AN BE AN YAŞAM
- YASEMİN KAYA
- 1 Mar
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 29 Mar

“Sonu mutluluğa varan bir yol yoktur. Yol mutluluğun kendisidir” der Buddha… Yol iner, çıkar, zorlar, büyütür ve olgunlaştırır. Derinden gelen sevginin bilgeliği ile hazzı değil, gerçek mutluluğu getirir. Akışın inceliğini deneyimlemek için anda olabilmek gerekir Öncelikle anda kalmak ne demek? Bir işe odaklandığınız, keyifle dans ederken ya da şarkı söylerken ki kendinden geçme, anı duyumsama halidir. Aslında anda kalmak her zaman mümkündür. Her an mutluluk kelebeği olmak değildir şüphesiz. Haz odaklı bir durum hiç değildir. Nörobilimciler haz ile mutluluğun ayrımını şöyle özetlemiş: Haz; Kısa sürelidir, bedensel bir deneyimdir, almakla ilgilidir, yalnız deneyimlenir, aşırılığı bağımlılık yapar, madde ile elde edilebilir. Mutluluk ise; uzun sürelidir, manevi ve ruhsal bir deneyimdir, vermekle ilgilidir, sosyal grupça deneyimlenir, madde ile elde edilmez ve aşırılığı bağımlılık yapmaz aksine üretkendir, yapıcıdır… Sinir sistemindeki nörotransmitter fark ise; haz dopamin, mutluluk serotonin salgılatır. Serotonini aşağı çeken de dopaminmiş. Yani haz peşinde koşmak mutluluğu azaltır…
Son zamanlarda önümüze serilen tüketim toplumunun (yeme, içme, gezme ve bunlar için çok çalışmak zorunda kalma) ne kadar çok haz odaklı olduğunu ve ne kadar mutsuz insanlar oluştuğunu görüyoruz. Oysa yaşamın içinden geçerken hissederek, duyumsayarak yani o anın ne olduğunu fark edebildiğimizde daha tatminkar, daha huzurlu oluruz. Ardından mutluluk yayılır bedenimize. Ancak bunların hepsi için erdemli bir duruş olmalıdır yüreğimizde. İçimizi ısıtan erdemlerimiz toplumsal değerlerimize yansır böylece… Hadi şimdi ne yapıyorsan o anı yaşayalım beraberce…
Sabah aydınlanmadan uyandınız. Sadece 2 dakika nefes egzersizi yapın yataktan kalkmadan önce. Dört saniyede alın, dört saniye tutun, sonra sekiz saniyede nefesinizi verin. Nefes yaşamın başlangıcı ve devamı… Onu izleyin, parmak uçlarına kadar ilerleyişini… Birazdan yeni bir gün başlayacak… Asla dünün aynısı değildir. Hiçbir an başka ana benzemez. Kızılderililer “aynı nehirde tekrar yıkanamazsın” der. Sadece nehir değil, tüm zaman akıp gider. O anda bedenimizde binlerce yeni oluşum, değişim olmuştur. Kalbimizden her atımda yayılan eritrositler, hormonlar neleri, nereye taşıdı acaba? Peki ya hiç haberimiz olmadan olanlar? Kaç bebek doğdu? Ya da kaç kişi öldü şimdi şu anda? Dünyamız bile bir dakikada yaklaşık yirmi sekiz kilometre ilerlemişken aynı andan bahsetmek mümkün mü? İlkokuldaki bir kitapta “Dakikalar altın külçesidir, her dakikanın altınını sızdırmadan bırakma” diye bir not çınlar hep kulaklarımda… Hadi sabahki anımıza geri dönelim… Acele etmeden tüm kaslarınızı gerinin… Bedeninizi hissedin… Sadece bir dakika… Kalkıp yeni güne bakın, nasıl telaşsız değil mi? Ağaçlar yağmur ya da rüzgara öfkelenmeden varoluşlarına nasıl devam ediyorlar, ilginç değil mi?
Peki hızlanalım artık. Önce buz gibi soğuk su çarpsın yüzümüze. Sonra aynaya bakın gözlerinizin taa içine… Gülümseyin sevgiyle kucaklarken kendinizi… Yoksa sevmiyor musunuz aynadakini? Şimdi bunu düşünmenin zamanı mı? İşe gitmeliyim acilen… Hayır… Durun… Kendini sevmeyen işini de, başkasını da sevemez… Seçimlerimizle, doğrusu- yanlışıyla, iyisi kötüsüyle biz biziz… Ve olmak istediğimiz kişi olabilmek için hiçbir zaman geç değildir… Ama bu işi akşama bırakalım. Şimdi kendinizi sevebilme ihtimali ile derin iç çekip güne hazırlanalım. Kahve mi? Kahvaltı mı? Önce derin nefes… Tadını ilk defa alır gibi… Yavaşça ve iyice çiğneyelim. Tatlarını ayırabiliyor muyuz? Pencereden bakıp temiz havaya teşekkür edelim ayrıca. Benim içim huzur doldu şimdiden. Çocukların hazırlığı, ev işleri hepsi yetişirmiş aslında. Otobüs, trafik derdi, yine kaos mu? Öfkeleniyoruz belki. Böyle bir durumda nasıl tepki veriyoruz acaba? Durum ne olursa olsun öfkemizi yönetebilmemiz önemlidir. Verdiğimiz tepki bizim erdemlerimizi, olgunluk düzeyimizi gösterir. Bu çocukluk döneminde öğrenilecek deneyimlerden biridir. Bir kişi ya da olay sizi öfkelendiriyorsa sizi yönetiyordur asında. Duygularımızı değiştirebiliyor olması; düşüncelerimizi, bedenimizi ve yaşamımızı esir alıyor anlamdadır. Çünkü hayatımız duygu ve düşüncelerimizin bir yansımasıdır. Hadi öfkenin içinden geçelim. Kortizon, adrenalin sentezi artıp tansiyon ve nabız yükseliyor… Birkaç dakika öncesine gidelim… Dışsal hiçbir şeyin olmadığı zamana… Önce derin nefes (sinirliyim, yapamam demeyin) Bir gözlemleyelim bedeninizi. Ne hissediyorsunuz? Başınızdan aşağı doğru neler oluyor acaba? Kollar, iç organlar, bacaklar biraz gevşiyor. İşte o an… O anı yakalayabilirseniz eğer; derinlerden gelen hakikatin bilgeliği sizi sakinleştirecek ve huzuru bedeninize yayacaktır. Fark edebildiniz mi? Öfkenin kaynağı biziz… Dışarıda olan oldu. Neyi değiştirebiliriz? Kendi tepkimizi… Sakinleşince en uygun çözümü daha net olarak görebilmenin huzurunu yaşayın şimdi.
Hakikatin, ruhun bilgeliği ya da öz benlik… Hepsi bilinçdışı kavramın bir parçası… Modern yaşamımızda sadece bilişsel bakışla bakmaktan yitirdiğimiz sezgiselliğimizin sesi… Onu duymak için dinlemeli. Bu da anda kalarak ya da meditatif çalışmalar ile mümkündür. Neden mi? Çünkü geçmişin deneyimleri ve korkularıyla bizi korumaya çalışan zihnimiz ancak o zaman susar. O anlar çok değerlidir. Hatta o anlara ulaşabilenlerin dilekleri de gerçekleşir. Çünkü kalbimizin yaydığı enerji beyinden çok daha fazladır. Bu nedenle ne hissettiğimiz, neye odaklandığımızdan daha önemlidir. Korku, umutsuzluk, aksilik varsa da onlar artar maalesef. Vee işte akşam oldu yine. Karanlığı sevmeyeniniz var mı? Aydınlık bize yol gösterir ama karanlık da yıldızları… En karanlık geceler en parlak yıldızları doğururmuş. Bizim için de karanlık yönümüz ile buluşup dönüştürmek için en iyi zamandır. Aynaya bakınca gülümseyebilmek için ya da uykuya huzurlu dalabilmek için; kendimiz ve dünya için yapabileceğimizin en iyisini yaptık mı? Ruhumuza soralım yine. Sessizliğin sesini dinleyin. Kabul etmek başlangıçtır. İzleyici olun meditasyon sırasında. Tarafsızca, yargılamadan… Dönüşümü fark edeceksiniz gün geçtikçe. Biliyoruz ki; Her acı, her mutluluk biter, her kış bahara çıkar. Kış sert geçti diye ağaç yeşermekten vazgeçmez. Yaşamın döngüselliği içinde devinim devam eder.
Dünya, dört milyar yıldır var, bizlerse en fazla yüz yıl yaşayacağız. Madem ki realitemizi biz yaratıyoruz, o zaman ve her an; huzuru ve mutluluğu seçiyoruz…Ne geçmiş ne de gelecek…Sadece şimdi ve şu an… Akan zamandadır yaşam…
Yasemin KAYA
コメント