Varoluş Dergisi

İLİŞKİLER 1.DOĞA

Herkes doğaya dönmek istiyor ama kimse yürüyerek gitmek istemiyor.”

Doğayla ilişkimiz en samimiyetsiz olduklarımızdan belki de.

Doğaya yapılan her vurgu, kelimelerin sınırlılığından öteye gidemez, onu yaşamalıyız! Doğayla bağımız, tüm ilerleyişlerin ortak teması ve yaşamın devamı için arka planda çalışan ana unsurdur. İnsanın kendi doğasına ulaşmasının taktığı prangalar sebebiyle zor olduğu zamanlarda, içinde bulunduğu doğaya ve onun parçalarına yönelmesi, her zaman sihirli bir değnek niteliği taşımıştır. Hiç bir yolculuk, doğadan geçmeden, doğa tarafından içerilmeden, doğayı içermeden tamamlanamaz; çünkü bizler, bizim gibi kaynaktan gelen doğanın parçalarını, onun elementlerini, işleyiş biçimini ve yasalarını -istesek de istemesek de bilsek de bilmesek de- tüm yol boyunca içimizde, beraberimizde taşıyoruz ve bizler, doğayla beraber, patikalarda taşıdığımız yükler nasıl ve ne olursa olsun genişleme ve sevgiye kodluyuz. Doğanın özü, bilim ve zihnin zapt edemediği, kurumsal dinin özüne dokunamadığı kapıdan açılır; çünkü doğa bir ve bütünü taşıyan saf varlıktır. Belki de bu sebepledir ki; tüm kadim korkularımız gibi ya ondan kaçılır ya da onunla savaşılır.

İnsan kendi doğasından ve onun bir eşi olan yerkürenin doğasından uzaklaştıkça ışığı azalır, dengesi bozulur, karanlığa ve dengesizliğe açık hale gelir. Öte yandan bunu bilen negatif güçler; bunu ustaca kullanırlar. İnsanlık tarihte yüzleri farklı, yapısı aynı biçimde daima kontrol edilir. Doğadan, doğal kaynaklardan uzak yerlerdeki ya da doğanın tahrip edildiği, manipüle edildiği, şiddete maruz kaldığı, köleleştirildiği yerlerdeki enerji miktarı ve niteliği doğal olanla asla aynı değildir! Bu tıpkı bilenle bilmeyenin bir olmaması gibidir. Bir insanın doğal sistemini bozmanın, kendi kaynağıyla iletişimini kesmenin en etkin ve en hızlı yolu; onun içinde bulunduğu doğal sistemi bozmak, onun sesini kesmek, yapay olanla bağlantıyı bağımlılık yapacak ve içselleştirilecek düzeyde geliştirmektir. Bu kaçınılmaz olarak fiziksel, duygusal, zihinsel ve ruhsal yapılarımızı çeşitli şekil ve seviyelerde etkiler; çünkü bizler kaynağı belli olmayan kapalı devreler değil, kaynağı belli olan etkileyen ve etkilenen bütünle birbirine her an bağlı dinamik titreşimleriz. Doğayla bağını kopartmış insanın ruhu zenginliğini kaybeder, sezgi ve ilhamı susar, zihni cansız ve dengesizce yer kaplar, hisleri körelir, anlam kaybına uğrar, egosu şişer, bedeni zayıflar, alanlara erişimi sağlayacak köprüleri, bilgi akışı, enerji taşıyan merkezleri tıkanır. Odun ateşiyle klima, doğal bir besinle işlenmiş ya da genetiği değişmiş bir besin, kaynak suyuyla işlemden geçirilmiş plastiklenmiş su, yapay bir havuzla deniz, koşu bandıyla toprak, bin sene önce soluduğumuz havayla bugün ki atmosfer, doğal bir dokuyla doğal olmayan bir doku asla aynı şey değildir, aynı hissiyatı vermez ve etkileri de aynı olmaz! Bunun sebebi; insanın doğal rezonansı sebebiyle belli şeylerle daha uyumlu olmasıdır. Sürekli uyumsuz olana maruz kalır ve kendi yasanızı çiğnerseniz yapınız bozulur, belli bir derecede bozulan bir yapı artık neyin ne olduğunu hissedemez hale gelebilir; fakat uyumsuzluğun etkilerinden kaçınamaz, onu her alanda yaşamaya devam eder. Doğal olanla her tür uyumsuzluğun şiddetle yaşandığı, içinde bulunduğumuz bu yoğun noktada bir takım şeylerden kaçınmak da artık bir yere kadar mümkün olabiliyor. Mümkün olamayan noktalarda ise; doğal enerjileri kullanarak (mesela Reiki) doğal olmayanı uyumlayabilme, temizleme, nötralize etme gibi yöntemler işte bu nedenlerle de her gün daha çok ihtiyaç duyulanlar oluyor.

Doğanın izini sürebilen insan, başka bir referans noktasına ihtiyaç duymadan her şeyi berrak olarak bilebilir; uyumlu, sağlıklı, mutlu, bereketli ve huzurlu bir bütünlük içinde yaşayabilir. Bugün şehir insanlarının yapay malzemelerle, otomatikleşmiş, mekanik, hızlanmış, tecrit olmuş yaşam biçimlerinin; doğaya yakın yerlerde, doğal ritimle, doğal malzemelerle yaşayanlara göre her alanda çok daha fazla blokaj yarattığı gözlemlenebilir. Daha hassas olanlarımız bunu derin bir ağırlık, kısıtlanma ve hüzün olarak hissederler. Ruha, karanlık gecesi çöktüğünde doğaya çıkmak, ona teslim olmak, onu dinlemek belki de en hızlı genişleme, merkezlenme ve dengelenme yollarından biridir. Bugün doğadan vahim biçimde gittikçe uzaklaşan şehirlerde bile “doğaya dönüş” temalarının ele alınmasının çıkış kaynağı budur. Öte yandan; doğaya yabancılaştığımız, özlemimiz ve ona ihtiyacımızın arttığı bu dönemde ortaya çıkan “doğaya dönüş” teması, ne yazık ki ustaca kullanılan sömürü biçimlerinden, doğayı metalaştıran, insana soğuk, ticari araçlardan sadece biridir. Samimi ve gerçekçi çözümler ise; ya çok bireysel bir çerçevede gerçekleşiyor ya da dar odaklı kar mantığının yıkımına uğruyor. Açmazlardan biri de teknoloji / medeniyet ve doğanın bir arada barış içinde var olamayacağı, ya siyah ya beyaz mantığıdır. İnsan arzuları ya da bir seviyede ilerleme için doğasından feragat etmek, onu katledip ona yabancılaşmak zorunda mı? Hayır, geldiğimiz noktada öyle bir geri dönüş zaten söz konusu değil, olması da gerekmiyor, ötesi zaten bütünsel bir ilerlemeye ters olurdu… Kilit nokta; bilinçtir, evrendeki her şeyi pozitif ya da negatif olarak kullanabilecek bir bilince ve onun sorumluluğu ve çabasına sahip olmak… Denge, dürüstlük, farkındalık ve seçimdir. Öyle öğretilmese de; her tür kutupsallık uzlaşıp birbirini besler şekilde ilerleyebilir, uzlaşmazlık, sınırlılık, körlük zihinlerdedir. Bugün bu işbirliğinin mümkünlüğü ve yöntemleri biliniyor ve kısıtlı da olsa artarak kullanılıyor; fakat büyük ölçekte muazzam bir direnç görüp engelleniyor. Tarihin ve doğanın değişmez sayfasında, insan bağımlılık ve korkuları sebebiyle kolay, kestirme ve ucuz yolu seçtiği her seferinde en zor, en uzun ve pahallıya patlayanla karşılaşıyor. Marsa gitmenin ya da yeni olanın yollarını araştırıyoruz, biz buradaki cennette yaşayabildik mi?

Doğanın mikro evreni, tüm makro evrenleri içinde barındırır; tüm büyük sorular ve açmazlar hazır olan ve dileyen için sadece bir karınca, bir çiçek, bir avuç su ile çözümlenebilir. Bugün bu kavrayışa yabancı ya da tepkili gibi görünsek de; doğadaki elementlerinin, insanın yapı taşları olanlarla rezonansa girip iyileştirici, dengeleyici nitelikleri tetiklediği, doğanın parçalarının niyete cevap verdiği, tüm enerji ve dönüşüm çalışmalarında kullanılabileceği, devalar, bitkiler, hayvanlar, elementler ve kristallerin rehberlik, sağaltma çalışmalarında bizimle işbirliğine yatkın oldukları, doğal yasalar, döngüler ve doğa ruhlarıyla çalışmanın değeri ve bunların yöntemleri kadim topluluklarca çok iyi bilinir ve bunlar yaşamın her anında kullanılırdı. Doğayla baş başa kaldığımızda doğadan gelen sessiz yanıtı duyar, arınır, adeta yeniden doğar ve hafifleriz; doğanın içinde kaynakla uyum içinde, yuvadayızdır. Böyle değilse; terslik doğada değil, bizim tecrit olmuş bakış açımızdadır. Bakmasını bilen insan; -en net ve zahmetsizce- her zerresiyle bağlı olduğu doğadan öğrenir, ondan beslenir, onu besler, onunla bütünleşerek ve şükrederek yaşar, bakmasını bilmeyen; doğaya rağmen yaşar, ne uyarıları, ne de armağanları alır, doğanın felaketine lanet eder, kıymet bilmez, doğaya yansıttığı nefsini onda görür ve ancak kendini yargılar, kendine zulmeder, kendinden kaçar. Bizler bir tek kendimizde olanı doğada görebilir ve onu yaşayabiliriz, çekim yasası budur! Doğa ana arterlerden biridir, ona karşı yaşayamaz, seçtiğimizin sorumluluğundan kaçamaz, pazarlık yapamayız. Dünya, doğa ve insan ayrı varlıklar değil; birlikte ilerleyen birbirlerine bağlı yaratılmış kozmosa açılan titreşim ve aynalardır; bizler aynı kaynağın bu boyuttaki farklı biçimlerde ve görevlerde maddeleşmiş halleriyiz. O nedenle doğanın başına gelenin ya da ona davranış biçimimizin bize geri dönmemesi mümkün değildir, doğa bizim temel karma, tekamül ve katalizör taşlarımızdandır.

Günümüz modern insanının, doğa, kendisi, gelecek jenerasyonlar ve tüm diğer şeyler için; zincirlerinden kurtulup, çok daha fazla doğal kaynak ve alan yaratması ya da var olanı bir takım arzular hakimiyetinde yok etmemesi, alma / verme dengesini gözden geçirmesi gerektiği aşikardır. Burada belirleyici unsur insanın niyet, farkındalık ve bilinç seviyesidir. Evet yine diyeceğiz ki su akar yolunu bulur; fakat suyun akıp yolunu bulmasındaki bir etken de bilinçtir; her birimiz o bilincin, o niyetin ve farkındalığın bir parçasıyız, etkisiz elemanlar değil. Toprak ananın, güneşin besleyiciliği, ateşin dönüştürücülüğü, suyun arındırıcılığı, havanın taşıyıcılığı, her zerrenin muazzam güzellik, eşsizlik ve varoluşun sonsuz sevgisi hepimizin içinde mevcut ve bizler tüm olumsuzluklara rağmen, bunu ortaya çıkartıp akıtmaktan önce topluluklar ya da yönetimler olarak değil; bireyler olarak sorumluyuz. Bizler doğanın başına gelen ve en uzak düştüğümüzü sandığımız her şeyden bizzat sorumluyuz. Büyük zulümler yanında; bir çiçeği kopartıp vazoya koymak, bir taşı ayağımızla ittirmek, bir sivrisineği öldürmek önemsizmiş gibi görünebilir ama her şey önemli ve birbirine bağlıdır. Her toplu büyük değişim, bireysel küçük farkındalıklar ve devam ettirilen bilinçlenmiş samimi seçimlerle başlar. Çocuklar ve annelerin doğa konusundaki yönelimleri; jeneratör, dev bir etki olup özel bir anlam taşır. Bu nedenle önce çocukların ve kadınların doğadan ve kendi doğalarından izole olmaları ve bunu içselleştirmeleri eğitim dahil tüm sistemlerce bilerek ya da bilmeden sağlanır. Bugüne kadar doğadan alıp vermediklerimiz ve her türlü şiddet içeren, ötekileştiren, zararlı ve olumsuz olan duygu, düşünce ve eylemlerimizi anlamak, affedip kabullenmek, sonrasında da kendimiz adına dönüşüm için gereken adımları atmamızı sağlayacak olanlara yönelmekle işe başlayabiliriz. Her şey insanın muktedirliğine sunulmuştur, onun ayakları altına serilmiş ve ona tabidir denilirken bahsedilen; bir hiyerarşi, egonun muktedirliği ve onu kullanarak düşünüp yaptıklarımızdan ibaret değildir. Öldürmeyeceksin, denirken bahsedilen; sadece kendinden saydıklarını öldürmeyeceksin ile sınırlı değildir. Öte yandan; doğa adına yapılan bir protestonun ya da aktivist bir eyleminin, “ötekini” içinde nasıl taşıdığına dair niteliği de başarısı için hayatidir.

İnsan kendini öyle görmeye alışık olmasa da bir kum parçasının hayatına ve amacına duyarlı olabilecek kadar geniş bir bakış ve yürek taşır. Bu olması gereken, olduğunu sandığımız ya da olacak olan değil; hep OL’an’dır. Ol’duğumuza direnç gösterdiğimiz her sefer acılar katlanarak başka devrelere aktarılır ve olduğumuzu bilmek için daha çok tıkıştırılmak zorunda kalırız. Bir insan içsel olarak onaylamadığı, seçmediği, bildiği ama yapmadığı, bir şeylere göz yumduğunda ana etkenin etkin bir parçası ve besleyicisi olur; dolayısıyla dürüstlük prensibini çiğner, uzak düşer, güç kaybeder ve sistemler de bu şekilde yol alır. Tabii ki bunu da yargılayamayız çünkü bilmek ve olmak arasındaki tekamüli seyiri es geçemez, bardak ölçüsünde alabileceğe, bir kova su boşaltamayız. Yeni dönem  etken çabalara ve dönüştürücülere gebedir. Doğa ve onun rezonansı, insan bilincine eş değer bir şekilde devinimler geçirmektedir. Dünyanın ortak bilinci, doğada tezahür eder ve doğanın ruhu bu enerjiyi saklar, iletir, yansıtır. Nasıl ki beden bizim evimiz, bir parçamız, taşıyıcımızsa doğa da öyledir ve insan ona bir tapınağa bakar gibi bakmalıdır. Evet bu ev de bir illüzyondur; ölümle birlikte tüm biçimler ilahi kaynağın içinde eriyecek, ona dönecek olsa da farklı bir boyutta yine var olacaktır ve bizim onun aracılığıyla, özün sevgisine dair edinip sonsuza dek mühürleyeceğimiz bilgiler baki kalacak, ışımamıza yardımcı olacak ve bu şekilde sevgiyle ölümsüzleşeceklerdir.

Doğayı şifalandırmak, onu onurlandırmak, şükran sunmak ona rağmen değil, onunla birlikte yol almak; kendini ve varoluşu tanımak ve şifalandırmaktır. Doğa için elinden geleni kendi yoluyla yapan herkese olduğu kadar, Reiki’yi doğa, toprak ana, elementler, bitkiler, hayvanlar için kullanan yüreklere hürmetim, hayranlığım, şükranım hep ölçüsüz ve sonsuz olmuştur. Bir damla içinde tüm okyanusu taşır ve bir çimen tüm kainata açılan dünyadır, doğa tıpkı bizler gibi ilahi olanın kalp atışı ve bizim canımızdan parçadır  yeter ki sadece çaresizliğe koşullanmış bir çerçeveden bakan Pavlov’un köpekleri değil; sınırsızlığımızın, birlik ve bütünlüğümüzün idrakını ve onun getirdiklerini yaşayabilenler OL’abilelim. Nihayetinde her seçim; kendimizi ne kadar uyuşturmuş olduğumuza değil, uyuşukluğun olmadığı doğamıza yönelir.

Her ne olursa olsun doğal olanla ve doğayla kalın. Neyin doğa, neyin olmadığı arasındaki farkı anlayabilecek, ikisi arasındaki dengeyi sükunet ve sevgiyle kurup yol alabilecek bir Nur’la kutsanın mutlu yazlar.

Ahu Birlik

1981 baharında Ankara'da doğdum. Çocukluğum ve gençliğim seyahat ve enstantanelerle geçti. İstanbul Bilgi Üniversitesi Film&Tv lisans ve Kültürel İncelemeler yüksek lisans programlarını tamamladıktan sonra hizmet, üretim, reklamcılık gibi sektörlerde farklı görevlerde yer aldım. 2012 yılında içsel yolculuğu beni Reiki Bilinçaltı Terapiler ve Can Hocam İsmail Bülbül'e taşıdı. 2014 yılından beri Bodrum'da yaşıyor, Bodrum Şifa Sanatları Atölyesi Kumbahçe'de yolculuğumuza sevgiyle, şükranla devam ediyorum.

Usui Reiki Master Teacher

Yorum yap

İnternet üzerinden dijital yayın hayatına ilk olarak 2013 yılında başlamış olan Varoluş Dergisi, kısa bir aradan sonra şimdi yeniden okurları ile birlikte. Değerli yazarlarımız, Spiritüalizm, Reiki, Yoga, Astroloji ve Yaşam alanlarında, siz değerli okurlarımız için yazıyor…

Arşivler