Varoluş Dergisi

NİSAN YAĞMURLARIYLA GEL!

Saat sabahın dördü.
Sensizliğin bilmem kaçı kaç geçtiği anlar.

Uzun zamandır tek bir yaprak bile koparmadım takvimden.
Gittiğin günü gösteriyor olmalı hâlâ.
O gün durdu benim için zaman, hatta yaşam.
Bakma saatten gelen delirtici tık tık seslerine,
Dönüp duruyor akrep ile yelkovan oldukları yerde,
Geçmiyor zaman…

Soğuk, karanlık, karbondioksit oranı yüksek odaya, günlerdir açılmayan perdelerin aralığından süzülüyor ayın ışığı.
Dışarıda, çok uzaklarda uluyan bir köpek sesi, beynimi yiyip bitiren uğultulara karışıyor.
Gözlerim, gözlerinle vuslatın mahşere kaldığını anladığı gün, duvardaki o noktaya astı kendini.
Anlamsız, boş bir bakış ve iki damla gözyaşı donup kaldı o an.
Kalemi kıran da, hükmü veren de sen olunca ağır gelmedi bu ölüm cezası.
Gözler ölür mü deme sakın!
Ayrılığın sinsi zehri vücuda girince, tek tek, yavaş yavaş, sessizce ölür tüm uzuvlar.
Canının çekildiğini, ömründen ömür gittiğini, bu acılı, sancılı can çekişmesini kimse farketmez.
Kimse görmez, kör bir bıçakla kesildiğinde umutların, şah damarın kesilmişçesine aşk kaybından öldüğünü.

Zamansız yakalanılan aşk, amansız hastalıktan beter.
Hiç bir hekimin deva bulamadığı, tıbbın bile çaresiz kaldığı bir illet gibi.
Aşekanın, dolandığı ağacın sonunda kökünü kuruttuğu gibi, aşk da, tüm hücrelerini sarar sarmalar, ve insan bu ölüm sarhoşluğundan tuhaf bir haz alır.

Zamansız dedim de aklıma düştü;
Gecen yaz altında beni ilk kez öptüğün, bensiz yaşayamayacağını söylediğin badem ağacı vardı ya,
Yalancı kış güneşine aldanıp, çiçeklere bezenmiş. Masum bir gelin kadar güzel..
Korkarım martın sonradan yüzünü gösterdiği soğuğuna dayanamayacak, çıkamayacak bahara.

Bende, gözlerindeki güneşe kapılıp, ömrümün kara kışında, yalancı bir bahara teslim etmedim mi gönül bahçemi?
Şimdilerde içimi titreten martın kuru soğuğu değil, yokluğunun acı poyrazı.
Baharı beklerken, ayaz vuruyor dallarıma, aramızda buzdan bir duvar ve ben üşüyorum…

‘‘Duam’’ derdim sana. Dualar gönderdim sana, avuçlarımda biriktirdiğim.
Cemre misali yüreğine düşer, buzlar erir; toprak ana gibi ısınan kalbinde sevgim yeniden filizlenir umuduyla.
Dokunmadı mı kalbine? Titretmedi mi gönül tellerini?
Hiç mi sevmedin beni? Hiç mi özlemedin? Yokluğuma alışmak bu kadar mı kolaydı?

El ele gezdiğimiz sokaklar, çay içtiğimiz sabahçı kahvesi, beni beklediğin iskele sormadı mı beni hiç?
Ya ıslandığımız yağmur, üzerimize doğan güneş, aşkımızın şahidi deniz?
Simit attığımız martılar, gölgesinde oturduğumuz ağaçlar, beslediğimiz minik kedicikler?
Onlar da mı unuttu beni, onlar da mı senin gibi vefasız çıktı?

Ruhumun ezgisi dualar dokunmadı ruhuna.
Belki gözyaşlarım üzerine rahmet olarak yağar, Nisan yağmurlarına karışıp.
Saçlarında, sakallarında dolaşan ellerimi hatırlatır sana her bir damla.
Birden yokluğumun sancısı çöker içine, sende özlersin
Belki bir ikindi vakti, pişmanlıklarını da alır yanına dönersin bana.
Ölüm döşeğindeki kurak ruhuma, çatlamış dudaklarıma, parmaklarının ucundan damlayan can suyu olursun. Yeniden yeşerir umutlar, yeniden tomurcuğa durur dallarım.

Hadi be sevgili! Yağmurum ol gel!
Bu defa tam zamanında gel!
Nisan yağmurlarıyla gel!
Gel artık…

Şerife Eren Ünal

2 Aralık 1976 yılında Karaman'da doğdum. Anadolu Üniversitesi, İşletme fakültesinde ön lisans yaptım.18 yıldır İsviçre’nin Zürih şehrinde yaşıyorum. İki kızım var. Özel bir bankada Backoffice calışanıyım. Aynı zamanda Güzellik uzmanlığı eğitimi alıyorum. Değerli hocam İsmail Bülbül hocamdan aldığım Reiki 3B Master aşaması ile farkındalıklarımı keşfediyorum...

2 yorumlar

İnternet üzerinden dijital yayın hayatına ilk olarak 2013 yılında başlamış olan Varoluş Dergisi, kısa bir aradan sonra şimdi yeniden okurları ile birlikte. Değerli yazarlarımız, Spiritüalizm, Reiki, Yoga, Astroloji ve Yaşam alanlarında, siz değerli okurlarımız için yazıyor…

Arşivler