Hayatta kalmak ve hayatı yaşamak arasındaki ince ama derin farkı biliyor muyuz?
İlk bakışta hepsi hayatın kendinin devamlılığı gibi göründüğü için aynı izlenimi veriyor. Ancak gel gör ki Canım Okur, beynimiz için ikisi birbirinden çok farklı.
Hayatta kalmak dediğimizde hayatın devamlılığı tehdit altında oluyor.
Beynimiz alarma geçiyor ve diyor ki “şu an hayatta kalmamızdan daha önemli hiçbir şey yok”.
Böyle zamanlarda beynimizin diğer fonksiyonlarımızı durdurup bütün enerjiyi bizi hayatta tutmaya yönlendirmek için verdiği üç tepki var: SAVAŞ, KAÇ ya da DON!
İngilizcesi 3F olarak tanımlanmış: Fight, Flight, Freeze.
Günümüz dünya sisteminde savaşmak, zorluklarla mücadeledeki en sağlıklı stratejiymiş gibi geliyor. Hepimiz hayata karşı güçlü birer savaşçı olma gururunun peşinden koşarken çoğu zaman kendi özümüzden ne kadar uzaklaştığımızı bile fark edemiyoruz. Acı. Ama hayata dair ve insani.
İdeal olan KAÇmak yerine sorumluluk almak, kalıp savaşmak gibi geliyor. Ama aslında beynimizin verdiği bu tepkiler insanlık tarihine uzanan en eski alışkanlıkları.
Bundan on binlerce yıl öncesinde mağaralarından çıkıp yırtıcı bir hayvanla karşılaşan atalarımız da ya kalıp hayvanı öldürmek zorundaydı ya da var gücüyle koşup saklanmak. Onları da yapamıyorsa donup hiç ses vermeden hayvanın geçmesini beklemek. Bu yüzden bu mekanizma beynimizin en ilkel parçasına bağlı.
Hayatı yaşamak dediğimizde ise; yaşamsal ihtiyaçların karşılandığı, dolayısıyla hayata dair bir tehditin hissedilmediği güvenli bir alanda gelen hayata dair ince nüanslardan alınan haz ve keyiften bahsedebiliyoruz.
Karnımız tok, rüzgar üşütmüyorken karşımızdaki ağacın esen rüzgarla dans edişini, yaprakların çeşitli tonlardaki renklerinin havada süzülürken yarattığı ahengi gerçekten görebiliyor, bunda huzur bulabiliyoruz.
Maslov’un ihtiyaçların hiyerarşisini modellediği piramitin en alt tabanı fizyolojik ihtiyaçlar, onun bir üstü ise güvenliktir. Bu ikisi hayatta kalma basamakları iken bir üst basamaklardaki (sırasıyla ait olma ve sevgi ihtiyacımız, saygı ihtiyacımız ve piramit tamamlanarak kendini gerçekleştirme ihtiyaçlarımız) hayatı yaşadığımız basamaklardır. Buralarda artık temel kaygımız yaşamsal tehditler içermediği için sağlıklı şartlarda beynimizin kaçmak, savaşmak ya da donmak gibi bir strateji sürmesine gerek yoktur. Sağlıklı şartlarda diye özellikle belirtiyorum çünkü günümüz dünyasında giderek artan yaygın anksiyete bozukluğu gibi kaygı bozuklukları beynimizin bu strateji mekanizmasında yaşadığı patolojik anomaliler yüzünden meydana gelmektedir.
Şimdi Canım Okur senden bir ricam var.
Kendine dumanı üzerinde tüten bir fincan çay ya da kahve koy.
Camı aç, temiz havayı ciğerlerinin en ücra köşesine kadar içine çek.
Sonra sakince otur ve kendine sor:
- Benim ihtiyaçlarım karşılanıyor mu?
- Neredeyim?
- Ben farkında olmasam bile beynim tehdit altında hissedebiliyor olabilir mi?
- Hayatımda nerelerde canım pahasına savaşmak zorunda hissettim?
- Nerelerde her şeyi bırakıp kaçmak istedim? Kaçamasam da istedim mi?
- Ya da belki canım çıksa da kurtulsam dedim mi bir yerlerde bir şeylerle mücadele ederken?
- Peki hiç durup, öylece kalakalmış gibi durdurup hayatımı, zaman benden bağımsız akarmış gibi durmuş hissettim mi?
Fincanın boşalana kadar bir düşün.
Gerisini önümüzdeki ay konuşacağız.
AŞKla,
Selin BİNAY
Yorum yap