“İnsan hapishanededir” sözünü daha önce duymuş olabiliriz. İnsanın ailesinden, okuldan, toplumdan öğrenip farkında olarak ya da olmayarak kendi bünyesine katmış olduğu ve artık O’nun gerçekliği olmuş olan inançlar; kendi ile hiçbir ayrışma kalmayacak kadar özdeşleşmiş olduğu inançlar O’nun hapishanesinin en sağlam duvarlarını oluştururlar.
Bu cümleleri duymak kişiye bir farkındalık oluşturur. Tuğlalarını kendi elleriyle ördüğü hapishanesinin sınırlarını fark ettikçe bu durum insanı harekete geçirebilir ve özgürleşme isteğini tetikleyebilir. Kendi zihin kalıplarından, inançlarından, düşüncelerinden özgürleşmek isteyebilir ve bu isteğinde çok samimi de olabilir. Tüm bunlara rağmen iş o inançlardan ‘gerçekten’ özgürleşmeye geldiğinde, hissettiği ilk şey korku olabilir. Kendini kaybetme korkusu… O güne kadar ’Ben’ diye bildiğini, ‘Ben’ diye tanımladığını kaybetme korkusu… ‘Doğru’, ‘Yanlış’, ‘İyi’, ‘Kötü’ olarak sınıflandırdığı tüm tanımlamalarının ellerinden düşecek olması insanı korkutur. Tutunacak hiçbir dalının kalmayacak olması insanı korkutur.
Kişi, o güne kadar ‘kendi’ olarak O’nun üzerine yapışmış olan tüm inançlarla bir hayat sürer. Ki o inançlar; hayatın içinde gerektiğinde kendisine fayda sağlamış olabilir. Bazen ise ayağına kelepçe olmuştur da rahatça bir adım atmasına bile izin vermemiştir. Belki de hapishanesinin en eski tuğlalarındandır. Her nasıl olursa olsun, insan alıştığı güvenli alanında kalmak ister. Orası tanıdıktır. Orası güvenlidir. Orası belirsizliklerle dolu bir dünyada belirlidir.
İnsan, çoğu zaman, bilindik bir cehennemi bilinmedik bir cennete tercih edendir.
İnsan, çoğu zaman, hapishane kapısının anahtarı kendi elinde olduğu halde esaret altında bir ömür sürendir.
İnsan, çoğu zaman, tutunmak isteyendir.
İnsan, bazen, cesaret edendir.
İnsan, bazen, yaşamın rotasında dümenin başına geçip özünü sonsuzluklara doğru sürendir.
İnsan, bazen merak edendir.
‘Ben’ gittiğinde geriye ne kalacaktır?
Gökçe YILMAZ
Yorum yap