Dünle bugün oturmuş dertleşiyorlarmış.
Dün, bugüne;
“Ben de yarın olmak istiyorum” demiş. “Hayalleri süslemek, en sevilen ve en istenen zaman olmak. Hiç gelmediği halde hep güzel duygularla anılmak, umutla bakılmak, hep akıllarda olmak. Çok güzel bir his olmalı. Aah ah! Halbuki varlığı bile şüpheli değil mi bu yarının, sorarım sana bugün. Nerede bu yarın? Gördün mü sen hiç? Baksana bi, ya ben varım ya da sen varsın.”
İç geçirmiş…
“İnsanlar beni hep kötü anıyor. Aklına geldiğim kişi hemen benden düşüncesini kaçırıyor. Çok az kişi özlemle, mutlulukla bana bakıyor. O duygular da kısa sürüyor, bir daha gelemeyeceğim diye ya üzüntüye ya da kedere dönüşüyor. Kimseyi mutlu edemiyorum” demiş.
“O kadar kendine yüklenme” demiş bugün düne. “Yarın o kadar da iyi anılmıyor merak etme. Ondan korkan, kaygılanan da var.
Onu seven kadar sevmeyeni de çok, aynı senin gibi. Ondan içini ferah tut.” demiş.
Sonra devam etmiş.
“Bana sorarsan yarını, ben de sana katılıyorum. Hiç görmedim kendisini, adı var, kendi yok. İnsanlar da bir garip. Ortada olmayan, hiç gelmeyen şeyden korkulur mu ben de onu sorayım sana?”
“Gelmez olur mu?” demiş dün bugüne. “Bak dün konuştuğumuz yarın şimdi burada işte.”
“Olur mu hiç öyle şey dün, akıllı ol biraz. Dün konuştuğumuz yarın bugün oldu. Yani ben oldum! Yarın diye bir şey yok. Anlayın artık sadece ben varım. Ama ne yapsam anlatamıyorum kimseye. Yarının da senin de var olan sadece adınız bir de size yüklenmiş duygularınız. İkiniz de hayalsiniz, hayallerdesiniz. Düşünceden öteye gidemezsiniz. Bense gerçeğim. Görünenin, hissedilenim. Ama herkes beni es geçiyor. Sürekli sizlerle ilgileniliyor. Dikkatleri hep sizde. Böyle olunca kimse beni tanımıyor tek gerçek benken, tek huzur bende iken.”
Devam etmiş içerlemişçesine.
“Benden başkası yok ki. Alınma ama sen de yoksun, yarının olmadığı gibi. İkiniz de çok bencilsiniz. Kendinizi yaşatmak için insanları öldürüyorsunuz. Duyguları kullanarak öyle bağlamışsınız ki kendinize, esir etmişsiniz onları zihinlerine. Onlarda da cesaret olmadığından, kopamıyorlar ayaklarındaki, boyunlarındaki prangalardan. Halbuki gerçek öyle mi, sen de biliyorsun bal gibi. Bırakın artık insanları, kesin onların zihinlerindeki sesinizi. Beni kimse durduk yere dinlemiyor. Siz susmadıkça da beni kimse duymuyor.”
Üzülmüş dün, bugünün durumuna. Ulaşmış en sonunda kendisi gibi hayal olan yarına. Birlikte karar vermişler insanları uyandırmaya.
Demişler el ele verelim, çalar saat olup, zihinlere girelim. İyi duyguları olması gerektiği gibi bugüne verelim. Kimin aklına gelirsek ona acı ve huzursuzluk verelim. Kalbinde acı ve huzursuzluk hissettiği an, o kişinin farkındalık saatini çalalım. Saate de şöyle dedirtelim.
“Dikkat dikkat, andan koptunuz. Geçmiş ve geleceğe ait düşüncelere daldınız. Kendinize gelin. Dikkatinizi anda olan bir şeye verin!!!”
Planları işledi.
İnsanlar, düşünce alemine girer girmez saat zihin saati çaldı, onları acı, huzursuzlukla uyardı. Onlar da an’ ın huzuruna sığındı. Sonunda da anda kalmayı başardı.
Nasıl mı?
Eskiden akıllarına düşünce düştüğü an ona inanıp, çözüm ararlardı, derinlere dalarlardı. Duygu kalplerine indiği an ya ona bağlanır ya da kaçarlardı. Şimdi ise an’a taşıyıcı olarak kullanıyorlar düşünceleri ve duyguları. Gide gele öğrendiler, duygu ve düşüncelerin esas görevini gördüler.
Böylece güçlenen bugün, yarınla düne teşekkür etti. Hepsi birden kaynaştı, iç içe geçti. Sonunda hepsi bir oldular. Bu barışma sayesinde insanlar da özgürlüğün tadına baktılar. Kalktı aradan zamanla mekan, kaldı sadece tarif edilemeyen o AN.
Not: Anda kalmak için, duygu ve düşüncelere kapılma huyunuzdan vazgeçmek için harika bir egzersizdir. Yapa yapa varlığınız anda kalmayı öğrenecektir. Tüm dertleriniz kendiliğinden yavaş yavaş bitecek, sorunlarınız çözülecektir.
Deneyin!
Emine NALÇACI MAVİŞ
Yorum yap