Hani bazen hayattan vazgeçtiğin, yaşamaya küstüğün anlar olur. Tutunduğun tüm dallar elinde kalmıştır, güvendiğin dağlar karla kaplıdır. Hem dağa hem kara kırgınsındır. Açmaya çalıştığın tüm kapılarda, ya kırk kilit asılıdır ya da acımasızca yüzüne kapanmıştır. Bu kapandan kurtulmak için denediğin her yeni yol çıkmaz bir sokaktır. Hayatın labirentinde kaybolmuş gibi hissedersin. Karanlığın en derininde, yolların en çıkmazında, umudun tükendiği yerde yalnızlığına ve çaresizliğine sarılıp oturup kalırsın bir köşeye. Küçücük bir umut ışığına, seni yeniden yaşama bağlayacak bir sebebe ihtiyacın vardır. Çünkü artık pamuk ipliğine bağlıdır hayatın. Koptu kopacak.
Ruhun bedenine ağır gelen, taşımaktan yorulduğun bir emanettir. Bir an önce asıl sahibine teslim edip, ebedi bir uykunun huzurlu kollarına bırakmak istersin kendini.
İşte benim de öyle hislerle dolu olduğum bir zamanda çıkageldi o. Sormadan.. Karanlığı delerek bir ışık hüzmesi gibi bana yaklaşması önce ürküttü beni. O ise beni bu karanlık dehlizden çekip çıkartmaya kararlıydı. Elini uzattı bana. Kalbim deli gibi çarpıp bu eli tutmam gerektiğini söylese de beynim onu da karanlığına ortak etmeye hakkın yok diyordu. Kalbimin ve mantığımın arasındaki ateş hattında kalmıştım.
Elini tutup aydınlığa mı çıkacaktım yoksa benim karanlığım daha güçlü gelecek ve ondaki ışığı da mı söndürecektim.. Karanlığımda kaybolup gidecek miydi benimle bilmiyordum. Uzak durmaya bana uzanan bu eli tutmamaya karar verdim. Kaçtım, direndim. Bu benim karanlığımdı, o ise tertemiz saf bir ışık. Ben kaçtıkça o çoğalarak geldi peşimden ve gün oldu beni de içine aldı.. Artık karanlığım ona direnemiyordu.
Uzun gecenin ardından doğan güneş gibiydi. Dünyam aydınlanmıştı adeta. Artık renkleri daha net görebiliyordum. Gökyüzünü, denizi maviye; ağaçları, çimleri yeşile boyamıştı. Üzerine renkli renkli çiçekler kondurmuştu. O oluk oluk sevgi akıttıkça yüreğime bahar gelmişti. Yeniden tomurcuğa durmuştu dallarım. İçimde tarifi mümkün olmayan bir coşku vardı. Ciğerlerim patlayana kadar koşmak bu coşkuyu herkese, her yere bulaştırmak, tüm dünyaya yaymak istiyordum. Yüzüme yerleşen şaşkın bir gülümseme vardı. Kuşların şarkılarına eşlik ediyordum. Yer çekimi kaybolmuş, ayaklarım yere basmıyordu sanki. Mutluluktan uçmak denilen duygu bu olsa gerekti. Bütün dertlerim gözümde küçülmüştü ve benim her şeyin üstesinden gelecek mucizevi güçlerim var gibiydi. Yeniden doğmuş, ayağa kalkmış, hayata dört elle sarılmıştım. Eski karanlık günlerden, çıkmaz sokaklardan, yüzüme kapanan kapılardan hiçbiri yoktu, hiç olmamıştı. Benim yarattığım bir illüzyondu sanki. Gözlerim aşkla baktıkça kaybolup gitmişti hepsi. Onun hiç beklenmedik bir anda hayatıma dokunması ile tüm eksikler tamamlanmış, ruhum diğer yarısına kavuşmuş gibiydi. Her yerde el ele, göz gözeydik. Gece yıldızların altında saatlerce konuşuyor, güneşin doğuşuna birlikte tanıklık ediyorduk. Dalgaların sesi, rüzgarın uğultusu, kuşların cıvıltısı aşk şarkısı gibi geliyordu bize.
Günler geçiyor mevsimler değişiyor, ben de değişip güzelleşiyordum. El ele ıslandık yağmurlarda. Beni ilk öyle yağmurlu, ılık bir bahar günü öptü. Dudaklarındaki aşk ateşiyle yandı dudaklarım. Nefesi nefesime, ruhu ruhuma karıştı. Sıcak yaz gecelerinde gitar çalıp şarkı söyledi bana. Kumlara yazdı beni sevdiğini. Sonbahar yapraklarının daldan düşüp rüzgarla savruluşunu seyrettik saatlerce bir bankta oturup, hiç konuşmadan. Bana öyle sıcak sarılıyordu ki, sonbaharın soğuğu utanıyordu. Kışın ilk karı doğayı güzel, masum bir gelin gibi süslemişken, benim hayallerimde kar kadar temiz ve beyazdı. Mutluluğumun sonsuza kadar süreceğinden emindim. Çünkü birbirimiz için yaratılmıştık biz ve çok seviyorduk birbirimizi. Dillere destan bir aşk yaşıyorduk. Ben öyle sanıyordum!
Sonra ne mi oldu?
Gitti..
Gelişi gibi beklenmedik bir anda oldu gidişi de. Yine sormadan. Geldiği zaman uzak durmaya çalışan ben, gitmemesi için yalvardım. Dünyamı yine karanlıklarda bırakma dedim. Dinlemedi. Günlerce ağladım. Bir daha kimseyi sevmemeye yemin ettim. Hayatıma girdiği güne binlerce lanet okudum. Yine dünyaya kapattım kapılarımı. Tüm ışıkları tek tek söndürdüm. Günlerce bir koltukta, aynı pijamayla oturdum, saçlarımı taramadım. Perdeleri hiç açmadım. Masanın üstü, taşmış kül tablaları ve kahve fincanları doluydu. Ona da hayata da küsmüştüm.
Birkaç hafta sonra hayata yeniden dahil olmaya başlasam da hiçbir şey eskisi gibi değildi. Hiçbir şey keyif vermiyordu. Elimde telefon, ondan gelecek bir mesajı bekleyerek aylar geçti. Ben ondan geçmedim. Biliyordum o da bensiz mutsuzdu. Daha doğrusu öyle olmasını umuyordum. Ben bu kadar mutsuzken onun mutlu olabileceğini düşünmek bile içimi acıtıyordu. Bu merak içimde büyüdü ve takip etmeye başladım. Bir dedektif hassasiyeti ile tüm ip uçlarını değerlendiriyordum.
Bensiz mutlu olduğuna, bana geri döneceğine ve benden başka kimseyi sevemeyeceğini dair umutlarım giderek azalıyordu. Bir gün korktuğum başıma gelmişti. Hayatında biri vardı ve mutluydu. Ben hala onu severken, onu beklerken, o beni çoktan unutmuş, başka birini koymuştu benden boşalan yere. Önce dünya başıma yıkıldı, gökyüzü çöktü üzerime. Nasıl çıkacaktım bu göçük altından?
Yine ağlamaktan şişmiş gözlerle, koltukla bütünleşmiş, pijaması üzerine yapışmış kadın rolüne büründüm. Masada taşmış kül tablaları, biriken kahve fincanları, açılmayan perdeler, taranmayan saçlar tekerrür etti yine. Mutsuzluk ve kıskançlıktan ölmek üzereydim. Ben de bulamayıp o kadın da bulduğu neydi? Neden onu tercih etmişti? Bu sorular beynimin içinde lunapark kurmuş dönüp dururken birden şimşekler çaktı ve ben günlerdir aradığım cevabı buldum.
O, benim tam ihtiyacım olduğu anda gelmişti. Basit bir tesadüf değildi bu. Benim karanlığıma ışık olmuş, çıkmaz sokaklardan düz yola çıkartıp gitmişti. Aslında benim hayatımda görevini tamamlanmış, öğrenmem gerekeni öğretmişti. Ben artık bu yolda kendi çabamla devam edip, kendim mutlu olmalıydım. Çünkü kimsenin ışığıyla, kimsenin yolunda, emanet bir mutlulukla yürünmezdi. Işık kendi içinde yanmadığı sürece, karanlıktan aydınlığa ulaşmak mümkün değildi. Kendime yetmeyi, kendim olmayı ve mutluluğu bir kimseye, bir olaya bağlamamayı öğretmek için gelmişti o. Her şeyin kaynağı bende, içimde, yüreğimdeydi. Kendi ışığımı yakmazsam, kendi rotamı belirlemezsem, yol almam mümkün olmayacaktı. Mutlu olmayı bir kişiye bağlarsam, o kişiyle birlikte mutluluk da yok olup gidecekti. Oysa kalıcı mutluluğun kendisi idim ben. Gören gözlerim, tutan ellerim, yürüyen ayaklarım ve sevebilen kalbimdi. Diğer mutluluklar sadece misafir.
Ve aşk! ilahi aşka ulaştıran bir yol ve o yolda bir süre eşlik eden yol arkadaşıydı. Zamanı geldiğinde veda etmeyi, teşekkür ederek yola yalnız devam etmeyi, bilmek gerekiyordu. Çünkü biz menzile yaklaşmıştık ve Aşk’ın yeni menzillere taşıyacakları vardı. Yeni görevleri onu bekliyordu. Yeni yüreklere girip, yeni ilahi ışıklar yakıp, yeni tekamül yolları açması gerekiyordu.
Çünkü bir kulu bile sevmeyen, Yaradan’ ı sevemezdi. Beşeri aşktan geçmeyen, ilahi aşka ulaşamazdı.
Teşekkür ederim Aşk! Hayatıma uğradığın, yüreğime dokunduğun, dünyamı aydınlattığın ve en ihtiyacım olduğunda bana rehberlik edip yolumu bulmama yardım ettiğin için. Hadi şimdi git. Seni bekleyen daha çok kurak yürekler, daha çok karanlık hayatlar var. Uğurlar olsun.. Yolun açık olsun.. ışık olsun.
Yorum yap