Evrenin milyonlarca yıllık yaşam döngülerinde canlı ve cansız varlıklar olarak birbirinin içine girmiş zaman çarkının birer dişlileri gibiyiz. Kelebek etkisi teorisi misali. Hiç duymadığımız çığlıklar belki tırmanmaya çalıştığımız dağı yerle bir etti ya da yüz yıllar önce zihinde tasarlananlar şimdi makro düzeyde kehanetler olarak gerçekleşmekte.
Bilinen tarih öncesinde ve sonrasında seller, depremler, salgınlar var ola gelmiştir. Belki Mayaların hesap ettiği döngülerdendir, belki Atlantis’in batışına zemin hazırlayan teknolojik ve sosyal nedenlerdir. Belki tüm dünyayı yöneten; bilge, teknolojik olarak tahminlerin ötesinde bir üst akıl mevcuttur. Ya da gerçekten dünyamız boyut değiştiriyor olabilir. Evet, varsayımda bulunmak bize kazandırmayacağı gibi enerjimizi ve zamanımızı çalacaktır. Asıl önemli olan; görmemiz gerekeni göremeyip yapmamız gerekeni yapamayacak hale gelmemizdir.
Şuanda yaşadığımız durum her ne ise, hepimizin bireysel ve toplumsal olarak yapabileceklerimiz vardır şüphesiz. Öncelikle birlik bilincini öğrenmemiz… Birimizin ya da sevdiğimizin hayatta kalmasının başkasına bağlı olduğunu ve sadece evimizde kalarak hatta içsel yolculuk yaparak bu gerçekliğe ulaşabileceğimizdi. Diğeri ise bireysel sağ kalım için çabalarımız… Olabilecek en kötüyü düşünüp olumsuza odaklanmak yerine sakince mucizeler için zemin hazırlamaktır.
Ruh-zihin- beden üçlüsünde dengede olmak, bireysel sağlığı, toplumsal ve sonrasında evrensel dengeyi oluşturacaktır. Bu nedenle işe kendimizden başlamalıyız. Ruhumuzun ilacı sevgi, yolu ise meditasyondur. Ya zihnimizin? Kabul etmek, affetmek ve bırakmak..Yargılamayı, öfkeyi, nefreti..
Nikola Tesla’nın dediği gibi, “Nefretiniz elektriğe dönüştürülebilseydi, bütün dünyayı aydınlatmaya yeterdi.”
İçimizdeki tanrının tapınağı olan bedenimizin dilini anlarsak evrenin şifresini de çözebileceğimizin kanısındayım. Sağlıklı ve genç bir bedenin sırlarını merak ediyor musunuz?
Bunlardan ilki; Beden ve zihin için yedi–sekiz saatlik uykunun gerekli olduğu ve bu şekilde rüya döngüsünün tamamlanıp rüyalarımızı bilinçli yönlendirerek, günlük hayatımızı değiştirebileceğimizdir.
İkincisi; Egzersiz. Birçok hastalıktan korunma ve tedavide etkili farmakolojik olmayan bir tedavi yöntemidir ve immün sistem ile ilişkili olan bağırsak mikrobiyotasında bile olumlu değişikliklere neden olur. Banyo öncesi günde 20 -30 dakikalık bir egzersiz yeterli olacaktır.
Benim,’Tibetin Beş Egzersizi’ni (Tibetin Gençlik Pınarı) yapıyor olmam gençlik sırlarımdan biridir. Ayrıca nefse hakim olabilmek, sigarayı tamamen bırakıp alkol ve şekeri minimalize etmek, yaşam pınarından kana kana su içebilmenin keyfinde olmak önemlidir.
Üçüncüsü de tabiatın bize sunduğu eşsiz besinleri nasıl ve ne şekilde aldığımızdır.
Yemek yerken olumlu, mutlu, duygu durumunun, besinin uygun sindirimini artırdığı; gergin öfkeli zamanlarda ise uygun sindirimi engellediği bilinmektedir.
Bir lokmayı ağzınıza aldığınızda sakince çiğneyin. Onun tadına yoğunlaşın. Yutmadan önce neler olduğunu duyumsayın… Alelacele yediğinizden farklı bir tat olduğunu göreceksiniz. Böylece daha az gıda alıp daha iyi emilim sağlanacaktır.
“Ömrünü uzatmak istiyorsan yediğin yemekleri azalt.” der, Benjamin Franklin.
Mümkün olduğunca çeşitleri azaltmak gerektiği, bazı kombinasyonlarında asla olmaması gerektiği vurgulanıyor. Örneğin, turunçgillerin suyu ile sütü, nişastalı yiyeceklerle eti; aynı öğünde tüketmemeyi, kahvemize krema veya süt eklememeyi öneriyorlar.
Daha az kırmızı et (mümkünse kuzu eti) daha çok balık (haftada 1 ya da 2 öğün) olmalıdır. Günde bir öğünün sadece sebzelerden oluşması; öğlen çiğ olarak akşam yemeği de pişmiş sebzelerden olması şeklinde önerilmektedir. Eğer ek vitaminler alınıyorsa, bunlar düzenli alınmamalı. Çünkü vücudumuzun, dışarıdan alınan besinleri kullanma ve sentez fonksiyonları bozulabilmektedir. Ancak eksiklik söz konusu ise hekim tavsiyesi dahilinde olmalıdır. Kızarmış patates vb. en istenmeyecek yiyeceklerdir.
Son olarak; bu günlerde önemi ön plana çıkan bağışıklık (immün) sistemimizi güçlendiren besinleri sizler için konuya ekledim.
(*) “İmmün sistem, konakçıyı dış dünyadan korumak amacıyla evrim boyunca gelişen bir sistemdir. Patojenlere, allerjenlere ve toksik maddelere karşı reaksiyon vererek zararsız hale getirilmelerini veya yok edilmelerini sağlar.
(*) “İmmünonütrisyonda; Glutamin, Yağ asitleri (Omega 3 / Omega 6), Antioksidanlar (Vit E, Vit C, Vit A, Folik Asit) Betaglukanlar, Eser elementler (Çinko, Selenyum, Demir) içeren besinlerin yeterli alımı önemlidir.”
GLUTAMİN; En fazla hayvansal gıdalarda; Tavuk, Hindi, Sığır eti ve Balıktır. Baklagiller, tüm Fasülye çeşitleri, Maydanoz, Lahana, Pancar, Buğday, Buğday çimi ve Ispanak gibi sebzeler de glutamin için kaynaktır.
YAĞ ASİTLERİ; Omega 3 yağ asitleri; olmazsa olmazlardandır. Somon balığı, Ton balığı, Ceviz, Fındık, Buğday, Semizotu, Ispanak ve Brokolide bulunur.
Omega 6 esas olarak Keten tohumu, Soya fasülyesi, Kanola, Fındık, Ceviz ve Tohumlar gibi bitki kaynaklarında bulunur. Zeytinyağı ve Tereyağı da diyette mutlaka olmalıdır.
Antioksidanlar, vitaminler, taze meyve ve sebzelerde oldukça zengin miktarda bulunur.
A VİTAMİNİ: Lahana, Havuç, Ispanak, Kuru kayısı, Kavun, Brokoli gibi turuncu ve yeşil bitkilerde, Balkabağı, Tatlı patates, ayrıca, Tereyağı, Yumurta, Somon, Peynir gibi hayvansal gıdalarda bulunur.
C VİTAMİNİ: Kuşburnu, Yeşil-Kırmızı Biber, Brokoli, Lahana, Brüksel lahanası, Karnabahar, Kivi, Portakal, Üzüm
E VİTAMİNİ: Kuruyemişler, Bitkisel yağlar, Ispanak, Lahana, Brokoli, Balkabağı, Kereviz ve yeşil sebzeler, Balıklar, Muz, kivi, Avokado, Mango gibi meyveler, Domates, Patates.
D VİTAMİNİ: Güneş ışığı ile dönüşümü sağlanır. Süt, Ayran, Kefir, Peynir ve Yoğurt, Tereyağı Ton balığı, Somon, Uskumru, İstiridye, Karaciğer, Yumurta
FOLİK ASİD: Yumurta, Baklagiller, Kuşkonmaz, Buğday tohumu, Muz, Avokado,
Yeşil yapraklı sebzeler, Pancar, Turunçgiller, Brüksel lahanası, Brokoli.
ÇİNKO: Hindi, Kuru baklagiller, Deniz ürünleri, Kabak çekirdeği, Fındık, Ceviz
SELENYUM: Deniz ürünleri, Sığır eti, Hindi, Yumurta, Tahıllar, Susam, Mantar, Sarımsak, Ispanak, Ay çekirdeği, Muz
DEMİR: Kırmızı et, Yumurta, Kuru baklagiller, Tahıllar, Kuru meyveler, Pekmez.
(*) “BETAGLUKANLAR: Doğal mayalanmış ekmek, Tam tahıllar, Yulaf, Mantar, Hurma
PREBİYOTİKLER: Muz, Elma, Çilekler, Üzüm, Hindiba, Enginar, Kuşkonmaz, Kereviz, Soğan, Sarımsak, Pırasa, Domates, Yer elması, Kuru baklagiller, Tam tahıllar, Yağlı tohumlar, Badem, Ceviz
PROBİYOTİKLER: Fermente süt ürünleri; Yoğurt, Kefir, Kımız, Ayran, Boza, Tarhana, Turşu, Soya ürünleri, Sofralık zeytin, Diğer fermente içecekler; Bira, şarap
Hint körisi, Geleneksel Asya tıbbında asırlardır antienflamatuvar özellikleri nedeniyle kullanılmaktadır.”
Kara mürver, Zencefil, Adaçayı, Yeşil çay, Karabiber ve Melisa yapraklarından yapılan çay bağışıklık sistemini güçlendirir. Kara mürver ile birlikte sofralarımızı tatlandıran Biberiye ve Kekikte hem bağışıklık sistemini güçlendirici hem de antimikrobiyal etkilidir.
Gördüğünüz gibi doğa bize eşsiz fırsatlar sunmaktadır. (*) “Bir besin ögesinden çok yüksek miktarda tüketmek yerine, çeşitli besinlerden yeterli ve dengeli miktarda tüketmek hem makro ve mikro besin ögeleri ve hem de diğer diyet bileşenlerinin de alınmasını sağlamaktadır.”
Bildiğiniz gibi aşrı beslenme obezite ile birlikte birçok hastalığı çağırmaktadır. Örneğin, demir fazlalığı da bağışıklık sistemini olumsuz etkilemektedir. Paracelcus’un dediği gibi; “Her şey zehirdir, zehri belirleyen dozdur.” Sevginin, milliyetçiliğin, aşkın, öfkenin de fazlası zehirdir.
Ancak en özel en vitaminli besinleri en etkin tedavileri alsanız da psikolojik olarak çöküklük içinde, korku ejderhasına sarılmış, hayata kararmış gözlerle bakıyorsanız; ruhunuzun güneşle buluşmasını, bedeninizin şifasını beklememelisiniz.
Her duruma tedbirli ve hazırlıklı olmanın huzurunu yaşayarak, güçlü bünyeler ve zihinlerle tüm dünyayı aydınlatmak ümidiyle sevgiyle kalın.
Kaynakça: Türkiye Klinikleri Beslenme ve Diyetik (*)
Yorum yap