“Sus ayıp! Sana ne derlerse desinler bu onların kendi terbiyesizlikleri, sen susup onlara terbiyenin ne olduğunu öğreteceksin ve onlara hiç cevap vermeyeceksin tamam mı yavrum” diye öğütlerdi anneannem ve annem… Sonuç olarak bu öğretilerle geçip giden yıllar… Böyle büyütülen kaç kişi var acaba el kaldırır mısınız lütfen, peki ya farkındalığa ermeden yıllarını susarak, boyun eğerek geçirip yolun sonunda elinde koca bir hiç ile kalan… Susmanın en güzel ders olduğu öğretilmesine rağmen neden bu dersin karşılığını göremedik bunu bileniniz var mı? Ey farkındalık, keşke doğduğumuz an itibariyle bize sıkı sıkı yapışsan ve de ölene dek bırakmasan bizi, ne güzel olurdu öyle değil mi? Ya da böyle bir durumda hayat anlamsız mı olurdu, monoton mu geçerdi ne dersiniz?
Aslında bakarsanız her farkındalık bir pişme gibi. Bunu düşündüğümde aklıma Orman Kebabı’nın yapımı geldi; çok da severim kendisini. Hani bu yemeğin içinde et, patates, havuç, bezelye vardır ve her birinin pişme derecesi farklıdır. Ne zamanki tüm ürünler doğru derecede pişti, işte o zaman o yemeğin lezzetine diyecek olmaz. İlk denemede et çok sert kalabilir ve üzerine daha çok su ilave etmek zorunda kalırız belki ya da patates çok yumuşamış ve lapa gibi yemeğe dağılmıştır. Deriz ki, bir daha ki sefere eti önceden haşlayayım ya da patatesi havuçtan sonra ilave edeyim. Bunları uyguladığımızda yemeğin bambaşka bir hale geldiğini ve tam kıvamında olduğunu görürüz. Ve tadanlardan da güzel yorumlar alırız. İşte bizimde kıvama gelmemiz için pişmemiz şart dostlar… Tabi bu esnada kendimizi korumamız ve sinirlerimize hakim olmamız oldukça önemli. Maneviyatımız ne derece güçlüyse korunmamız da bir derece kolaylaşıyor gibi ne dersiniz? Namaz kılmak, meditasyon yapmak belki ritüellerden faydalanmak bu pişme yolculuğunda bize eşlik eder çoğu zaman. Defalarca pişeriz, darbeler bizde o kıvama gelmeyen etin öncesinde haşlanması gibi haşlama etkisi yaratır, acıtır… Ama haşlanmadan da kıvama gelinmiyor işte, bir de üstüne pişiyoruz ama sonrasında olan biz… İşte onu anlatacak kelimeler olmuyor esasında… Hayatı öğrenmiş, bu hayata geliş nedenini çözmüş ve hayat amacını ortaya koymuş bir biz çıkıveriyor ortaya. Sizce de hayranlık verici bir dönüşüm değil mi bu? Artık kimin ne dediğinin bir önemi yoktur, artık kelimeler kifayetsizleşir, çünkü yeni bir biz vardır ortada ve kıvamında piştiğimiz için gereksiz yükleri yüklenmemize de gerek kalmamıştır. Etrafımızda kimlerin kalması ve kimlerin gitmesi gerektiğinin farkına varmışızdır. Daha rahat nefes alıp verir olmuş ve hayata daha sıkı sarılmışızdır. Auramızı kirletenlere enerji harcamayıp bu hayatı yaşamaya ve hayatın bize öğreteceklerini, neleri deneyimleyeceğimizi heyecanla beklemeye başlamışızdır. Ve etrafımızdan da piştiğimizi fark edenlerin yorumlarını duyarız, bu durumdan rahatsız olanlar eleştiri yağmuruna tutarken bizi; bizim özümüzü bulmamızdan mutluluk duyanlar da takdirlerini dile getiriler sevinçle. İşte bu da hayat yolculuğumuzun en keyifli yanıdır, çünkü resim çok net hale gelmiştir artık. Kimin bizim için doğru kimin yanlış olduğuna şahit olmuşuzdur, belki de ürpererek..
Hayat bizim hayatımız ve pişmemiz kaçınılmaz ama pişmekten keyif alıp sonunda kıvama geleceğimizi bilmek bu hayatın bize sunduğu son derece özel bir deneyim bunun kıymetini bilelim. Her daim yolumuz açık ve gönlümüz ferah olsun… Sevgiyle kalın.
Gönül DOĞAN
Merhaba Gönül Hanım,
Kıvama varmayı o kadar güzel anlatmışsınız ki, keşke herkes bu denli kıvamına varmış olsa ve ülkemizdeki yozlaşmayı durdurup birbirimizin değerini anlasa.
Tebrikler