İnsan vücudu yaklaşık elli trilyon hücreden oluşmuştur. İnsanların ortak atmosferde yaşaması gibi, tüm hücrelerde “hücre dışı sıvı” denilen ortak bir alan içerisinde yaşarlar.
Hücrelerin içinde ve dışındaki ortamda sodyum, potasyum, klor, kalsiyum gibi iyonlar bulunur. Hücrelerin dışındaki alanda sodyum başta olmak üzere bazı iyonlar, hücrelerin içinde potasyum başta olmak üzere bazı iyonlar daha fazla bulunur. Doğal bir kanun olarak, bir madde nerede çoksa, dengeyi sağlamak için az olan ortama doğru hareket etmek ister. Ancak vücut sistemimizde işleyişin olması için sodyumun hücre dışında, potasyumun hücre içinde fazla olması/kalması gerekir. Bunun için, hareket etmek isteyen bu iyonları oldukları yerde tutacak bir kuvvet gerekir. İşte elektriksel bir güçle bu hareket dengelenir. Buna membran potansiyeli denir (+40mV/ -70mV).
Bir hücre uyarıldığında ise (sesi, kokuyu, ışığı, kimyasal maddeyi, elektromanyetik dalgayı vs algıladığında) hücre içindeki iyonlar, hücre dışındaki iyonlarla yer değiştirirler. Bu elektriksel yüklü iyonların yer değiştirmesi, hücrenin potansiyelini/enerjisini değiştirir. Bu değişim, elektriksel bir akış, bu akış da bir elektromanyetik alan doğurur. Eylemi gerçekleştirecek olan bu potansiyel hücreden hücreye ilerlerken, enerji alanı da dalgalar halinde çevreye yayılır.
Bütün hücrelerimizin, hücrelerimizden oluşan dokuların, dokulardan oluşan organlarımızın enerjisi/potansiyel gücü bedenlerimizin total enerjisini oluşturur, titreşimini, frekansını belirler. Sabit değildir, bedenimiz, zihnimiz dinamik olduğundan değişkendir.
İşte enerjimiz dediğimiz, bedenimizin çevresindeki sürekli titreşim halinde olan ve aslında bedenimizle bir olan bu elektromanyetik alan aura olarak tanımlanır. Aura bizim enerjimizin göstergesidir.
Diğer bir yandan bakarsak, basitçe; var olan her madde, her şey atomlardan, atomlar elektron, proton, nötronlardan, bunlar fotonlardan oluşur. Fotonlar hem parçacık, hem dalga özelliği taşır, elektromanyetik kuvveti taşır.
Tabiri caizse bizlerde en derinde fotonlardan oluşuyoruz, yani titreşiyor, dalgalanıyoruz. Sadece bizler değil, görünen/görünmeyen her şey titreşiyor, bu durumda maddeden ziyade enerji olduğumuzu doğruluyor.
Her enerji dalgalar halinde yayılır ve bu dalgaların da birim zamanda titreşim sayısı, frekansı vardır. Evinizdeki masanın da, aklınızdan geçen düşüncenin de bir titreşimi, frekansı, dalga boyu vs. vardır. Yani hepsi enerjidir.
Enerji dalgaları birbirleri içerisinden geçerken iki farklı durum ortaya çıkabilir.
1. Sönümlenme veya dalgalar farklı şiddette ise şiddette azalma
2. Üst üste binerek iki kat veya dalgalar farklı şiddette ise şiddette artma
Birbirinin aynısı olan iki dalga birbirleriyle iç içe geçtiklerinde dalga desenleri zıt ise yani birinin çukur noktası diğerinin tepe noktasına denk geliyorsa dalgalar birbirini sönümler. Dalgalar özdeş değilse şiddeti fazla olan, şiddeti az olanı söndürür/ yeni, küçük bir dalga oluşur.
İki dalga birbiri içinden geçerken dalga tepeler ve çukurlar birbiriyle aynı noktalara denk geliyorsa bu dalgalar birbirlerini güçlendirir.
Gelelim biz bu bilgilerin, kaplumbağanın rotası, anne karnındaki bebeğin algısı ya da komşunun kıskançlığı ile ne alakası olduğuna.
Başta da açıkladığım üzere insanlar dahil var olan her şeyin aura denilen bir enerji alanı var. Kendimizi yansıtan bu enerji alanının bir değeri, frekansı var ve bizler saf farkındalık olarak bunu algılıyoruz, hissediyoruz. Auramız/elektromanyetik alanımız genişlediğinde enerjimizin arttığını, (huzur veren iyi hissettiren duyguların içinde olduğumuzu) auramız daraldığında ise enerjimizin azaldığını (yorgunluk, huzursuzluk, gerginlik vs.) hissederiz. Zihin dinginse gelen enerjinin bilgisini, gerçeği, var olanı da algılarız (zihnin gerçeği nasıl değiştirdiğini bir başka yazımda açıklayacağım).
Eşiniz size yeni bir araba hediye ettiğinde, karşı komşumuz “Aa canım çok sevindim, güle güle kullan, hayırlı olsun,” deyip, içten içe sizi kıskanabilir. Benzer durumlar hepimizin başıma gelmiştir. Komşu anlaşılmasın diye kıskançlığını gülümseme, güzel sözlerle ile gizlemeye çalışır. Kendini zihnince gizler, ama fizik kanunu gizleme saklama dinlemez. Hissettiği an içindeki kıskançlık duygusu dalgalar halinde dışa doğru hareket eder. Bu düşük frekanslı titreşiminin dalgaları, bizim auramız/elektriksel alanımızdan geçerken yukarıda bahsettiğim dalgaların birbirini sönümlemesi olayı ile bizim enerjimizin dalgalarının genliğini düşürür, bu durum bizim enerji alanımızı/auramızı daraltır. Komşunun yüzü gülse bile biz onun bir şeyinden rahatsız oluruz. Zihnimiz dinginse o gizlese bile onun yansıttığı hissin kıskançlık olduğunu algılarız. (Dikkat! Zihninizde komşunuzun kıskanç olup, sizi kıskandığına, çekemediğine dair bir inancınız varsa, zihnindeki bu düşüncenin dalgaları işleri değiştirir. Gerçeği hissetmenizi engelleyebilir, hissettiğiniz duygu sizin inancınız olabilir.)
Ama bir kaplumbağanın inançla dolu zihni yoktur, sadece yüreği vardır. Yüreği ile enerji alanındaki artma ve azalmaları hissederek rotasını bulur. Kötü ortamdan yayılan negatif enerjinin dalgaları, onun var olan enerjisinin dalgalarını sönümleyerek enerjisini düşürür. Bunu algılayan kaplumbağa oraya yönelmez, yön değiştirir. Yani rotasını hissederek bulur, tehlikesiz yerlerden dalga boyu yüksek titreşimler gelir, enerjisi artar, hisseder ve oraya yönelir.
Anne karnındaki bebekler de aynı kaplumbağa gibidir. (Kaplumbağa bir misal sadece) Onlarda saf farkındalık, saf bilinçtir. Zihinleri gelişmemiştir. Ne hissederlerse ona göre gelişirler. Bir anne bebeğini istemiyor, reddediyorsa o duyguyu yayar, evde çatışma, gerginlik varsa o enerji yayılır ve bu negatif enerjinin dalgaları, bebeğin enerjisinin dalgalarını söndürür, yani bebeğin enerjisini azaltır. Bu durum bebeklerde bazı sağlık problemlerine yol açabilir. Çevrede sevgi, şükür, merhamet gibi yüce duygular varsa bebek bu hisleri hisseder ve sağlıklı, huzurlu bir hal alır.
Özetle, her şey özünde titreşimdir, enerjidir. Bizlerde saf farkındalık olarak olanı hisseden, ona göre şekillenen varlıklarız. Bu yüzden sevgi, şükür, merhamet gibi yüksek titreşimli duygularda kalalım ki, pozitif yönde var olalım. Sağlıklı, huzurlu olalım.
Zihinde değil yüreğimizde yaşayalım. Anda kalalım, olanı kabullenelim, kendiniz olalım.
Ne olursa olsun şükredelim, sevelim…
Cok emek sarfedilmis bir yazi olmus, bilgilendirici ve orneklemeler de cok cok iyi. Tebrik ederim…