Bazılarımızın bildiği, bazılarımızın belki de daha önce hiç duymadığı bir kirpi hikayesi vardır:
“Çok eski zamanlarda, çok dondurucu bir kış yaşanmış. Bu dondurucu kış bütün hayvanları çok etkilenmiş ve büyük kayıplar vermişler. Tüm hayvanlar arasında en çok kayıp veren ise kirpiler olmuş. Bunun nedeni, onların pek çok hayvan gibi kalın kürklerinin olmaması ve kendilerini sıcak tutması zor olan dikenlerinin olmasıymış. Yaşanılan bu durumdan en az zararla kurtulmak için kirpiler meclisi toplanmış ve çözüm aramaya başlamışlar. Tüm fikir alışverişlerinin sonunda, gece olunca tüm kirpilerin bir araya toplanmasına ve birbirlerine yakın durarak geceyi geçirmelerine karar verilmiş. Böylece kirpiler birbirlerinin vücut sıcaklığından yararlanacak ve aralarındaki hava akımını önleyerek donmaktan kurtulacaklarmış. İlk geceki deneyimlerinde bunun işe yaradığını görmüşler ama ortaya başka bir problem çıkmış. Üşüyen kirpiler birbirlerine fazla yaklaştıklarından dikenleri birbirlerine battığı için yaralanmalar gerçekleşmiş. Bir sonraki gece ise, yaralanma korkusundan birbirlerinden uzak durmuşlar ama bu sefer de donmalar meydana gelmiş. Ne var ki; her gece kah uzaklaşarak kah yakınlaşarak, deneye yanıla birbirlerinin vücut sıcaklığından yararlanacak kadar yakın ve birbirlerini incitmeyecek kadar uzak durmayı öğrenmişler.”
‘Kirpi Mesafesi’ kavramının, insan ilişkilerinin sağlıklı bir şekilde sürdürülebilmesi için gerekli olan en önemli kavramlardan biri olduğunu düşünüyorum.
Bugün ‘Ben’ diye tanımladığımız; DNA’larımız ile bize akan genetik, bebekken bize bakım veren kişi, çocukken öncelikle ailemiz ve sonrasında akrabalarımız, yetişkinliğe doğru adım attıkça ise içinde var olduğumuz toplum ve hayatımıza giren tüm insanlar ile şekillenmiş bir kişilik örüntüsüdür.
Bu da demektir ki, dünya üzerinde var olan her bir insanın sırtında taşıdığı dikenleri vardır. Bu dikenler bizim hayata bakış açımız, filtrelerimiz, inançlarımız, doğru ve yanlış, iyi ve kötü diye tanımladıklarımız, ihtiyaçlarımız, yaşam tecrübelerimizden edindiğimiz anlayışlar ve savunma mekanizmalarımızdan oluşur.
Bağ kurmak ise insanın en temel varoluş halidir. Tasavvufta ‘İnsan’ kelimesinin, ‘Üns’ ve ‘Nisyan” kelimelerinden geldiği söylenir. ‘Üns’ bağ kurmak anlamındadır. Bağ kurmak insan için bu kadar temel bir varoluş hali iken, diğer insanlar ile olan ilişkilerimizde doğru mesafeyi ayarlayamadığımız her seferinde sonuç ne yazık ki hüsran ile sonuçlanmaktadır.
Ebeveynlerimiz, çocuklarımız, sevgilimiz, eşimiz, dostlarımız, iş arkadaşlarımız, akrabalarımız ile olan tüm ikili ilişkilerimiz…Hayatımızda var olan her ilişkinin farklı dinamikleri bulunmaktadır ve her bir kişi ile olan ilişkimiz, ‘O’ ve ‘Ben’ arasındaki biricik iletişimin sonucudur. Bu nedenle de, ‘kirpi mesafesi’ herkesle olan ilişkimiz için farklı bir ‘doğru mesafe’dir. Aynı zamanda bu ‘doğru mesafe’ de, her ilişkide zaman ve süreç içerisinde değişmek zorundadır. Nasıl ki ebeveynleri ya da çocuğu ile olan ilişkisi, kişi 10 yaşındayken ve 40 yaşındayken birbirinden farklı olmalı ise; diğer tüm ilişkilerin ‘doğru mesafe’si de zamanla ve hayatın getirdikleri ile birlikte değişir ve farklı bir noktaya evrilir.
Herkese tüm ilişkilerinde, birbirlerine, hem dikenleri ile birbirlerini yaralamayacak kadar uzak hem de soğuktan donarak ölmeyecek kadar yakın durabildikleri bir mesafeyi ayarlayabildikleri bir yaşam dilerim.
Gökçe YILMAZ
Yorum yap