Varoluş Dergisi

İçindeki Gürültü, İzleyince Sessizliğe Büründü

6.45.Saat çalar. Günün ilk sesi… Haydiii uyanma vakti. Her sabah olduğu gibi… Ne de zor sıcacık yatağı bırakıp işe gitmek şimdi.

Off, ne yapacaksın ama evin kredisi çocukların koleji. E yılda sadece bir hafta için bir maaşını ödediğin tatilin taksidi. Offf, 5 dk daha. Aman Allah’ım geç kalıyorum. Zaten kriz var, işimi falan kaybedemem tam da terfi edecekken. Hahahh hem de herkes bu işi beklerken, kaptırır mıyım size sevgili iş arkadaşı görünümlü rakiplerim, kalkarım hemen.

İçeriği herkesin yaşam akışına göre değişen bir dizi düşünce çatışmasıyla beyin rutin hayatına, yataktan güç bela kalkmakla da vücudun rutin hayatına başlar. Alışmışlıklara merhaba!

Senin uyanmanla birlikte esas hayat arkadaşın o iç sesinde beraber uyanır seninle. Alışmasına, onunla ilgilenilmesine göre bazısında çok, bazısında daha az konuşan o iç ses sağ olsun hiç yalnız bırakmaz seni. Trafikte, genellikle yapmak zorunda olmadığın ama yapmayınca yapacak bir şey bulamayıp sıkılmamak için yaptığın işinde, yemekte, o meşhur sosyallik diye adlandırılan ama samimiyettense mecburiyetten katıldığın arkadaş toplantılarında hep konuşur o. Gün bitti stres yaratan faktörler dışarıda kaldı derken, sıcak yatağına girip tam da uyuyacakken başlar yine. Aa trafikte o adam nasılda önüne kırdı, sen de bi’ laf edemedin, ya o arkadaşın şöyle böyle dedi sana niye bi cevap vermedin, bugünkü elbiseme herkes bayıldı ama kimse tek laf etmediği gibi sinsi cümlelerle seni esir alır, haberlerde dinlemek zorunda bırakıldığın geçim sıkıntısı sorunlarından esinlenerek ay sonunu hesaplatır, sanki doğaya karşı koyabilecekmişsin gibi eyvah kırışıklıkların artmış yaşlanıyorsun, aman Allah’ım çok kilo aldın diye seni paniğe sürükler, kazaları, belaları ya benim de başıma gelirseleri düşündürür o ses.

Doğduğun andan itibaren sana hayat diye anlatılan zorla kafana sokulmuş olan da buyken, haksız da sayılmazsın. E peki nedir bu koşuşturma? Niye bu çabalama düşündün mü hiç? Daha doğrusu yemek, içmek, almak satmaktan, paradan, başarıdan başka bir şey düşündün mü hiç? Şöyle hiçbir şey yapmadan, çalışmayı, uyumayı, hareketi bir an olsun bırakarak sadece sessiz ve sakin kalarak içine dönüp, kendini dinledin mi hiç? İçindeki ses beni dinle diye sana bas bas bağırırken, beni sustur artık kendine gel, bu sen değilsin, gerçek seni bul derken, bu ses ne diyor acaba diye kulak verdin mi ona? Tamam dinleyeyim de içimde bir gürültü kopuyor, bir sürü ses var içimde hangisini dinleyeyim bilmiyorum ki diyorsun değil mi? Sen başla hepsini dinlemeye, ayırma sadece dinle. Bir tanesi vardır eğerli, amalı, offlu, puflu, şartlı koşullu cümleler kurup içine şüphe, korku, kıskançlık, umutsuzluk, eker, tembelliği cazip kılıp miskin yapar, kıyaslama, aşağılamayla kıskançlık kibir sokar, affettirmez nefretini taze tutar, ayırır birleştirmez ancak böler parçalar. Şeytan, ego, nefs, sol beyin, zihin ne dersen de adının değil onu tanımanın önemli olduğu sestir o çoğunlukla tüm insanlarda baskın olan. Diğeri de malum onu bastırmaya çalışan, umut dolu, merhametli, ama ne yazık ki kullanılmaya kullanılmaya kısılmış olan akıllı melek sestir. Biri sorun yaratırken hep, diğeri hep çözüm arar sana. Bir o ses bir bu ses derken bir bakmışsın ki bir çatışmadır gidiyor orada, sen de kendini ait hissediyorsun bu çatışmaya. O kadar benimsemişsin ki, o sesleri kendinin, kendini ise o seslerden ibaret sanıyorsun hatta. E bu sesleri hiç dinlemezsen öyle zannetmen pek de anormal sayılmaz aslında. O seslere kulak vere vere kulak verenin sen olduğunu unutmuşsun baksana.

Aslında bu sesleri tanımaktan da ziyade, sessizce bu sesleri dinlemektir marifet. Zaten bir dinlesen, açar sana kapısını marifet. O yüzden dinle sadece dinle. İstersen, sadece onlara ayırarak zaman, istersen gün içinde her an.. yorumsuz, yargısız dinle. Nasıl da kandırıyor seni, aklını çeliyor dinle. Alışmıştır o ses ama dinledikçe yorumlara başlar yine, caydırır seni onu dinlemekten ne kadar istese de, kaptırır yine kendisine, uyanık ol fark et sen de, nasıl bağlıyor seni kendine, nasıl hemen yargılamaya başlıyor, fark et o yorumları yargıları da dinle. O zaman derinden izlersin kendini, o ses sana nasıl düşünceler getiriyor, neler hissettiriyor, nasıl kölesi yapıyor seni..

Dinle, izle kendini. Tanık ol. Şehadet et, fark et. Sen fark ettikçe kendini gösterecektir o esas ses de en nihayetinde.

Emine Nalçacı Maviş

4.10.1984 Ankara doğumlu. Lisans/Yüksek Lisans dahil tüm eğitimlerini Ankara'da aldı. Çocuk diş hekimi oldu. Ankara, Sinop, Düzce’de çalıştı. Evlendi. İstanbul’a geldi. Bilincine ışık yakarak, hayata bakışını, böylece hayatını değiştiren Reiki Hocası İsmail Bülbül ile tanıştı. Şu an Reiki 3b öğretmeni oldu. Reiki’yi bilime katmalıyım isteği ile Yeditepe Üniversitesi Fizyoloji bölümünde doktoraya başladı. Böylece bir kez daha insanın mükemmel yaratıldığına şahit oldu. Reiki Okulu’nda öğrendiği öğretilerin soyutluğunun doktora bilgilerinin somutluğu ile desteklendiğini görünce yürüdüğü yolun doğruluğundan emin oldu. Düşüp kalkmalarından sonra o yolda koştuğunu hissediyor. Dönüp duruyor bakalım. Allah sonunu hayır etsin. Bu arada bir kızı, bir oğlu oldu. Onlar ve yaşadığı hayat sayesinde sevgiyi, sabrı, merhameti ve tüm güzellikleri hayatına katmaya çalışıyor. 2022 sonu itibarıyla Usui Reiki Grandmaster 5&6.Aşama olmuştur.

Yorum yap

İnternet üzerinden dijital yayın hayatına ilk olarak 2013 yılında başlamış olan Varoluş Dergisi, kısa bir aradan sonra şimdi yeniden okurları ile birlikte. Değerli yazarlarımız, Spiritüalizm, Reiki, Yoga, Astroloji ve Yaşam alanlarında, siz değerli okurlarımız için yazıyor…

Arşivler