Varoluş Dergisi

MUTLULUK TUZAĞI

‘Hayır’ demeyi becerebiliyor musun sevgili okur?

Bu büyük beceriyi layıkıyla yerine getirebilen, kendini bulmaya yaklaşmış bu grupta olabilme ihtimalin nedir sence?

Neden ‘hayır’ diyemiyoruz?

Sonrasında ‘hayır’ diyemediğimiz için üstüne üstlük neden kendimize daha da çok kızıp haksızlık ediyoruz?

Oysaki düsturumuz ‘Her şeyden önce kendini sev; sev ki büyük akışın içerisinde var olabilesin.’ değil miydi?

***

Çok sevdiğimiz ya da karşı gelemeyeceğimizi düşündüğümüz insanları kıramayıp istediklerini yaparız;

Hiç istememize rağmen eşimizin/ailemizin arkadaşlarıyla buluşup onlarla zaman geçiririz. -Hem de zaman, bir insana verilebilecek en değerli hediyeyken bunu yaparız.- İyi bir eş/evlat böyle yapmalıdır çünkü.

Amirimizin mesai bitimine yakın gönderdiği yeni toplantı talebini nefret ede ede onaylarız. Çünkü hem işimizden olmak istemeyiz hem de iyi bir çalışan olduğumuzu göstermemiz gerekir.

Çok üzgün olmamıza rağmen mızmızlanan çocuğumuzu gıdıklayıp onu keyiflendirmeye çalışırız, çünkü iyi ebeveynler öyle yapar, eğer çocuk mutsuzsa kötü anne-baba olmak an meselesidir(!).

Diyelim ki yapmadık, o zaman da suçluluk duygusu kırbacını sallamaya başlar. Salladığı kırbaç sevilme ihtiyacını örseler. Sevilmek istediğimiz için insanlara sınır koyamayız, sınır koyamadığımız için de “hayır” diyemeyiz.

Yukarıdaki örneklerden bazılarında ‘hayır’ dediğimizde olası sonuçlar şu şekilde olabilir;

“Onlar seni çok seviyor ama neden hayır deyip çıkıntılık yapıyorsun? Ne var sanki biraz uyumlu olsan? Bazen gerçekten de seni tanıyamıyorum. Hiç yakıştıramadım sana bu söylediklerini. Şu an gerçekten de mutsuz ettin beni.”

“Ben ŞİMDİ oynamak istiyorum işte! Ne demek hayır oynayamam. Kötü bir anne/babasın sen işte! Sevmeyeceğim artık seni. Beni hep mutsuz ediyorsun.”

***

Zamanla;

Sevilme İhtiyacı – Suçluluk Duygusu – “Hayır” Diyememe döngüsünün şiddeti artmaya başlar.

Farkında olmadan içine çekildiğimiz bu mutluluk tuzağı artık yaşam kalitemizi belirli şekilde düşürmeye başlar, fiziksel ve ruhsal mücadelemize bir de hastalıklar eklenebilir.

Peki ne yapmalı sevgili okur?

Her şeyden önce kendimizi sevmeyi öğrendiğimizde; gerçek sevginin dışa değil de içe bağlı olduğunu fark ettiğimiz o an özgürleşmenin ilk adımını atmış oluruz. Artık mutluluk tuzağına daha fazla düşmek istemediğimizin farkına varırız. Kendi mutluluğumuzu çevremizdekileri mutlu etme ile sınırlandırmamak gerektiğini anlamak ise bizi  bir adım daha özgürlüğe yaklaştırır.

Biz özgürleştiğimizde çevremizdekileri de özgürleştiririz aslında. Çünkü sınır koyduğumuz zaman karşı taraf da kabul edilebilir ve uygun davranışları öğrenmeye başlar. Öğrendikleriyle bir farkındalık oluşur ve farkında olmadan sadece ‘iyiliğimiz için’ ya da bencillikten yaptığı davranışların kökenini sorgular. Böylece kendi mutluluk tuzağından kurtulur. ( Eğer ki çevrenizdekiler özgürleşmek yerine sizden uzaklaşıyorsa; Tebrikler! Doğru mesafeyi bulmuşsunuz demektir. 🙂

Oğuz Atay*’ın Tutunamayanlar’da dediği gibi;

“Başkalarına söyleyecek bir sözüm olabilmesi için önce kendime söz geçirmem gerektiğine inanıyorum. Bana bugün ‘Ne yapmalı?’ diye soracak olurlarsa; ancak ‘Önce kendini düzeltmelisin.’ diyebilirim. Bir temel ilkeden yola çıkmak gerekirse, bu temel ilke ancak şu olabilir;

Kendini çözemeyen kişi, kendi dışında hiçbir sorunu da çözemez.”

Sevgiyle kal canım okur.

*: https://tr.wikipedia.org/wiki/Oğuz_Atay

İmren Yıldırım Yılmaz

İmren Yıldırım Yılmaz

1987 yılında doğdu. Öğrenmeyi ve öğretmeyi seven bir Matematik Öğretmeni. Deniz’in ve Güneş’in annesi. ‘Bir çocuk değişir dünya değişir.’ diye düşünenlerdendir, bunu başarmaya çalışır bir öğretmen ve anne olarak. Reiki 3B (Master Teacher) aşamasındadır, kendini kendinde aramaya devam etmektedir.

Yorum yap

İnternet üzerinden dijital yayın hayatına ilk olarak 2013 yılında başlamış olan Varoluş Dergisi, kısa bir aradan sonra şimdi yeniden okurları ile birlikte. Değerli yazarlarımız, Spiritüalizm, Reiki, Yoga, Astroloji ve Yaşam alanlarında, siz değerli okurlarımız için yazıyor…

Arşivler