‘İnsan yaşamının esas gailesi, kendi tedavisidir, yani kendi eksikliklerini tamamlamak, çatışmalarını çözümlemek ve zedelenmişliklerin ıstırabını azaltmaktır… Kendi dünyası olarak “tamam” etmektir.’ (C.G.Jung- Dört Arketip)
Yaşam amacı mutlu olmak değil miydi yoksa? Kendimizi tamamlamaya çalışırken başkalarına ne oluyor acaba? Binlerce yıldır felsefeden bilime her alanda gelişme olurken ilişkilerin tüketilmesi, ailelerin dağılması, daha kötüsü savaşlarla insanlığın bitmesi nasıl ıstırabı azaltabilir ki?
Dünyaya geldiğimizde bağımız kopar önce… Arketipsel, biyolojik ve duygusal anlamlarla dolu hayatla tek bağımız, annemiz; babamız, varsa kardeşlerimiz ile paylaşınca ilk eksikliği deneyimleriz çocukluğumuzda… Dünyayı tanırken annemiz, babamız ve onların ilişkileri vardı en yakınımızda… Ailemiz, çevremiz derken öğrendikçe maskelerden kimlikler oluşturduk adımızdan, özümüzden çok başka… Bir de buzdağının görünmeyen kısmı var mirasımızda… Atalarımızdan aktarılanlar, kolektif bilinçten gelenleri de harmanladık bu kaosta… Unuttuk belki hepsini ya da unutmak isteyip baskıladık bir şekilde…
Belki hiçliği benimsedik ve içimizdeki boşluk hissini hep başkalarıyla doldurmaya çalıştık. Belki ebeveynlerimizle güvenli bağ oluşturamayıp özgüvensiz kimlikle köksüz kaldık her birimiz… Ya da kaygılı bağlanma geliştirip yoğun kontrolcülük ile eleştirel kişilik verdi bize… Belki onaylanma ve değer verilme eksikliği sevme-sevilme açlığı oluşturdu zihnimizde… Belki kaçamak ilişkilerde cinsel doyumu ararken, başkaları tarafından kabul görememe, eksik bulunma, değersizlik korkularına geçici ilaç aradık… Belki istismar sonrası bedenimize öfkelenip yemeklerle saldırdık cezalandırırcasına ya da atalardan kalan kıtlık bilinci ile yedik buldukça… Belki ateşte yanmaya alışmış gibi şiddet uygulayan partneri terk edemeyip sevgi açlığına sığındık…
Bitmez tükenmez örneklerle daha çok anne ve babamız aynalık etti bize… Onlara da ebeveynlerinden aklatıldı belki… Bizden çocuklarımıza… Çocuklardan toplumlara… Kaotik kısır döngüye… O zaman ilk adım, içimizdeki çocuğa dönmeye…
Ancak bu ailemizi suçlayacağımız anlamına gelmemeli. Hatta ruhsal gelişimimize en uygun anne babayı bizim seçtiğimiz kabul edilmektedir. Bizler atalarımızın uzantılarıyız. Bütünün parçaları… Güneş sistemindeki gezegenler ve diğer galaksiler gibi…
Şu anda bizi yaralayan kadın belki içimizdeki annemize öfkemizdi. Belki çocuklukta babamızın hissettirdiği değersizlik duygusunu şimdi kocamız devralmıştı. Asla benzemek istemediğimiz ebeveynlerimizin esiri oluvermişiz çocukluğumuza özlemle…
Bilinç unutur, bilinçaltı unutmaz. Eksik parçayı tamamlamak, çözmek için yeniden yaşatır bize korkuları, travmaları ve tuhaf bir şekilde yineleyen hikayeleri yıllar sonra… Bazen bir söz, bazen bir koku ya da bir bakış tanıdık gelir içimizdeki çocuğa… O ilişkide bir erkek için anne modeli, bir kadın için babasını bulması hatıraların canlanmasındandır. İyi ya da kötü hatıradan çok iz bırakan ve içselleştirdiğimizdir unutulmayan çoğunlukla…
Ancak iyileşmek için geçmişin esaretini değil bilgeliğini yaşamalıyız. Geçmişi değiştiremeyiz ama etkilerini iyileştirebiliriz. Tüm spiritüel çalışmalarda, affetmekten ve koşulsuz kabulden bahsedilir. Neden affedelim mi diyorsunuz? Haklılığımıza dinamit atılmışçasına karnımıza sancılar mı giriyor? Egomuzun zihinsel baskılarıdır o ağrılar. Halbuki affetmek haklı ya da haksız olunması durumu değildir. Kendi içsel yolculuğumuzun ilk durağıdır. Kimsenin de bilmesi gerekmez. Affetmek kendi içimizdeki çözülmenin başlangıcı olacaktır. Ruhumuzun özgürleşmesi ve geçmişteki döngünün kapatılmasıdır. Yeniden doğuş için kendi içimizde yaptığımız yenilenmedir. Tüm hücrelerimize yayılan olumsuz enerjiden kurtulmadır. Kişi ve olaylar bir şekilde karma ya da ilahi adaletle yerini bulacaktır. Şiddet, taciz vb durumlarda o kişilere yasal ve bireysel cezaların olmaması gerektiği anlamına gelmemelidir. Kendimiz için bedensel, ruhsal, enerjisel iyileşme kendimizle başlamaktadır.
Kökenleri ne olursa olsun hepimiz derslerimizden öğreniyoruz, hayatımızın kontrolünü elimize almak için önce fark etmek ve kabul etmek gerekir. Maskelerimizi, sırtımızdaki yüklerin ağırlığını, eksik parçaları yerine koymak için hayatımıza çektiğimiz insanları fark etmeliyiz… Ya da kurtulamadığımız travmaları… Fark ettiğimizde artık aynı insan olamayız… İçimizdeki bıçaklar sancı yapmadan nefes alabilmeyi öğreniriz. Her bir parçamızı bulduğumuzda kendimizi yeniden keşfederiz, her keşif objektif bakışla dönüştürüldüğünde geleceğimizi inşa ederiz.
Korkularla dolu karanlık yönümüzle buluşmak kolay olmayabilir. Bazen profesyonel destek gerektirir. Bazen ben de olduğu gibi sadece bakış açısını değiştiren vesile ile; koca tepeleri yıkan bir domino etkisi yaratabilir. Ruhumuzun sesini meditatif bir şekilde dinlemek bile bizi kaostan kurtaracaktır.
Sorunun kaynağını göremesek de iç görü geliştirebilmek ve yıllarca unuttuğumuz şefkat bekleyen içimizdeki çocuğu sevgiyle kucaklayabilmek tüm dünyamıza ışık saçacaktır.
Yasemin KAYA
Yorum yap