Varoluş Dergisi

HAYAT BİR OYUNSA

Başkalarının hayatında başrol oynamaya çalışırsan, hem kendi hayatını kaçırır, hem de ‘figüran’ olarak kapatırsın perdeyi.

Senin için yazılmış bir rolü hakkıyla oynamak, senin için dekore edilmiş, senden izler taşımayan bir sahnede, ezberlenmiş replikleri söylemek, seni asla sahnenin yıldızı yapmaz, mutluluğa ve başarıya götürmez.

Belki sergilediğin oyunu kalabalık bir seyirci kitlesi izler, ayakta alkışlanırsın. Işıklı, renkli, şatafatlı sahne, sahte bir mutluluk verir sana. Ama bilirsin ki ne o seyirci gerçek, ne sen; ne alkışlar sana ait, ne üzerindeki kostüm; ne sahne senin, ne rol… Anonim bir senaryonun ortasında sıkışıp kalmış zavallı bir figüransın aslında. Ya da en tehlikeli sahnelerde, canını hiçe sayan ama adı asla anılmayan kahraman bir ‘dublör’. Takdiri, alkışı, senin adına bir başkası toplar hep.

Işıklar sönüp perde kapandığında, karanlık bir kuliste, çatlak bir aynada, yılların yorgunluğu ve hüznü ile feri silinmiş gözlerinden süzülen yaşlarla makyajı dağılmış, kendine acıyarak bakan bir palyaço görürsün. Senelerce birilerini mutlu ederek mutlu olmuş, başka hayatlar için kendi hayatını feda etmiş, şimdi aynada kendisiyle ve geçmişiyle yüzleşen… Diline dolanan bir Sezen Aksu şarkısı, yıllarına tanıklık eden rutubetli, küflü duvarlara çarpıp döner ve yüzüne bir tokat gibi vurur.

‘‘Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler,

Şimdi bana seninle bir ömür vadetseler,

Şimdi bana yeniden ister misin deseler,

Tek bir söz bile söylemeye hakkım yok.’’

Çok geç olmadan hayatını geri almalı, ona sahip çıkmalısın. Kendi senaryonu yazıp, kendi “hayat sahnene” çıkıp, senden beklenen “binbir surat” karakterini değil, kendini sergilemelisin.

Belki zaman zaman düşeceksin sahneden burnunun üzerine, dizlerin parçalanacak, avuç içlerin kanayacak, canın yanacak. Acılara tutunup yine kalkacaksın! Yeniden “Perde!’’ diyeceksin. Her seferinde daha güçlü, daha cesur çıkacaksın sahneye. Yılmadan, tükenmeden icra edeceksin kendi şekillendirdiğin rolünü. Kimsenin eline kalemi vermeyecek, kimseyi yönetmen koltuğuna oturtmayacaksın. Gerekirse kederini yazacaksın ama kaderini yazdırmayacaksın!

Bazen avaz avaz bir türkü tutturacaksın, boş amfilerde yankılanıp, yalnızlığına çarpıp sana geri dönen. Belki arada yuh’lar yükselecek arka sıralardan. Emeğin, çaban hiçe sayılacak.

Herkese kendini beğendirmek, herkesin takdirini toplamak, kulaklarını yırtarcasına güçlü alkış almak zorunda değilsin her seferinde. Önemli olan çizginden çıkmaman, kendinden vazgeçmemen ve rolden role girip başkasının hayatında başrol kapma uğruna “sen”i harcamaman.

Hayat gerçekten bir oyunsa, kaç perdelik olduğunu bilmiyorsun. Ayrıca ne provası var, ne tekrarı. Ya çıkar sahnenin tozunu dumanına katarsın, ya seyirci koltuğunda kendi hayatını izler, tozu yutarsın.

Son perde kapandığında bile seyirci karşısında başını eğmeden, dik duruşunu bozmadan sahneyi terk etmek sana verilen emanet hayatı onurla bitirmektir. O gün alkışlanmasan da, omuzlar üzerinde taşınacaksın ve çiçeklerle uğurlanacaksın nasıl olsa.

O halde çık ve kendin ol. Sahne senin! Başrol senin!

Şerife Eren Ünal

2 Aralık 1976 yılında Karaman'da doğdum. Anadolu Üniversitesi, İşletme fakültesinde ön lisans yaptım.18 yıldır İsviçre’nin Zürih şehrinde yaşıyorum. İki kızım var. Özel bir bankada Backoffice calışanıyım. Aynı zamanda Güzellik uzmanlığı eğitimi alıyorum. Değerli hocam İsmail Bülbül hocamdan aldığım Reiki 3B Master aşaması ile farkındalıklarımı keşfediyorum...

Yorum yap

İnternet üzerinden dijital yayın hayatına ilk olarak 2013 yılında başlamış olan Varoluş Dergisi, kısa bir aradan sonra şimdi yeniden okurları ile birlikte. Değerli yazarlarımız, Spiritüalizm, Reiki, Yoga, Astroloji ve Yaşam alanlarında, siz değerli okurlarımız için yazıyor…

Arşivler