynı Jüpiter ve Satürn gibi. Eğer ki çok küçük olursa, yer çekimi düşük olacaktır, üzerinde atmosferi tutamayacaktır aynı Mars gibi. Ayrıca böylesi bir atmosferi tutamaması suyu engellemenin yanı sıra aynı Merkür’de olduğu gibi Gamma ve Ultraviyole gibi Güneş ışığı radyasyonlarına maruz kalacaktır ve bu hassas denge sıvı suyun varlığı için önemli koşullardan sadece biridir.
Sıvı suyun yanı sıra Dünya’da yaşamın olabilmesinin başka sebepleri de var.
Bir diğer yaşamın olmasının sebebi ise iklimdir. Volkanik patlamalarla sürekli olarak yenilenen, karbondioksit miktarının gezegenin atmosferinde olması önemlidir. Haliyle gezegenin sıcaklığı belli bir derece kalır.
Tüm gezegenler Güneş’ten ışığı alır ama hiçbir gezegende Güneş bu denli faydalı bir şekilde kullanılamamıştır. Ağaçlar ve bitkiler fotosentez ile oksijen kullanırlar. Haliyle onların büyümesi için de Güneş’e ihtiyaç vardır. Işık en önemli faktörlerden biridir.
Dünya’nın yeri tehlikelerden uzaktadır. Güneş sistemi rahat bir yerde bulunur. Haliyle Güneş sisteminin bulunduğu konum da yaşamın olmasının bir diğer avantajı. Bu açıdan Güneş sisteminin samanyolu galaksisinde doğru yerde bulunduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca samanyolu galaksisinin daha sabit bir döngüsünün olması bile önemli bir faktördür.
Güneşimiz sabit ve istikrarlıdır. Haliyle yaşamın olması için yeterli sıcaklığı vermektedir. Ciddi patlamalar yaratmaz. Ve yaşamın olması için yeterli süre varlığını sürdürmüş ve sürdürmektedir. Bir çok yıldız, yaşamın var olmasına imkan olmayacak denli kısa varlığını sürdürür.
Dünya’da Dinamik bir çekirdeğin oluşu da önemli bir faktördür. Dinamik çekirdeğin ürettiği manyetik alan güneş patlamalarından veya dışarıdan gelen ışınlardan Dünya’yı korumaktadır. Ayrıca ozon tabakasının varlığı da yine koruyucudur. Atmosfer bu açıdan çok önemlidir.
Ve elbette yeterli büyüklükteki Ayımız sayesinde Dünya’nın eksensel yalpalamayı stabilize etmesi önemlidir. Dünya Güneş’e göre eğiktir ve döndükçe sendeler ve eğer ayın dengeleyici çekişi olmasaydı bu daha fazla olabilirdi.
“Dünya o kadar ilahi bir şekilde organize edilmiştir ki her birimiz kendi yerimizde ve zamanımızda, diğer her şeyle denge halindeyizdir.” der Goethe.
YANİ yaşamın var olması için muazzam bir denge silsilesi var… Samanyolu galaksisinden, Güneş sistemine, Güneş’in yaşından, Dünya’nın atmosferine, konumuna, içeriğine kadar birçok ince ve hassas dengenin sonucudur yaşam. Denge bu yüzden hayat demek ve hayatın devamı demektir. Dünya’nın mesafesi farklı olsaydı, Ay’ın büyüklüğü değişseydi, atmosferdeki gaz oranları ya da gezegenin kütlesi olduğundan az ya da çok olsaydı şu anda yaşam var olmayacaktı.
Aynı ritim ve denge vücutta da vardır. Nefes alışverişi, kalbin atışı, biyolojik ritimler bedenin yaşamının göstergesidir. Eğer bu biyolojik ritimlerde bir bozukluk olursa tüm dengenin bozulduğunu ve sıkıntıların baş gösterdiğini fark ederiz. Aynı şekilde Mevsimlerde de muhteşem bir döngü vardır. Mevsimlerin, Güneş’in, Ay’ın döngüsü doğanın döngüsüdür ve bu döngü aksarsa o dengesizlik doğaya zarar verir.
Haliyle denge muazzam bir ritim ve döngü içerir ve bunun bozulması kaos demektir.
Hayatta da kendi dengemiz çok önemli. Bedenimizin, zihnimizin, duygularımızın ve ruhumuzun bir döngüsü vardır. Sağlıklı olmak bu noktada normal ve olağan olandır. Lakin bu keşfediş süreci içinde denge bozulursa, ritim aksarsa “hastalık” dediğimiz şey meydana gelir. Bir hormon fazla çalışırsa, bir organ yetersiz işlev gösterirse, bir duygumuz gereğinden fazla çok yoğun ya da bir düşünce tüm zihni kaplayacak şekilde takıntı olduysa bir sorun olduğunu anlarız. Yoğun iç veya dış kaynaklı stres, fazla teknoloji veya tükettiklerimiz de bizim ritmimizi bozan şeylerdir.
İşte Reiki’nin temel olarak şifa gücü “denge” getirmesinden dolayıdır. Denge geldiğinde şifa da kendiliğinden geliverir.
Reiki, bütün evrenin ışığını, tüm varoluşun “ritmini” ve yaratılışın müziğini taşıyan bir enerji olduğu için kişiyi kendi bedeniyle, doğayla, Dünya ile ve Evren ile uyuma getirir. Bu uyum, doğru ritimde olmak, döngüselliğin sağlıklı ilerlemesi ve elbette dengeli olma halidir. İşte bu da beraberinde bedensel, duygusal, zihinsel şifa getirir. Tao Te Ching’de Lao Tzu şöyle der:
“Tao (Yaratıcı) mükemmeldir.
Evren mükemmeldir.
Dünya mükemmeldir.
İnsan mükemmeldir.
Bunlar dört mükemmel güçtür.
İnsan dünyayı (doğayı) izler, Dünya (Doğa) evreni izler.
Evren Tao’yu (Yaratıcıyı) izler.
Tao sadece kendisini izler.”
Yani insan Reiki ile uyumlu olduğunda; Doğa ile, Evren ile, her şeyi Yaratan’ın muazzam ışığıyla ve tabi ki sonuçta “kendi doğasıyla” uyumlu olur.
En basit haliyle “Çakra Dengeleme” yaptığınızda, tüm çakralarınızı dengelerken, tüm organlarınızı ve çakralarınızın temsil ettiği tüm duygu ve davranış modellerinizi de dengeye getirirsiniz. Elbette tüm bedeninize Reiki yaparken vücudunuzun titreşimi Doğa ve Evren’in titreşimi ile uyumlu hale gelir.
İnsani olarak hiçbir duygu kötü değildir, lakin bir duygu bir diğerinden baskınsa bu hayatınız için rahatsız edici olabilir. Örneğin çok sık öfkeleniyorsanız veya çok kırılgan olmaya başladıysanız ya da hüzün hayatınızın vazgeçilmesi olmuşsa, küçük bir sıkıntı var demektir. İşte Reiki bu duyguların köklerine inmenizi, hayatın hangi noktasında dengenin bozulduğunu bulmanızı ve onu düzeltmenizi sağlayacaktır. Bu noktada birçok hastalığın şifasına yardımcı olur çünkü “dengeyi” getirir.
Bu konuyla ilgili fareler üzerinde Reiki ile yapılan çarpıcı bir bilimsel deney mevcut. [2]
Bu deneyde anestezi altında 3 fareye kan basıncı ve kalp atış hızını ölçen sensörler küçük radyo vericisi olarak karınlarına yerleştirilmiş. “Beyaz ses” denen gürültü diyebileceğimiz rahatsız bir sese 15 dakika boyunca maruz bırakılmışlar ve haliyle kan basıncı ve kalp atış hızı ciddi anlamda işitsel stres sebebiyle artmış ve sonra da düşmüş. Ses verilmesi çok doğal çünkü ben de İl Kontrol Müdürlüğü’nde staj yaparken fare deneyleri orada yer alırdı. Fareler sese karşı çok duyarlı olduğundan dolayı her daim onlara klasik müzik dinletirdik bir radyodan. 🙂 Yoksa hemen stres olur ve titremeye başlarlardı.
Bu üç fareye sesten önce veya sesten sonra arada Reiki ve “sahte” Reiki verildiğinde bir etki olacak mı? Sorusunu merakla sormuşlar. Böylelikle ilk üç gün boyunca ses dinletilerek ölçümler alınmış ve sonraki beş gün boyunca Reiki ve sahte Reiki yapılacağı şekilde deney dizayn edilmiş.
Farelerin yanında herhangi bir şey implant edilmemiş arkadaş olarak fare de konmuş. Onlar kaçmak ya da farelerle iletişim kurma konusunda özgür bırakılmışlar ve sürekli temiz gıda ve suları da ihmal edilmemiş. Deneme boyunca Reiki şifacıları ve şifa ile ilgili hiçbir şey bilmeyen sahte Reiki uygulayıcıları ellerini 4 fit (Yaklaşık 121 cm) uzaklıktan kafese tutmuşlar.
Sonuçlar oldukça ilginç. Sahte Reiki’nin kan basıncı ya da kalp hızında hiçbir etkisi olmadığı gözlemlenmiş. Ses öncesi sessizlik sürecinde Reiki verildiğinde sürekli olarak onların normal kalp hızı aktiviteleri düşmüş ama onların normal kan basınçlarının etkilenmediği anlaşılmış ve kalp hızı sadece ses ile yapılan stres sürecinde çok hafif yükseldiği anlaşılmış.
Eğer Reiki sesten sonra uygulanırsa kalp hızının strese bağlı artışının azaldığını lakin tam olarak ses öncesi seviyeye düşmediği anlaşılmış. Lakin Reiki ses öncesi dönemde uygulanmaya başladıysa ve sesin verildiği süreçte uygulanmaya devam ettiyse kalp atış hızları normal kalp hızının altında kaldığı (yani ne yükseldiği ne normale geldiği hatta biraz daha düşükte kaldığı) anlaşılmış. Kan basıncındaki artış ise etkilenmemiş.
Yani sürekli Reiki yapmak fareyi tüm dış stres unsurlarına rağmen “dengeli” ve “huzurlu” tutmuş.
Ve araştırmacılar Reiki, kalp hızının stres ya da stres olmayan zamanlarda hayvanlarda düşürdüğü ve kalp homeostasisini teşvik ettiği, böylece kalp fonksiyonunu optimize ettiği sonucuna varmışlar. Kan basıncında değişme olmaması da yüksek sesi dengelemesi sebebiyle sağlıklı olduğunu da vurgulamak gerekiyor. Yani Reiki dokunmaması gereken değere (iç dengeyi bozmamak adına) dokunmuyor ve değiştirmesi gereken değeri (iç dengeyi sağlamak adına) değiştiriyor.
Haliyle “stres azaltıcı” olarak ve “kalp homestasisi” için Reiki’inin insanlarda kullanılabileceği sonucuna varılmış. Homeostasis ise bir tür denge halidir, vücudun kendi sistemini koruma durumudur.
Bu bilimsel deney, nasıl vücudu dengeye getirdiği, en dengesiz durumda bile (dışarıdan ses verilirken), Reiki yapmanın dengede tuttuğunu göstermektedir…
Hayat bu deneyin büyük ölçeğidir. Yaşam muhteşem güzelliktedir lakin inişleri ve çıkışları vardır. Koştuğumuz, kahkaha attığımız güldüğümüz zamanlar kadar, ağladığımız, düştüğümüz, canımızın yandığı anları da içerir. Bunlar her daim bizim “kontrolümüzde” değildir. Hepsi güzel ve hepsi yaşamın parçalarıdır. Önemli olan düşmek ya da koşmak değil, her noktada yasımızı yaşarken, üzülürken ve gülerken de her anda dengede kalabilmek ve hayatın birer parçası olduğunu anlayacak “farkındalıkta” olmaktır. Yaşamın tüm getirdikleri acısıyla, tatlısıyla güzeldir keza yaşam böyledir.
İşte Reiki, ucuz kişisel gelişim kitaplarının tasavvur ettiği “cennetvari” bir yaşamı sunmayacaktır. Çünkü yaşam öyle değildir, yaşam bütüncüldür ve bu iniş çıkışlarda “kim olduğumuzu” keşfederiz. Mutlak durağanlık keşifsizlik halidir. Ancak dalgalı denizlere yelken açarak kendimizi keşfe çıkabiliriz yani hayatı sonuna kadar yaşayarak; yaşama cesareti ile.… Serin esintileriyle ve sert rüzgarlarıyla, haşin dalgalarıyla ve naif akışıyla güzeldir yaşam. Bu noktada Reiki bizi her daim gitmemiz, keşfetmemiz gereken rotada tutan rehberdir. Reiki, yaşamı “olduğu” gibi kabul etmemizi sağlayacak ve bizi dengede tutarak yaşamı olduğu gibi kucaklamamıza vesile olacaktır. Öfkelenmemizi engellemeyecek lakin öfkemizi kabul etmemizi ve o öfkeyle tüm günümüzü mahvetmememizi sağlayacaktır. Öfkelenip, tepkimizi verip, sonra yolumuza devam ederek anda yaşamamızı sağlayacaktır. Üzüntüleri sihirli değnek gibi ortadan kaldırmayacak, o üzüntüleri ve yasları sonuna kadar yaşarken duygular içinde boğulmamamızı sağlayacak bir can simidi olacaktır. Hayatımızdaki kasırgaları yok etmeyecektir, o kasırgalar arasında sıcacık bir yuva gibi sığınağımız olacaktır.
Bu da zaten şifanın ta kendisidir; yaşamı korkmadan, özgürce, tüm halleriyle yaşamak.
Not: 1. Bilimsel açıdan yaşam olması için gerekli koşullarla ilgili bilgiler “Nasa”, “National Geographic” ve “Astronomy Science and News” sitelerinden alınmıştır.
- Charman, R. (2009). A Review of Baldwin A.L., Wagers C., and Schwartz G.E. (2008). Reiki Improves Heart Rate Homeostasis in Laboratory Rats. The Journal of Alternative and Complementary Medicine. Vol 14(3): 417-422.
Yorum yap