Varoluş Dergisi

KAYGILI SAYGI

Son günlerde üzerinde sürekli düşündüğüm, anlamaya çalıştığım ancak pek başarılı olamadığım, niye diye sorduğumda sadece böyle gelmiş böyle gidiyor cevabını aldığım bir konuyu paylaşmak, yazmak, yazarken biraz olsun daha iyi anlayabilmek istedim. Konumuz saygı.

Nereden başlayayım yazmaya diye düşünürken, merak ettim, Google’a sorayım dedim, bakalım nasıl tanımlamış diye. Bir de ne göreyim? “Büyüklere, yaşlılara, değeri yüksek olanlara, kutsal bilinen kimselere, şeylere karşı duyulan, sevgi ve çekinmeyle karışık bağlılık duygusu” olarak tanımlamış saygıyı. Yani koca Google bile saygıyı bir koşula, belli bir niteliğe, yaş gibi unsurlara bağlamış, işin içine bir de çekinmeyi ekleyerek işi iyice zoraki yapmış. Kafamdaki sorularla zaten, özellikle bizim toplumumuzda saygı görmek için illa erkek, yaşlı, anne-baba, vasıflı mesleğe sahip kişi ya da zengin mi olmak lazım, bunu sorgularken, bu tanım iyice düşündürdü beni açıkçası. Yani kadınsan, çocuksan, fakirsen, hatta kedi, köpeksen, ağaçsan, nehirsen, herhangi bir duygu-düşünceysen saygı görmeye pek hakkın yok galiba? Tamam, koşulları sağladık diyelim, yaşlandık, profesör olduk, anne-baba olduk, saygıyı kazandık. Peki nasıl saygılı olacağız? Bunun içinde bir tanım var mı ya da saygılı olmak için belirlenen şartları sağlayınca gerçekten saygılı bir birey mi olunuyor acaba diye düşünürken şu örnekler geldi aklıma:

Günlerden bir bayram günü. Bizim her bayram aile ziyaretine giderek saygı görevini başarıyla tamamlamak üzere yola çıkan ailemizin saygılı babası, trafikte bir kilometre uzaktan sesi duyulan ambulansı, bu trafikte onun için beş dakika zaman kaybına sebep olacağından, duymazlıktan gelip yoluna devam ediyor. Ambulans yolu açınca da açılan yolda arkasına takılıp bas bas gidiyor. İçindeki ölmüş, kalmış, umurunda değil. E ambulansın içinde ölüm kalım savaşı veren hastaya saygı nerede? Ne gerek var, ben büyüklerimin elini öperim, saygıyı kaparım…

Hava mis, güneş tertemiz. Haydi pikniğe, mangallar yansın, şişler dizilsin, nar gibi kızarmış etler yensin, içilsin, üstüne de karpuzu kestik mi, ooh ne güzel. Akşam oldu evimize dönelim artık, dönelim de kim toplayacak ortalığı, bunca çöp ne olacak? Amaan boş ver, kim görüyor ki? Bırak gitsin. Eee, bizim doğaya saygı? Ne doğası ya, canlı mı o, güldürme beni. Hem ben saygılı birisiyim, babamın yanında sigara bile içmem ben…

Allah vermesin, hasta oldun, gittin doktora. Anlattın derdini, doktor yazdı reçeteni, yolladı seni. Memnun kalmadın, film çekmedi, istediğin ilacı yazmadı diye içine sinmedi. Git vur kapısına, say, söv, yetmedi saldır üstüne, adamı bir güzel döv. E çalışana saygı? Aa ben saygılı biriyim, babamın yanında ayağımı bile uzatmam ben…

Sabahın körü, akşamın geçi, aç televizyonun sesini, bağıra çağıra konuş, tepine tepine de yürü evde. Rahatsız falan olur mu komşu, hiç düşünme, aman bana ne de. E komşuya saygı nerede? Aa ben saygılı birisiyim, müdürüme saygıdan ceketimi iliklerim ben…

Akşam saat yedi, babamız eve gelmiş. Tüm gün aynen baba gibi çalışıp, bir de evin, görünmediği için bir türlü algılanmayan tüm yükü ve çocukların sorumluluğu altında ezilmiş anne, bizim saygılı babaya, masaya bir tabak da sen getirir misin, diyor. Saygının cinsiyetle alakalı olduğuna emin olan baba, ben erkeğim, ne tabağı çanağı, ayrıca ben tüm gün çalıştım, cevabını verip, televizyon karşısında yerini alıyor. Anne paşa paşa akşam mesaisinde. E kadına saygı? O da ne, ben erkeğim, ayrıca saygıda kusur etmem, büyüklerimin bir dediğini iki etmem ben…

Allah analı babalı büyütsün, iki çocuk. En güzel varlıklar ama küçüğün yemekle arası pek yok. Olur mu hiç, yemesi lazım, diye elini kolunu tutup zorla ağzına sok, yemiyor diye azarla. Yemek eğitimi diye bir kavram yarat, onun arkasına sığın sonrada. E çocuk yemiyor, saygı göstermek lazım. Ne saygısı, o daha küçük, anlamaz, derken, “Anne yaa bir bakar mısın?” diye yanına gelen büyük çocuğa da, annenim ben arkadaşın değil, doğru konuş benimle saygısız, diye bağır çağır. Arkadaşa saygı duyulmaz sadece anneye duyulur telkinini ver, sırf annesin diye bağırma hakkına sahip olduğunu düşün. E onlar da birer birey, onlara da saygı duymak lazım. Onlar küçük, ayrıca saygılıyım ben, annemi sürekli arar halini hatırını sorarım.

Say say, yaz yaz bitmez bizim saygı örnekleri. Saymakla, yazmakla da değişmez zaten. Çünkü bir insanın her şeye saygı gösterebilmesi için önce kendine saygısı olması gerekmektedir. Bunun içinde önce kendini tanıması, karşısındakinin kendinin bir parçası olduğunu, birlikte bütün olduğunu fark etmesi gerekir. Ancak böyle, koşulsuz, şartsız, kaygıya korkuya değil sevgiye bağlı saygı gelişir, herkese, var olan her şeye saygı gösterilir. Her şeye gösterilen saygı ise zaten insanın kendisinedir.

Emine Nalçacı Maviş

4.10.1984 Ankara doğumlu. Lisans/Yüksek Lisans dahil tüm eğitimlerini Ankara'da aldı. Çocuk diş hekimi oldu. Ankara, Sinop, Düzce’de çalıştı. Evlendi. İstanbul’a geldi. Bilincine ışık yakarak, hayata bakışını, böylece hayatını değiştiren Reiki Hocası İsmail Bülbül ile tanıştı. Şu an Reiki 3b öğretmeni oldu. Reiki’yi bilime katmalıyım isteği ile Yeditepe Üniversitesi Fizyoloji bölümünde doktoraya başladı. Böylece bir kez daha insanın mükemmel yaratıldığına şahit oldu. Reiki Okulu’nda öğrendiği öğretilerin soyutluğunun doktora bilgilerinin somutluğu ile desteklendiğini görünce yürüdüğü yolun doğruluğundan emin oldu. Düşüp kalkmalarından sonra o yolda koştuğunu hissediyor. Dönüp duruyor bakalım. Allah sonunu hayır etsin. Bu arada bir kızı, bir oğlu oldu. Onlar ve yaşadığı hayat sayesinde sevgiyi, sabrı, merhameti ve tüm güzellikleri hayatına katmaya çalışıyor. 2022 sonu itibarıyla Usui Reiki Grandmaster 5&6.Aşama olmuştur.

Yorum yap

İnternet üzerinden dijital yayın hayatına ilk olarak 2013 yılında başlamış olan Varoluş Dergisi, kısa bir aradan sonra şimdi yeniden okurları ile birlikte. Değerli yazarlarımız, Spiritüalizm, Reiki, Yoga, Astroloji ve Yaşam alanlarında, siz değerli okurlarımız için yazıyor…

Arşivler