Dünyanın görüp görebileceği, en nadide üç erkeğinin derin anısına, saygıyla.
1856 Sırbistan, Ben Nikola Tesla
Babam bir papaz, her ne kadar benim de papaz olmamı istese de benim hayalini kurduğum dünya çok başka. Annem hiç okumamış ama aletlerle yaptıklarını görerek büyümek bana her zaman ilham verdi.
Ben insan kalbini, bir mucidin kendi beyninin yarattığı bir ürünün başarıya ulaştığını görmesinden daha fazla heyecanlandıran bir şey olduğunu düşünmüyorum. Bu tür duygular insana yemeyi, uyumayı, arkadaşları, aşkı, her şeyi unutturuyor. Bence insan imkânsızı başarabilir sözü yetersiz, çünkü insan imkânsızın da ötesine ulaşabilir.
Her şey bir enerjidir aslında, enerji ise her şey. Elektrik ise oradan oraya kablo olmadan da iletebileceğimiz bir enerji. Ve her şey aslında çok basit, her şey aklımda. Bu yüzden asla not tutmuyorum.
Belki de New York’un gördüğü en uzun ve ince ama bir o kadar da zarif erkeğiyim. Ama benim için ne düşündükleri umurumda değil.
Nobel ödülünü reddettiğim için mi, yoksa paranın benim için bir değeri olmadığından mı bilmem beni şizofren sanıyorlar.
Ve biliyorum ki benim beynim sadece bir alıcı. Evrende, bilgiyi, gücü ve ihamı ondan aldığımız bir öz var. Bu özün sırlarına nüfuz etmedim, ama var olduğunu biliyorum.
1852 Hollanda, Ben Vincent Van Gogh
Babam bir papaz, her ne kadar benim de papaz olmamı istese de benim hayalini kurduğum dünya çok başka. Annem gibi ben de çizime yetenekliyim.
Keşke beni olduğum gibi kabul etseler. Denedim ilahiyat eğitimi almayı ve bir rahip olmayı denedim ama yaşadığımı bir tek resim yaparken hissediyorum. Sıkıldığım zaman yıldızlara bakıyorum ve yıldızları çiziyorum en çok, bir de çiçekler. Asfalt yolda yürümek kolay ama asfaltta çiçek olmuyor. Buğday tarlalarından yürüyorum, ay çiçekleri dört bir yanda. Kargalar bazen en yakın dostum, bazense beni ürkütüyorlar.
Aynı zamanda hem kutuplarda hem de ekvatorda olamazsınız. Kendi yolunuzu seçmeniz gerekir, ben de bunu yapmayı umuyorum ve muhtemelen bu renk olacak.
Balıkçılar denizin tehlikeli fırtınaların berbat olduğunu bilirler, ama bu tehlikeler onları kıyıda kalmaya ikna etmez, benim renklere olan tutkum gibi. Biliyorum aşk ölümsüz; sureti değişebilir ama özü değişmez.
Kulağımı kestiğimden mi, yoksa yalnızlığımdan mı bilmem beni şizofren sanıyorlar, hâlbuki biliyorum ki aşkın ölümsüzlüğü gibi, bir gün ölüm bizi başka bir yıldıza götürecek.
1844 Prusya, Ben Friedrich Nietzche
Babam bir papaz, her ne kadar benim de papaz olmamı istese de benim hayalini kurduğum dünya çok başka. Annemin hayatımdaki yeri elbette büyük.
Babamın ani ölümünden sonra, çocukluğum, annem, kız kardeşim, anneannem ve iki teyzemle birlikte geçti. Dindar ve şımartılmış, ama iyi bir aile çocuğuydum. Derslerimde hep başarılıydım. Bir papaz olmak istemedim özümde, ama ilahiyat ve filozofi eğitimi beni başka bir boyuta taşıdı. Belki de tüm isyanım önceleri böyle ateşlendi. Gerçekten kül olmadan kendimizi nasıl yenileyebilirdik ki?
Alev, başka şeyleri aydınlattığı kadar aydınlatmaz kendini aslında. Bilge de böyledir. Ve aslında insanlar ağaca benzer. Ne kadar yükseğe ve aydınlığa çıkmak isterse, o kadar kök salar yere, aşağılara, karanlığa, derinlere, kötülüğe.
Beni aziz diye görmelerini hiç bir zaman istemedim. Söylemlerimi şimdi insanların anlamasını beklemiyorum, belki 200 sene sonra…
Ama şunu da biliyorum ki, insan dilediği kadar bilgisiyle şişinip dursun, dilediği kadar nesnel görünsün, boşuna. Sonunda her zaman ancak kendi yaşam öyküsünü elde edecek.
Ve sevilmiş olma isteği kendini, beğenmişliklerin en büyüğü.
Sevilmiş olmak istedim, belki kadınlara olan hırçınlığımda bu yüzdendi.
Çok düşündüğümden mi, düşüncelerimin anlaşılamamasından mı bilmem beni şizofren sanıyorlar.
Ve dans ederken görülenler deli sanıldı müziği duyamayanlar tarafından, hâlbuki müziksiz bir hayat hataydı.
Yorum yap