Varoluş Dergisi

DUYULARIN BİLGELİĞİ

“Ve tüm duyular içinde, gözün en sığ, kulağın en kibirli, kokunun en şehvetli, tadın en batıl ve en istikrarsız, dokunmanın ise en derin ve felsefi olduğunu keşfettim.” Diderot

 “Kulumu sevince gören gözü, duyan kulağı, tutan eli olurum. Artık o benimle duyar, benimle görür, benimle tutar, benimle yürür.” Hadis

Duyularımız dış dünyayı algılamamızda yaşamsal olarak çok ciddi öneme sahip araçlar. Doğanın duyularıysa bizimkinden çok farklı çalışır. Bugün bilim adamlarının bu alanı incelemesiyle feyz alınası devrimsel keşifler oluyor. Duyuların fizik bedende çoğunlukla otomatik olduğu görüşü baskın olsa da, duyu bilgeliği deyince, unuttuğumuz, bazen ne olduğunu ve nasıl kullanacağımızı bilmediğimizden korkup kendimizi kapadığımız, bilinçli pratik gerektiren, eğitime tabi kapı açıcı ve dönüştürücüleri hatırlatmalıyız.

Duyular, duygularla beraber bilinçaltının da en önemli katalizörleri ve bilinçaltı çalışmalarında kullanılması hayli fark yaratıcı tabii ki. Duyular sadece fizik boyutta yer almaz, her duyunun metafizik boyutu vardır, içten dışa da çalışırlar. Fizik duyuların metafizik yansımalarına; durugörü, duruişiti, durubiliş gibi isimler veririz. Paranormal fenomen başlığı altında incelenen bu olguların, gayet normal, öz doğamız olması bile epey ironik. Oysaki hepimiz çok basit bir testle, mesela gözlerimizi kapattığımızda biliriz ki, gören göz ya da beyin değil başka bir şeydir: Bilinçtir!

Her birimizde duyular farklı oranda ve biçimde çalışabilir, bazı duyularımız körelebilir (bazılarımızın elma hayal ettiğinde elmayı görmesi, ama ısırmayı hayal ettiğinde sesi duyamaması ya da sesi duyup kokuyu alamaması gibi), kullanılmayan, zarar gören duyular yerine başka duyular güçlenebilir, (kör birinin, görenden daha iyi işitmesi gibi) ya da bazı insanlarda duyu bağlantıları sinestezik çalışır (renkleri işitmek gibi.)

Fizik alemde duyular güçlendikçe manevi alemde de güçlenir ve akış iki yönlü olduğundan tersi de mümkündür. (Mesela fizik boyutta eskiden duyma frekansınızın altı ya da üstünde kalan seslere daha hassas olabileceğiniz ya da metafizik boyutta etrafta gül yokken, gül kokusu alabileceğiniz gibi.)

Fizik boyut metafiziğe de açıldığından, akış o yönden daha alışıldık ve sağ beyin daha baskın olduğundan pratiklere genelde fizik boyutta başlanır. Duyuları çalıştırmanın en iyi yolu şifacılıkta da kullandığımız yaratım tekniklerinden biri olan imgelemedir. ‘Mükemmel imgeleme’ 5 duyu ve duygu ile yapılır ve siz çalıştıkça bu gelişir, bazı kişilerde de bu doğuştan gelen bir açılımdır. Duyulara ve yapabileceğimiz bazı çalışmalara kısaca bakalım istiyorum…

Görme:

Dünyayı anlamlandırma amacı olarak birincil olan, o nedenle çok büyük anlam ifade edilen görme duyusu tahayyül olarak da hepimizde en iyi çalışan duyudur genelde ve modern kültür neredeyse bunun üzerine kuruludur. Fakat bu biçimiyle görme, zihinle ilgilidir ve zihin yanılsatıcı olabilir; zihin arınmadıysa daima orada olmayan, aslında yarattığımız kendi evrenimizin yanılsamalarından görürüz, hakiki görmede derece derece bunlardan ari, boş, ‘hiç’ olma beklenir. Bu bir nevi objektif ayarıdır. Bakmak ve görmenin aynı şey olmaması, görmenin daha üst bir boyutta göze değil, gönül gözüne ait olması, karanlıkta kalp gözüyle ve üçüncü gözle görme bundandır. Ruhun gözlerden yansıdığı söylenir, bu nedenle bir insanın gözünün ferinin gitmesi kavramı da ruhla, özüyle bağlantısı kesilenler için kullanılır. Şifacılıkta ayrı bir önemdedir göz; şifa ve enerji gözlerden, bakıştan da akar aynen nazar, göz değmesi, kemgöz de olduğu gibi.

Durugörü dediğimiz kavram 5 duyu ötesi algılamaya tabiidir. Tabii ki gelenler, sizin işletim sisteminizi kullanır bunun objektifliği etkilemesi gerekmez ama ince bir konu ve ayardır. Görmek, güneş çakrası/zihinsel aurayla, haliyle sabır ve güçle doğrudan alakalıdır. Diğer bir konu; 3. Göz (zihin/alın) çakranız bir başka gerçeklik, 5 duyu ötesi algılamadan ve zıtlıkların erimesinden, sezgiden, ışıktan sorumludur, bu iki çakranın da kalple dengelenmesinin ve özellikle 3.Gözün egosal bir çaba, zorlama olmadan kendiliğinden açılmasının önemi büyüktür. Çünkü görme, hakikat ve güç daima sevgiden gelmeli, O’na bağlanmalıdır. Görme pratiklerini fiziksel düzlemde baktığımız şeye anlamını verenin biz olduğunu anlayana ve bu anlam kalkana, bakılanla bir olana kadar yaparız. İzleyici olma pratiklerinin hepsi de bu kategoriye girer. Yaratıcı imgelemede görme duyusunu basitten başlayarak, detayları, zihni ve ışık nefesi gibi çalışmaları kullanabiliriz. Kinesyoloji’den biliriz ki; bakılan şeyler fiziksel, zihinsel ve ruhsal auranızı muazzam etkiler. Yani bir savaş görüntüsü başka, mutlu bir görüntü başka etkiler kas/enerji/frekans testinizi.

Bugün nelere bakacaksınız? Unutmayalım ki baktığımız şeyler de bize bakar. Ve daha ötesi; neyi, nasıl görmeyi seçeceğim? İşte bütün mesele.

“Güzelliğin beş para etmez şu bendeki göz olmasa” Aşık Veysel

Koku:

Koku, kök çakrasının veçhesi, yani binanın temellerinden ilki, o nedenledir ki koku duyusu hafızada en güçlüsüdür; her şeyi en hızlı, keskin çağıran, ilişkilendiren, frekans yaratan ve tutandır. Kokular gizlenebilir, dönüşebilir, çok boyutlu ve neredeyse tek başına büyülü bir evrendir koku. İnsanların, mekanların, her tür frekansın kokusu vardır. Koku temel bir uyarı ya da çekim merkezidir. Tüm ilişkiler temelde kokuyla kurulur; annenizle, doğayla, sevdikleriniz, sevmedikleriniz, anılarınızla.

Fizik alemde olmayan şeylerin kokusunu almaksa; duruduyum kategorisinde yer alıp iyi bir işaretçidir. (Mesela nasıl ki görüntüsü aynı 2 şeyden faydalı ve zehirliyi önce kokuyla ayırt ediyorsak, ateş olmayan yerde ateş kokusu duymak önceden bir yangını haber verip dikkatli olmamızı sağlayan bir yeti olabilir.)

Halk tabiriyle pis işlerin kokusunu almak vardır mesela. Kokuyu alan burun değil, bilinçtir ve bilinç genişleyebilir…

Gözlerinizi kapatın farklı şeyleri koklayın, ne olduğunu anlayın, gözlerinizi kapatın orada olmayan şeylerin kokusunu içinize çekin, yaratın, kokusunu sevdiğiniz bir anıya gidin. Gözlerinizi kapatın kokuların duygusuna, düşüncesine bakın. Koku yavaşlık sever, derinlik, genişlik, boşluk sever zaman tanıyın. Mutlaka bitkilerle, yağlarla, doğayla, nefesle, havayla bu bazda da ilişki kurun ve güle kokusunu verenin dikeni olduğunu lütfen unutmayın. Yaşamınızın yaydığı bir koku vardır, evrene imza gibidir bu, kelimeye dökülmez. Hangi kokuları yaşamınıza ekleyecek, çıkartacak, bugün hangi kokuları çağıracaksınız? Kötü bir anıyı, güzel bir anıya götüren bir kokuyla tekrar hatırlamayı pratiklemek isteyebilirsiniz mesela.

Tat:

Ruhsal içeriklerin, renklerin, müziklerin, olayların, insanların, hallerin, dönemlerin her şeyin tadı vardır. Yaşamdan tat almak, hayatın tadı denen kavramlar vardır. Tat, hara çakrasının bir işlevi olup, yaşam ve benliğe dair, içgüdüsel ilk izlenimlerimiz tatla gelir ve kazınır. Görüntüsü aynı olan iki sudan zehirli ya da şifalı olanı koku ya da kokuya zaman tanımadıysak tatla ayırt ederiz. O yüzden, tat duyusu görselden daha az kaypaktır derler. Tat almayan, tadı kaçan, tadı bozulan insanın denge ve akışında sorun vardır. Tat duyusu duygusal aurayla, bereket ve yaratıcılıkla, kabulle, afla, oldukça ilişkili. Tadı alan dil değil, bilinçtir. Tabii ki tasavvuftan da bildiğimiz üzere, dilin terbiyesi de tat açısından ayrı önemli. Gözlerinizi kapayın bildiğiniz şeylerin tadını almayı deneyin, sonra tadı olmadığını düşündüğünüz şeylerin tadını almayı deneyin, farklı tatlar deneyin, tadı değiştirmeyi deneyin. İçeri aldığınız şeylerin tadına dikkat edin; şeker gibi gelen zehirli tatlar vardır, dozlar vardır, tatta denge elzemdir! Yaşamda tadı ve hazzı engelleyen ya da abartanların bu çakraya ait sistemleri zarar görür ve başka şeylerle ikame edilmeye çalışılır, bağımlılıkların da bir sebebidir bu. Depresyonun da ilk işaretidir aynı zamanda tat bozumu. Tat, kontrastla çalışır, bu yüzden artı, eksi, acı, tatlı, ekşi, tuzlu her şey gereklidir, önemli olan bunları kullanıp nasıl bir yemek pişirdiğimiz. Yaşamınıza tat katın, nasıl bir tat eksik, ne fazla? Özlediğiniz tat hangisi? Mesela yaşamınızın tadı nasıl? Bu tattan memnun musunuz? Daha iyi bir tat mümkün mü, nasıl? Hep dediğim bir şey; tadını çıkartın başka bir şeyini değil. Buradan götürebileceğimiz şeyler yaşam deneyimlerimizin tadı ve bu tadı belirleyen ‘şeyler’ değil, biziz!

Dokunma:

İşte geldik manidar biçimde pandemide sekteye uğrayan duyumuza; dokunma kalp çakra ile ilişkilidir, birincil aracı ellerdir, fakat daha üst bir boyutta insan gözle de, düşünceyle de, sözle de vs. dokunabilir.

Dokunmak yeri doldurulamaz kinesyolojik iletişime girer ki bir bebek için hayati önemdedir. Daha az temas edilen bebek ve çocukların yaşamın ilerleyen yıllarında ne tip ruhsal, zihinsel, bilişsel sıkıntılar yaşadığına dair çok değerli araştırmalar mevcut. Dokunma hangi boyuttan olursa olsun fizyolojik, duygusal, derin bir etki yaratır.  Herhangi bir ilişkide dokunma duyusunun kullanımı bir ilişkiyi zayıflatabilir ya da güçlendirebilir. Şifa ve şifacılıkta ayrı bir önemdedir dokunma ve eğer mümkünse, şifacılar uzaktan çalışma yerine her zaman dokunmayı tercih ederler. Dokunduğunuz daima bir bilinçtir hangi boyuttan dokunursanız dokunun, şefkatle, sevgiyle, ruhla, ışıkla, ilgiyle temas edin. Hiçbir şeye, hiçbir boyutta negatif dokunmayın. Gözlerinizi kapatın önce dokunarak, dokuların, sıcaklık/soğukluk, sertlik/yumuşaklık, kuruluk/nemlilik gibi özelliklerini fark edin sonra da dokunmadan imgeleyerek bunları hissetmeye çalışın.

İşitme:

Her yaradılan, yaratıcıda bir sesti.

Çağırmak sesle olur, çağırmak için isimleri bilmeniz gerekir, isimler sestir, Adem’e önce isimler öğretildi, ne ola ki isimler, tefekkür edilesi. Düşmanını yenmek için adıyla çağır derler, tefekkür edilesi. En az kullandığımız duyulardan biri belki de işitmedir.

“Oku!” gibidir “İşitmez misiniz!”

İşitmek ve duymak aynı boyutta değildir. İnsan duyar belki, ama bir kulağından girer ötekinden çıkar, ancak hazır olunca işitir o zaman da kulaklar birlenir ve kulak olur. İşitmek bilmek gibi değil eylemle, yapmakla, olmakla ilgili etken bir enerjidir. İşiten kulaklar değil varlıktır, bilinçtir. Bilinç ve varlık seviyesi genişleyebilir: Duruişiti! Hem işiti hem duruişiti için önce dinlememiz gerekir, yani sessizlik! Çakralar düzeyinde boğaz çakrasının işlevidir işitme, kulak, burun, boğaz birbirine bağlıdır ve bir Boğaz’ı geçmek; eşik, bağlantı kapısı, yüksek çakralara açılan bir geçit demektir. İşitmek, ilhamla, dengeyle, samimiyetle (dürüstlük), sabırla, sükunetle, sıfırdan hiçbir şey bilmiyormuşcasına dinlemekle doğrudan alakalıdır. Doğru işitmek için doğru niyet ve doğru sorular gerekir, bunun için de bolca kendini izleme gerekir. Kendine dürüst olmayan insan işitemez, zaman ayırmayan, değer vermeyen, dengesiz insan işitemez, çünkü dinlemeyi bilmez. Ondandır ki “Söz gümüşse sükut altındır.” İnsan dışa sağırsa içi işitir, içe sağırsa dışı duyar ama işitmez. İşitmede sıkıntı varsa, ifadede daima dengesizlik, eksiklik, bozuk bir akış olur. Boğaz çakrasının yönettiği fizik ve metafizik alanlarda, komşu alanlarda ve dengesi olan hara alanında daima sorun olur. Şifacılık için çok önemli bir kanaldır işitme. Gözlerinizi kapatın önce tüm sesleri işitin, kulak verin, belki sonra gelenleri yazmak, çizmek ya da dansını yapmak, şarkısını söylemek şeklinde ifade etmek isteyebilirsiniz. Duymak istediklerinizi yaratın, tonları, Evren’in müziğini, kendi müziğinizin bunun içindeki yerini, sessizliğin sesini işitin. Oldukça sanatsal, aynı zamanda arkaik bir duyudur işitme ve dev bir Evren’i vardır. Rehberlerinizi işitin, doğayı, bedeninizi, duygu ve düşüncelerinizi, sonra öz ve ruhunuzu işitin. Belki bugün radyoda duyduğunuz bir şarkı, sevdiğiniz ya da sevmediğiniz birinden duyduğunuz bir söz, okuduğunuz bir cümle işitme aracınızdır kim bilir?

5 duyunuza, kendinize ve evrene 5 dakikayı çok görmeyin. Her gün kalkar kalkmaz dünyanın güzelliğine, renklerine, ışığına bakar, günün seslerini duyar, havanın kokusunu çekip, esintisini tenimde hisseder ve derim ki: ‘Tanrım ne tatlı bir gün, iyi ki varız, teşekkürler, bugün bu lütufla ne yapmak isterdim?’

Gelecek sayıda elementlerin bilgeliğinde görüşmek üzere, enfes bir Şubat diliyorum hepimize.

Ahu Birlik

Ahu Birlik

1981 baharında Ankara'da doğdum. Çocukluğum ve gençliğim seyahat ve enstantanelerle geçti. İstanbul Bilgi Üniversitesi Film&Tv lisans ve Kültürel İncelemeler yüksek lisans programlarını tamamladıktan sonra hizmet, üretim, reklamcılık gibi sektörlerde farklı görevlerde yer aldım. 2012 yılında içsel yolculuğu beni Reiki Bilinçaltı Terapiler ve Can Hocam İsmail Bülbül'e taşıdı. 2014 yılından beri Bodrum'da yaşıyor, Bodrum Şifa Sanatları Atölyesi Kumbahçe'de yolculuğumuza sevgiyle, şükranla devam ediyorum.

Usui Reiki Master Teacher

Yorum yap

İnternet üzerinden dijital yayın hayatına ilk olarak 2013 yılında başlamış olan Varoluş Dergisi, kısa bir aradan sonra şimdi yeniden okurları ile birlikte. Değerli yazarlarımız, Spiritüalizm, Reiki, Yoga, Astroloji ve Yaşam alanlarında, siz değerli okurlarımız için yazıyor…

Arşivler