Var olan her şeyin, canlı cansız diye ayırdığımız her varlığın yaşadığımız hayatta bir varoluş amacı vardır. Midenin sindirim yapması, kalbin kan pompalaması, eritrosit denilen kan hücrelerinin oksijen taşıması insanın maddesel parçası olan bedenindeki amaçlarındandır örneğin. Mide, kalp, kan hücreleri, dahası kolesterol, insülin, serotonin gibi aklınıza gelebilecek her türlü madde/organ/sistem bedendeki yaşamın sürmesi için çalışırlar.
Bizler de vahdeti vücut olarak da bahsedilen, sınırlı zihnimizle algılayamadığımız sonsuz yaşamın, evrenin, varoluşun parçalarıyız. Hücrelerin bedeni hem oluşturması hem de oluşturduğu vücuda hizmet ederek onun varlığını sürdürmesi misali bizler de hem evreni oluşturur hem ona hizmet ederiz.
Acaba???
Aslında doğduğumuz halimizle kalsak (daha doğrusu zihnimiz o halimiz gibi saf kalsa) evet ama bir çoğumuz için hayır. Kavramsız zihinle doğan bizler zihinlerimizi kavram yığını haline getiriyoruz. Yetmez gibi bu kavramları, eylemleri, davranışları doğru ve yanlış, iyi veya kötü, yapılması gereken ve yapılmaması gereken olarak kategorize ediyoruz. İyi/doğru kategorisindeki fiillere koşullanarak çoğu zaman bilinçsiz olarak bu eylemleri yapıyoruz. Koşullandığımız zaman gerçek varlığımızla ilişkiyi kesiyoruz. Hal böyle olunca ilahi olandan gelen ve varoluşun devamı için yapmamız gereken fiillerin mesajını zihinlerimizdeki parazitlerden/olumlu-olumsuz koşullardan dolayı alamıyoruz. Üstelik zihindeki koşullanılmışlıktan üreyen parazitleri gerçek mesaj sanıp onlara yönelik eylem gerçekleştiriyoruz.
Evren/yaşam/yaradan/ilahi olan bana sağa git derken ben sola gitmemin daha doğru olacağını düşündüğümden, sola gitmenin iyi olduğuna koşullandığımdan sola gidiyorum mesela. Sağa döndüğümde karşıma çıkan eylemleri yaparak varacağım seviye benim ve tüm varoluş için en mükemmel iken, ben sola saparak çıkmaz sokağa giriyorum, orada bir sürü aksilikle uğraşıyorum sonunda da bir yere varamıyorum örneğin. Varamadığım gibi bir de yaradanı suçluyorum ne biçim kader biçti bana diye. Kendi yarattığım mağduriyet için yüce yaradana öfkeleniyorum.
Misal; balığa sonsuz güzellikte okyanus vaat ediliyor, şu yolu takip et, şu eylemleri yap, şu kişilerden uzak dur sonunda cennetin olan okyanusuna, sonsuzluğa ulaşıp, muhteşem bir yaşam süreceksin deniliyor. Ama balık kuşa özenmiş, uçmanın yüzmekten daha iyi olduğuna koşullanmış ve zihnindeki düşüncelere göre hareket etmeyi seçiyor. Sonuç beyhude bir çabanın, hayatla gereksiz bir mücadelenin ardından hüsran… Uçamadığı gibi yaşamını da kaybediyor. Sonra kaderim buymuş ne yapacağım vs vs…
Senaryo tanıdık geldi mi size de? Ben balığın yaşadığını bir çok kez deneyimledim hayatımda. Zorlukları aşa aşa, hayatla gereksiz bir mücadele içinde olup hepsini aştıkça bana öğretilen, olması gerektiğine inandığım ve inandırıldığım hedeflerime ulaşıp mutlu olacağımı sanırdım. Ben de balıkken yaradılışıma ters olan koşullandığım uçmak eylemini dener dururdum. Ta ki ilahi olana yönelene yani kalbimi dinleyene kadar.
Çünkü yaradan zaten olmuş ve olabilecek en mükemmel olasılığı bilerek onu yapmamız için kalbimize doğuruyor. Onu dinledik mi işler kolayca ilerliyor. Sonrası balığın okyanusuna kavuşması ve özgürlük.
İşlerim neden ilerlemiyor, neden hayatla çatışma içindeyim, neden karşıma hep yanlış insanlar çıkıyor, neden para sıkıntısı çekiyorum diyorsanız yaradanın sizin için açtığı yoldan sapmışsınız demektir.
Nasıl rotaya gireceğiniz bir sonraki yazımda olacak.
Emine NALÇACI MAVİŞ
Yorum yap