Varoluş Dergisi

TUZLU KEK

Günlerdir pastanenin süslü rafında satılmayı bekliyordu. Işıklandırılması, sunumu iyiydi. En kaliteli tabakta sergileniyordu ve güzel gözükmesi için üzerine her türlü süsleme yapılmıştı. Ama şöyle bir yanına yanaşan, azıcık ucundan tadına bakan, bırakın satın almayı arkasına dönüp bakmadan kaçıyordu.

Günlerden bir gün gönül yorgunluğu çeken, hayata küsmüş bir adam geldi. Tadına görüntüsüne bakmadan sergilenen kekin tamamını paket yaptırıp eve götürdü. Zoraki bir çay demleyip belki tatlı iyi gelir düşüncesi ile kendine bir tabak hazırladı.

Bir dilim süslü kek, bir bardak çay…

Kekten bir lokma almasıyla tükürmesi bir oldu. Bu kekte bir gariplik vardı. Tekrar bir lokma aldı, ne var İÇİNDE diye baktı. Tattı, kokladı, duyumsadı, hisleri ile yokladı ve kekin tuzlu olduğunu anladı.

Anladı…

Kekin içine bakması ile kekten neden herkesin uzaklaştığını anladı. Kekin içinde insanların ondan uzaklaşmasını sağlayan bir şeyler vardı.

O adamın anlayışı keke de yansıdı, adeta canlandı ve “bana baktığın gibi kendi içine de bak” dedi. “Belki senin çevrendeki insanların senden kaçma sebebi de senin içindekilerde bir sorun olduğundandır, ondan insanlar senden kaçıyordur ve bu yüzden yalnızsındır?”

“Beni anladığın gibi kendini de anlasana” dedi.

Hiç böyle düşünmemişti o adam. Yalnızlığının sebebini hep başkaları sanmıştı. Başkaları hep kötüydü, başkaları hep nefret sebebi…

“Tamam”dedi. Kendi içine bakmaya karar verdi hayatında ilk defa. “Belki de sorun bendedir?”

“İyi de içine nasıl bakar insan, kek miyim ben ki tadım, kokum olsun, tadına bakayım veya koklayayım.”

Düşündü düşündü, içindekileri düşünmekle anlamayacağını gördü. İçindekileri aynı keki algıladığı gibi hisleri ile duyumsayacaktı. Oturdu, gözlerini kapattı. Nefesine verdi kendini, zihnini, çekti içine nefesini,

Zaten nefes insanın kendisi değil miydi? Zihni kendine çevirince algıladı içindekileri, güneşini, gölgesini, aydınlık ve karanlık hallerini. Meğer reddetmiş yıllarca görmeyi kendini, öfkesini, kinini, nefretini, acizliğini, cehaletini, cimriliğini, fakirliğini, çirkinliğini görmeyi tercih ettiği için zenginliğini, cömertliğini ve daha nice iyi yönlerini. Tıpkı kekin tuzu gibi…

Işık gidince karanlığa, karanlık kalır mı orada?

Emine NALÇACI MAVİŞ

Emine Nalçacı Maviş

4.10.1984 Ankara doğumlu. Lisans/Yüksek Lisans dahil tüm eğitimlerini Ankara'da aldı. Çocuk diş hekimi oldu. Ankara, Sinop, Düzce’de çalıştı. Evlendi. İstanbul’a geldi. Bilincine ışık yakarak, hayata bakışını, böylece hayatını değiştiren Reiki Hocası İsmail Bülbül ile tanıştı. Şu an Reiki 3b öğretmeni oldu. Reiki’yi bilime katmalıyım isteği ile Yeditepe Üniversitesi Fizyoloji bölümünde doktoraya başladı. Böylece bir kez daha insanın mükemmel yaratıldığına şahit oldu. Reiki Okulu’nda öğrendiği öğretilerin soyutluğunun doktora bilgilerinin somutluğu ile desteklendiğini görünce yürüdüğü yolun doğruluğundan emin oldu. Düşüp kalkmalarından sonra o yolda koştuğunu hissediyor. Dönüp duruyor bakalım. Allah sonunu hayır etsin. Bu arada bir kızı, bir oğlu oldu. Onlar ve yaşadığı hayat sayesinde sevgiyi, sabrı, merhameti ve tüm güzellikleri hayatına katmaya çalışıyor. 2022 sonu itibarıyla Usui Reiki Grandmaster 5&6.Aşama olmuştur.

Yorum yap

İnternet üzerinden dijital yayın hayatına ilk olarak 2013 yılında başlamış olan Varoluş Dergisi, kısa bir aradan sonra şimdi yeniden okurları ile birlikte. Değerli yazarlarımız, Spiritüalizm, Reiki, Yoga, Astroloji ve Yaşam alanlarında, siz değerli okurlarımız için yazıyor…

Arşivler