Artık karikatürlerle bile dalga konusu haline gelmiş davranış biçimleri uzmanlar tarafından uyarılmaya gerek duyulmayacak kadar ayyuka çıktı, peki ama kimin umurunda? An’ı yaşamanın önemi vurgulandıkça, birkaç dakikalık mutluluk için ruhta açılan yara sayısı arttırılıyor sanki. Yarını düşünmeden yapılan hareketler bir anı eğlenceli kılarken, gelecek anların heba olmasına neden olabiliyor pervasızca. An’lar önemli dendi ya, e hadi o zaman gelsin selfie’ler. Her şey mükemmel görünüyor, sanırsınız dünyanın en mutlu ülkesiyiz. Peki bu sonu gelmez pozlar ne ifade diyor? Gerçekten herkes çok mu mutlu, yoksa öyle olmak zorunda mı hissediyor? Mutluluk anları elbette var, her şey göstermelik değil ama asıl amaç o anı sonsuza taşımaktan ziyade başkalarının dikkatini çekmek sanki. Ne kadar çok beğeni alırsak o kadar artıyor paylaşım isteği. Bir zamanlar birlikteliklerimizi ölümsüzleştirmek, uzaktakileri yakın etmek, gelişimleri resmetmek, duyguları dondurmak için fotoğraflar çeker, aradan zaman geçip baktıkça da o duyguları kalp sandığından çıkarıp, yüzümüzde oluşan tebessümün tadına varırdık. Peki şimdi? En güzel yere ben gittim, en iyi yemeği ben yedim, benden şıkı yok, bu da buna kapak olsun, herkes yapmış ben de yapayım, daha çok ‘like’ alayım, bir de bunu deneyeyim, vs… Çünkü insanlar benimle değil ne yaptığımla, nerede olduğumla ilgileniyor! ‘Ben’ olmak yetmiyor, ‘bir şey’ olmalıyım. Sizce de doğruluk payı yok mu? İnsanlar görünür olmak için ne yapacağını şaşırmış durumda. Peki neden? Çünkü insan iletişim kurmak isteyen bir varlık ve aradığı yalnızca sözel iletişim değil, duygusal paylaşım arıyor. Ve yalnızca ‘Ben’ olduğu için sevilmeye, değer görülmeye ihtiyacı var. Oysa insanlık o kadar meşgul ki, bir telefon açıp hal hatır sormaya, buluşup sohbet etmeye ayıracak vakti yok. Zaten olsa bile fazla değil yarım saat sonra telefonuna gelen bir mesajla ilgisi dağılıp, ayırdığı vakitten çalmaya başlamış. Snapchat’ten videolar, Twitter’dan özlü sözler, Facebook’tan yer bildirimlerini paylaşıyor. Yani hani o üstüne basa basa söylenen ama bir türlü anlaşılmayan anı yaşama girişimi bir kez daha hüsranla sonuçlanıyor. Saygının, sevginin, değerlerin içinin boşaltıldığı şu dönemde aksini iddia edebilecek varsa lütfen o güzel örnekleri paylaşalım yeniden umut dolalım.
İnsanoğlu işte… Önce kendi yarattığı heveslere kapılıyor, sonra sanki hep bir kara deliğin içinde yaşamış da çıkamıyormuş gibi çaresiz hissedip, kaçışı olmadık yerlerde arıyor. Atalarımızın deyimiyle bir deli kuyuya bir taş atmış, kırk akıllı çıkaramamış 🙂 Kısacık tatminlerin peşine düştükçe tatminsizlik duygusu daha da artıyor. Bu arada uyanık birileri, herkesin kafasını kuma gömmesini fırsat bilip alıyor sazı eline…
Duymayan pek az kişi kalmıştır herhalde: Silikon Vadisi’nin devleri çocuklarını teknolojiden uzak büyütüyor. Düşündürücü, değil mi?
Yorum yap