Birçok fizikçi zamanın matematiksel formüllerle doğanın bir parçası gibi ölçülebildiğini söyler. Çevresel koşullar aynı tutulduğunda bir nesnenin hareketinin aynı sürede aynı yerde bitmesi güvenirlilik ve kesinlik adına insanın bilimsel açıdan yolunu açmış ve doğa bilimlerinde “zaman” kullanılmaya başlanmıştır.
Bununla birlikte özellikle tarımsal toplumlarda ne zaman ekin ekileceğinin belirlenmesi adına birbirini takip eden ve sürekli tekrarlayan Ay’ın ve Güneş’in doğuşu batışı, medcezir veya mevsimler bu amaçla kullanılmıştır.
İnsanlar arasındaki fonksiyonel bağların özellikle endüstriyel toplumlarda gitgide artması sebebi ile zamanla olan bağımız kompleks hale gelmiş ve hem sosyal ilişkilerimizi düzenlemede hem de gelecek işlerimizi planlamada ‘zaman’ yoğun şekilde kullanılmaya başlanmıştır.
Şu da var ki insan evrenin yaşını veya uzaklardaki varoluşsal karmaşayı anlamak için de hesaplarını yine güneş yılı cinsinden yapmıştır.
Doğduğumuz andan şimdiye kadar işlerin yapılması gerekliliğinin ardışıklığı üzerimizde bir takım zamana riayet, dakiklik olgusu yaratır. Kendimize olan hakimiyetimizin biz de olmasını her ne kadar doğuştan elde ettiğimizi düşünsekte aslında olduğumuz insan hâkim olmaya çalıştığı bazı özelliklerini içinde bulunduğu toplumdan sonradan alır. Dakik olmakta bunlardan birisidir.
Özellikle insan doğadan uzaklaştıkça sosyal yaşantılarımızda zaman kavramı daha da belirginleşmeye başlıyor, doğadan ayrı yaşamak bütünden kopma, öteki yanılgısı yaratıyor.
Düşünsenize eski zamanlarda yaşadığınızı ve gece olunca herkesin uyuduğunu ve karnı acıkana kadar bir dahaki öğünün zamanının belli olmadığını. Atalarımız zaman kavramı olmadan küçük gruplar halinde yaşadı.
Zamanı kullanan tek canlı insandır, zaman insan yapımıdır, insanın manevi tarafı aslında olmayan bu zaman boyutuna atıflarda bulunmuştur. Gün içinde saatin kaç olduğunu bilme zorunluluğu insani bir stres kaynağı, yaşların büyümesi boyun eğilen bir üzüntü kaynağı olduğu yaklaşımı vardır. Eğer kaç yaşında olduğumuzu bilmeden yaşlansaydık üzerimizdeki yaşlanma baskısı bu kadar fazla olur muydu? Akan zaman mı, yoksa olaylar mı? Çoğumuzda zamanın üstünü örttüğü geçmişimizi bir tür kötülüğümüzü isteyen siyah bir nokta ile benzeştiririz. Aslında açıp bakmaya cesaret edebilirsek şifa oralarda gizlidir.
Zamanın amacı senkronizasyondur. İki farklı düzlemde iki farklı olgunun birbiri ile karşılaştırılması temelindedir. Daha önceleri zaman ölçümü için doğa olayları kullanılmış sonrasında saatler ve takvimler icat edilmiştir.
Ben bu yazımda plan yapıp çözülemeyecek durumlar için neden zaman akıp geçiyor demememiz kendimizi üzmememiz gerektiğini anlatarak zihin farkındalığı yaratmaya çalıştım. Umarım bir fayda sağlamışımdır.
Aydın YAKUPOĞLU
Eğer kaç yaşında olduğumuzu bilmeden yaşlansaydık üzerimizdeki yaşlanma baskısı bu kadar fazla olur muydu?
Gerçekten şöyle bir durdurup düşündürdü bu cümle. Kaleminize sağlık.