Varoluş Dergisi

GEORGE DANTZİG VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Geçenlerde bir matematik dersine girdim. Konu eniyileme (optimizasyon). Dikkatimin dağınık olduğu bir an, hocanın söylediği bir şey gözlerimi açtı: “Biliyorsunuzdur belki hikayesini, George Dantzig o zamanlar Berkeley’de öğrenci, bir gün derse geç giriyor, tahtanın köşesinde yazan iki soruyu ödev sanıp çözüyor…” Meğer hoca tahtaya o iki soruyu yazarken, istatistikte henüz çözülememiş problemler diye yazmış. Çözümlerden biri şimdi doğrusal programlama adıyla bilinen ünlü yöntem, işte böyle ilginç bir hikaye ile doğuyor.

Şimdi burada bir an için hikayenin geçtiği yerin Berkeley olduğu gerçeğini göz ardı edelim (“Berkeley’de öğrenciymiş, o çözmeyecek de ben mi çözeceğim, haha” demeyelim). Bu hikayede dikkatimi en çok çeken kısım: “… ödev sanıp …” Bu faktörün hikayedeki rolünü tam olarak asla bilemeyeceğiz. Misal, George Dantzig belki o denli hırslı bir öğrenciydi ki, derse zamanında gelse idi ve hocanın problemleri tahtaya “henüz çözülememiş problemler” olarak yazdığına tanık olsa idi, iki – üç kat kamçılanıp, daha kısa sürede çözüp getirecekti (hocaya çözümü verirken ödevi biraz geç teslim ettiğini düşünüyormuş, wiki’de öyle yazıyor). Buna rağmen, ben duyar duymaz, hikayedeki ödev sanma faktörünü şu yönde yorumladım: “Ödev sandığı için” çözebildi (zeka faktörünü yukarıda bir kenara bırakmıştık). Kendisine sonradan sorulduğunda, “Evet, soruları normalden biraz daha zor bulmuştum” demiş. Çözülememiş problemler olduğunu bilse idi, belki de çözemeyecekti. Ne olurdu mesela, baştan hiç uğraşmayabilirdi, biraz uğraşıp “Eh, zaten kimse çözememiş” deyip bırakabilirdi, ya da kafasına takıp gece gündüz uğraşabilirdi ama “çözülememiş problemlerle uğraştığını” bilerek. Belki sonunda aynı çözümlere varıp, tarihe yine geçerdi, ama kabul edelim, bu hikaye bu haliyle çok ilham verici.

Bu arada, aynı George Dantzig, tez aşamasına geldiğinde, ne yapacağım diye kara kara düşünürken, aynı hoca (çünkü aynı zamanda George Dantzig’in tez danışmanıymış), bu çözdüğü iki problemi bir ciltte toplarsa tez olarak kabul edeceğini söylüyor. Bakar mısınız, bu iki problem o kadar önemli problemler ve George Dantzig bu iki problemi pazarlık konusu yapmayı aklına bile getirmeyecek kadar doğal bir merakla çözmüş, ve kara kara düşündüğü derdine mucize gibi bir derman bahşedilecek kadar kalbi temiz bir insan ve Allah’tan hocası “Ben anlamam, tez tezdir, bul bir şeyler” demeyecek kadar komplekssiz bir hoca. Zaten meğer bu hikaye, olumlu bakış açısının gücü konusunda örnek bir hikaye imiş.

Şimdi moda oldu, biri bir ortamda bir kaygısını dile getirse hemen üzerine üç beş kişi atlıyor. “Tamam tamam olumsuz düşünme tötötö iptal iptal”. Olumlu düşüncenin gücü ve çekim yasası gibi şeyleri iyi anlayamamak bizi gitti yanlış bir köşeye sıkıştırdı. Genel olarak, olumlu düşünen insanların hem daha mutlu, hem de daha şanslı olduğunu kabul ediyorum, bunda bir sıkıntı yok. Bünyemizin frekansı ne ise o frekanstaki olay ve kişileri hayatımıza çektiğimizi de kabul ediyorum (zaten bir önceki ile aynı şey de, farklı söylenmişi), bunda da bir sıkıntı yok. Sıkıntı, mekanizmayı sondan başa doğru çalıştırmaya kalktığımızda çıkıyor. Mekanizma aslında şöyle çalışıyor: Olumlu düşünmek olumlu şeyleri çeker. Şöyle çalışmıyor: Olumlu şeyleri çekmek için olumlu düşünmeliyim. Aradaki fark, birincisi kendiliğinden, ikincisi zorlama. Birincisi gerçekten olumlu düşünmek, ikincisi aslında kaygı. Birincisi sistemden bir şeyleri atmakla ilgili, ikincisi sisteme bir şeyleri yüklemekle. Birincisi sadeleşerek olur, ikincisi takıp takıştırarak. Birincisi masumiyet demek, ikincisi kurnazlık. Velhasıl, birincisi temiz kalp, ikincisi hesap-kitap.

Hepimizin başına gelmiştir. Bazen bir mutlu olayı yaşarken, veya yaşadıktan sonra, fark ederiz ki geçmişte bir zaman kurduğumuz bir hayalin neredeyse aynısı. Geçmişte belki o anki koşullara “rağmen” o hayali kurmuştuk, belki o şey o an için hayal etmesi bile zor bir şeydi, belki hepi topu yirmi saniye süren bir hayaldi, ama işte gerçekleşti. Neden? Çünkü geçmişteki o anda, o hayalin gerçekleşmesinin mümkün göründüğü bir boşluk içindeydik.“Boş bulunup istedim, oldu” gibi bir şey. Bizim tarafımızdan bir direnç yoktu. Tertemizdik.

Öyleyse, aslında yapmam gereken, kendi en iyi halimin önündeki engelleri bir bir ortadan kaldırmak. Kurduğum cümlelerin içindeki olumsuzluğu fark edip, temelindeki çarpık yargıyı düzeltmek için bilinçli çaba göstermek. Gönlüme düşen bir dileğin, benzeri benim bildiğim dünyada yok diye gerçekleşmeyeceği yanılgısına tüm gücümle karşı koymak. Her yerde, olumsuz inancıma ters bir güzelliğin ispatı bir örnek aramak ve bulunca bir olumsuz inancın daha üstünü çizmek. “Nasıl olacak, mümkün değil”leri, “Neden olmasın”larla değiştirmek. Her an her durumda sevgiyi seçmek, kabullenmek ve şükretmek. Böyle böyle temizlenecek ve dileklerin gerçek olduğu boşluğa yaklaşacağız. Belki o boşluğun tam ortasında, dilek ve nasip aynı şeydir.

Yorum yap

İnternet üzerinden dijital yayın hayatına ilk olarak 2013 yılında başlamış olan Varoluş Dergisi, kısa bir aradan sonra şimdi yeniden okurları ile birlikte. Değerli yazarlarımız, Spiritüalizm, Reiki, Yoga, Astroloji ve Yaşam alanlarında, siz değerli okurlarımız için yazıyor…

Arşivler