Ve nice halk “Biz hatırladığımız için Güneş doğmakta” der ve ekler “Eğer unutursak Güneş doğmayacaktır…”
Antik Mısır inancında her sabah Güneş’in doğması için ritüel yapılır. Çünkü kaosun yılanı her gece Güneş Tanrısı Ra ile savaş içindedir ve bir gece Güneş’i yutabilir… Her sabah Güneş selamlanır Keza Hindu inancında “Surya Namaskara” Güneş’i selamlama yogasının arkaik amacı da budur.
İnanç gerçekliği yaratmaya muktedirse eğer belki de insanlık Güneş’i unutursa o güzelim Güneş doğmayacaktır. Belki de o yüzden Dünya tarihinde ilk defa bu kadar Güneş anormallikleri gözlemleniyor, belki de Güneş bize kendini hatırlatıyor. Belki de tüm Güneş alerjilerinin artmasının tek sebebi unutmak; Güneş’in bahşettiği şifayı, yaşamı, Güneş’in güzelliğini unutmak. Eğer mavi gökyüzünü, Toprak Anayı, esen rüzgarı, Ay annenin tüm veçhelerini unutursak eğer, güzelliklerinden mahrum kalabiliriz.
Unuttuğunuz arkadaşınız, artık anılarınızda olmayan bir eşyanız, unuttuğunuz bir hatıranız sizin gerçekliğinizin, yaşamınızın bir parçası mıdır? Siz hatırlamadıkça onlar var mıdır?
Unutmak, yok etmek demektir. Zira tanrısal olduğumuzu unuttuğumuzdan beri kutsal hissetmemekteyiz kendimizi, insan tanrısallığını unutunca cennetten tüm bu acıların içine düşmüştür.
Anamnesis, “Yeniden hatırlamak” Antik Yunan’da çok önemlidir bu yüzden. Platon, her şeyi bildiğimizi ama unuttuğumuzu öne sürer. Aslında öğrendiğimiz “yeni” bir şey yoktur. Sadece her öğrendiğimiz şey de yeniden “hatırlarız”.
Carl Jung benzer şekilde her insanın kollektif bilinçdışı ile donanımlı olarak doğduğunu söyler yani aslında herkes insanlığın tüm bilgisine sahiptir, sadece unutmuştur. Tabula Rasa yani yeni doğan bir bebeğin yazılmayı bekleyen boş bir levha olduğuna katılmaz. Zira her şeyin bilgisiyle doğan bebek daha doğar doğmaz bilir annesinin ve babasının kim olduğunu çünkü “anne-baba arketipi” ruhunda mevcuttur. Bu konuya çok daha derin bir şekilde “Mitoloji ve Masalın Sırları” eğitiminde girmekteyim. Çünkü hatırlamak yorumlamanın kapılarını açan kadim bir anahtardır.
Cennetten düşüş Tanrısallığı UNUTMAK’tır.
Mircae Eliade şöyle söyler unutmakla ilgili;
“Digha Nikaya’da (I, 19-22) Belleklerini unutan Tanrıların gökyüzünden düşdüklerini söylerler. Buna karşılık, unutmayan Tanrılarınki değişmez, sonsuzdur, değişikliği tanımayan doğaları vardır. Unutma, uyku demektir, ama aynı zamanda kendini yitirmeye yani yönünü şaşırmaya neden olur.”
İnsanın düşüşü kovulmakla değil, kendisinin tanrısal olduğunu unutup, günahkar hissetmekle, zavallı olduğunu düşünmekle başlar. Ben kimim sorusunun başlangıcını kendini arayıştır. Muhteşem olduğunu hatırlamak ise o tanrısallığı geri kazanmak demektir; kusurlarımla, hatalarımla, yeteneklerimle mükemmelim diyebilmek ruhla bağlantıyı yeniden kurmak demektir.
Hep duyduğum bir kalıp vardır kendini yeni aramaya başlamış bazı canlardan; “Ben çok özel olduğumu hissediyorum.” Evet bu bir anamnesis yani yeniden hatırlamadır. Herkes gerçekten de çok özeldir; tüm insanlar. En son olarak hatırlayacakları şey, salt kendilerinin değil, herkesin çok özel olduğu olacaktır. Kendi değerini bilme halinin ilk adımıdır.
Ayşe Nilgün Arıt hocam hep sağlıklı olmanın normal, hastalığın ise normal olmadığını söyler. İnsan yaratılışı gereği zaten sağlıklıdır. Maya Şifası tüm bedenini sevmekle yani bedenini hatırlamakla başlar. Yeni çıkaracağı Maya Şaman Şifası ile ilgili kitabı bu konuda çok derin bilgiler vermektedir.
Yani kişi sağlıklı ve bedeninin mükemmel olduğunu “unuttuğunda” hastalanır.
Unutmak ve hatırlamak var etmek ve yok etmek demektir kadim lisanda. Hepimizin tanrısallığımızı, iyi-kötü diye etiketledigimiz her parçamızla mükemmel olduğumuzu ve en önemlisi ağaçları, doğayı, hayvan ve taşları, Güneş’i, Dünya’yı ve Ay’ı, rüzgarı ve hepsini yeniden hatırlamamız dileğiyle.
Yorum yap