Bir an için hiç var olmadığımızı düşünelim. Varsayalım ki bu dünyaya hiç gelmedik, hiç nefes almadık, bir ruha bir bedene hiç sahip olmadık, hiç yaşamadık…
Ailemizin bizim gibi bir evladı olmadı mesela kardeşimizin bizim gibi bir kardeşi, birinin torunu, birinin yeğeni, birinin arkadaşı, öğrencisi, meslektaşı, çalışanı, patronu, komşusu vs. hiç olmadık…
Birilerinin sevdiği, birilerinin sevmediği, birilerinin hoşlandığı birilerinin sinir olduğu, birilerinin sırdaş bildiği birilerinin “sırtımdan vurdu” dediği, birilerinin yoldaşı yada yarı yolda bırakanı hiç olmadık.
Birileri için özel birileri için sıradan olmadık…Birileri için her şey birileri için hiçbir şey olmadık.
Nefes aldığımız andan itibaren hayatında bir şeyi olduğumuz hiç kimsenin hiçbir zaman hiçbir şeyi olmadık.
Kısacası hiç olmadık… Olmasaydık?
Ne olurdu acaba? Şöyle bir düşünelim.
Dünya biz yokuz diye dönmemezlik eder miydi acaba? Ya da güneş doğmamazlık ya da batmamazlık?
Biz olmasaydık dört mevsimin dördüncüsü hiç olmaz mıydı? Kar yağmaz mıydı ya da bahar açmaz mıydı?
Gök mavi ağaç yeşil toprak kızıl olmaz mıydı? Gökkuşağı yedi değil üç renk mi olurdu ya da?
Gezegen ve galakside biz yokuz diye işlemeyen bir sistem olur muydu?
Biz olmasaydık acaba ailemiz hiç olmayan biz çocukları için hayat boyu mutsuz olurlar mıydı?
Ya da kardeşlerimiz? Aile fertlerimiz, arkadaşlarımız, öğretmenlerimiz, meslektaşlarımız, patronlarımız, komşularımız hiç olmayan bizim yokluğumuzu hissederler miydi ?
Bizi sevenler yokluğumuzda bizi özlerler miydi ya da sevmeyenler iyi ki yok derler miydi?
Kısacası biz zaten hiç olmasak “yok”luğumuz bir anlam ifade eder miydi?
“Yok” değil mi cevabımız. Zaten yoksak yokluğumuzun ifade ettiği hiçbir şey de yoktur.
Şimdi burada yokluğumuzu sorgularken, varlığımızın ne büyük bir anlamı, amacı, kıymeti olduğunu diğer taraftan yokluğumuzun da aslında son derece mümkün ve etkisiz olduğunu ortaya koymaya çalışıyorum aslında.
Baktığımızda, doğduğumuz andan itibaren hayatına az ya da çok, kısa ya da uzun dahil olduğumuz herkes için biz bir şeyiz. Evrende işgal ettiğimiz yerde, gezegen ve galaksi sisteminde ,bir kimliğimiz bir tanımımız bir etkimiz var.
Ve ilahi akış içinde canlı cansız temas ettiğimiz her türlü varlık için aslında tam da olması gereken şeyiz. Bu anlamda varlığımız anlamlı ve çok kıymetli çok etkili.
Diğer taraftan, yokluğumuzu düşünürken farkına vardığımız gibi olmasak da oluyor. Devir deveran etmeye zaman akıp gitmeye ve canlı cansız her şey yerli yerinde durmaya dönmeye devam ediyor.
Biz olmayınca dünya batmıyor yani. Güneş solmuyor, kimse ölmüyor değişen hiçbir şey olmuyor özetle. Bu anlamda yokluğumuz da bir o kadar mümkün ve etkisiz.
O halde bu dünyadaki varlığımızın aslında ilahi iradenin bir takdiri ile ve bizzat O’nun tarafından biçilen bir rol üzerine olduğunu iyi kavramamız gerekiyor. Bizim var olmamız, kendimiz olarak ve tam da olduğumuz yerde var olmamızın ilahi plan içinde bir anlamı bir amacı ve değeri var.
Varlığımızın amacını, anlamını ve varlığımıza verdiğimiz değeri ilahi irade ve ilahi plandan ayırırsak yokluğumuzun “YOK”luk yaratacağı yanılgısına kapılırız. Varlığımızı ben’lik ve ego ile boğarız. Ben’lik zaviyesinden bakınca amaç, anlam ve değer algısı bozulur. Atomun çekirdeği dünyanın merkezi evrenin dengesi oluruz aslında olmadığımız şeyler olurken gerçekten hiç oluruz. Çünkü düşününce fark ediyoruz ki varlığımızın ve ya yokluğumuzun dünya ve evren için tek başına hiçbir anlamı yoktur.
İnsanın gerçek tekamül yolu, varlığını“ben”lik ve “hiç”lik arasında anlamlandırma süreci aslında. Bize bu gerçeği, tekemmül edenlerin piri, üstadı Hz. Mevlana, “hiç” lik makamından şöyle anlatıyor. “Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken sen bir hiç ol. Menzilin yokluk olsun.İnsanın çömlekten farkı olmamalı. Nasıl çömleği tutan dışındaki biçim değil içindeki boşluk ise, insanı ayakta tutanda benlik zannı değil hiçlik bilincidir.”
Not: Yazılarımda sıklıkla yer verdiğim Üstat Hz. Mevlana’nın azız ruhu şad olsun. Dünyanın ve varlığının anlamını sorgulayan, tekamül etmeyi, halden hale geçmeyi ve ham olduğunu fark edip pişip yanmayı arzulayan her yolcunun yolu Pirler piri Hz. Mevlana’nın dergahından geçmektedir. Bu minvalde, benim naçizane yazdığım üç beş satırın Üstad’ın muhteşem sözleriyle bir nebze değer kazandığı bir gerçektir. Bunu burada ifade etmeyi minnetimi ve hayranlığımı dile getirmek adına ve yazımı okuyan herkese en doğru ve en verimli kaynağın Üstat Hz. Mevlana olduğunu göstermek adına bir borç bilirim.
Yorum yap