Her zaman birbirine görünmez iplerle bağlı olan ruhlar aleminde her şey bir ve tekti. Her ruh teklik bilincinin birer parçası olduğunun farkındaydı, bu yüzden de ahenk ve bütünlük her an hakimdi.
Günlerden bir gün ruh parçalarından biri dalgın bir halde ruhlar aleminden uzaklaşmaya başladı. Farkında olmadan o kadar uzaklaştı ki ruhlar alemindeki diğer ruhlarla olan görünmeyen ip bağını kopardı. Her gördüğünü kendi gibi bilen ve güvenen ruh parçası hayatında daha önce görmediği biriyle tanıştı.
Her zaman ki güven dolu ve duru haliyle sordu: ‘Adınız nedir?’
Ürkek ve şüpheli bir cevap geldi karşı taraftan.
‘Neden sorduğunuzu bilmiyorum ama benim adım ‘Korku’
Ruh parçası, ruhlar aleminde gördüğü her ruh parçasını bir ve bütün olarak algıladığı için Korku’yu görünce onu da kendi yansıması zannetmişti. Korku; yapısı gereği şüpheci ve alarm durumunda olduğu için güvenle kendisine yaklaşan ve şekli olmayan bu ruh parçasından adı gibi korkmuştu.
Korku kendi alanında olduğu için enerjisi galip geldi ve ruh parçasını ele geçirmeye başladı.
Ruh parçası ilk defa birlik, ahenk, uyum, sevgi, rahmet ve aşk duygusundan başka duygular hissetmeye başladı. Tamamen şeffaf olan haleti ruhiyesi bir ürpetiyle önce akışkan sonra katı bir hale gelmeye başladı. Aradan geçen süre ne kadardı anlayamamıştı ama sanki her şey milisaniye içinde gerçekleşmişti, buna yemin edebilirdi ama kanıtlayabilecek bir zaman kavramına da sahip değildi.
Katılaşan somut halini sert bir zemine düştüğü an çektiği acıyla fark etti. Etrafına bakındı, hiç bilmediği bir yerde koşuşturan tarif edemediği canlılar sevinçle ona bakıyorlardı. Bakmak? Feryat figan ağlamaya başladığı an gözlerini fark etti ve gözyaşını..
Heyecanla koşuşturan canlılardan bir tanesi hemen onu anlayamadığı bir şeye sardı ve daha önce tanıdığını zannettiği başka bir canlının kucağına verdi. Aldığı mis gibi kokudan burnunu fark etti. Koku tanıdıktı, rahmet, şefkat ve güven, ruhlar alemindeki histi bu.
Bu sefer yaslandığı zemin daha yumuşaktı, korkulacak bir şey olmadığını düşündü. Korku? Evet şimdi hatırlamaya başlamıştı. Onu buraya getiren oydu. E peki o neredeydi?
İçinden yüksek sesle: ‘KORKU NERDESİN? BENİ NEDEN BURAYA GETİRDİN? RUHLAR ALEMİNDEKİLER BENİ ÇOK MERAK EDERLER.’
Aradan biraz zaman geçti ve hiçbir cevap gelmedi.
Ruh parçası: ‘LÜTFEN BANA CEVAP VER, GERİ DÖNMEK İSTİYORUM.’
Çok derinlerden bir ses yükseldi. ‘Ben kendi halimde, kendi bölgemde dolaşırken, sen bana geldin. Seni görünce kendi fıtratımı yaşadım ve korktum. Buraya nasıl geldin dersen, onu bende bilmiyorum,’ dedi ve gitti.
Yaslandığı yumuşak zemindeki canlı ona ‘Hayatımıza hoş geldin,’ diye seslendi, o sırada kulaklarını fark etti.
Bir süre sonra yaslandığı sanki tanıdığını hissettiği yumuşak zeminde uyuyakaldı.
Uyandığı an tekrar ruhlar alemindeydi. Şeffaf haline dönüşmüştü. Gittiği yer neresiydi, orada ne kadar kalmıştı, hiçbir fikri yoktu. Ruh parçası zaman kavramı olmayan o yerde saflık ve duruluk içinde her şeyi unuttu.
Korku ise görevini icra etmişti. Dediği gibi onun fıtratı buydu ama her ikisi de varoluşun birer parçasıydı.
Gündüz ve gece, karanlık ve aydınlık gibi ruh parçası da diğer veçhesiyle karşılaşmıştı.
Bu hikayeden yola çıkarsak; aslında korku, kaygı, endişe gibi duygular bize zarar vermek için değil bize kendimizle ilgili değiştirmemiz veya geliştirmemiz gereken durumları fark etmemiz için ortaya çıkarlar. Biz fark ettikten sonrada görevlerini tamamlayıp giderler.
Yorum yap