Bir anneler gününü daha geride bırakmışken bu sayıda ata, soy zincirindeki en önemli parçalardan birine değinmek istedim…
Yerlerdeki ve göklerdeki her şey kendi rolü ve ışımasıyla istisnasız, koşulsuz şartsız ilahidir. Bunlar içinde, var olduğumuz bu düzeyde dişi enerjiyi ön plana çıkartması, gelişim ve insan yetiştirmede en temel faktörlerden biri olması sebebiyle annelik, eşsiz bir yere sahiptir. Niteliğine bakılmaksızın, annelik görevini seçmesiyle her anne kutsaldır, tıpkı nasıl olursa olsun her çocuğun kutsal olduğu gibi. Annelik, sadece biyolojik bir unsur ve düzey olmasa da; sadece fiziksel olarak doğurma seçimiyle bile biriciktir. Öte yandan; yaşamda, fiziksel bir doğumla gelen annelik görevi birbirinden çok farklı sebeplerle seçilmeyebilir (bir insanın farklı öncelikleri vardır, öteki rolü tamamlamış ya da başka bir düzeyde tamamlıyordur vs) Bu dünyadaki herkes birilerinin çocuğudur, fakat herkes birilerinin annesi değildir… Fakat sadece biyolojik olarak sınırlandırılmış bile olsa, bir ortak yaratım olarak anne-çocuk ilişkisini seçmek; karşılıklı öğrenme ve öğretmeyi, genellikle plan içindeki en zorlayıcı rolleri ve tekamül derslerini barındırır. Ebeveynlerimizle olan ilişkilerimiz, -diğer çok yakın ilişkilerimizle (eş, dost vs.) benzeşse de- yansımalarımız olan kişiliklerin oluşması ve bunların bütüne; yansımasız olan aslına evrilmesi, öze, ruha dönmesi bakımından en etkili, en güçlü katalizörlerdir. İşte bu katalizörler içinde anne özeldir, çünkü hem ilk ve en derin ilişkimiz, tüm ilişkilerimizin arketipi olan annemizle olandır, hem de negatif kutbiyet olan dişinin enerjetik aktarımlarda ayrı bir taşıyıcı rolü vardır. İnsanın kendini ve dolayısıyla dışı tanıyıp, kabul edebilme evresinde -Batılı yönelimler dahil- tüm şifa, enerji ve ruhsal çalışmalarda kaçınılmaz olarak ebeveynlerle / çocuklarla yüzleşme, affetme gibi sancılı, uzun süreçler ve çalışmalar devreye girer. İnsan, bunu ne derece başarabilirse hayatı ve tüm diğer düzeylerdeki ilişkileri de bir o kadar çatışmasız, dengeli, tatminkar, huzur, sevgi ve biliş içinde olacaktır. Genellikle bu tip yapılar karmik de olabildiğinden, çözülmesi yaşamlar boyu süren bir süreç gerektirebilir. İlerleme sürecinde olan varlıklar, birlikte çok zorlu kontratlar düzenleyebilirler. Her ebeveyn, özellikle de anne enerjetik olarak çocukla eşleşir, tıpkı çocuğun onunla eşleştiği gibi onu enerjetik olarak taşır ve onu enerjetik olarak etkiler. Annelik ve çocukluk her ilişki gibi kendine has cennet ve cehennemleri barındırır. Önemli olan ne biçimde gelirse gelsin bir açanı, armağanı, O‘ndan ve O‘na doğru olanı; merkezlenerek ya da ona dönerek kutsayabilmektir. Bir annenin ya da çocuğunun enerjetik alanlarındaki tıkanıklık ve dengesizliklere bakarak, aynı zamanda onların bireysel ve ikili ilişkide hangi cevherleri ortaya çıkartma potansiyellerine gebe oldukları da anlaşılabilinir.
Anne olmayı deneyimlemek öğrenebileceğimiz ve öğretebileceğimiz şeyleri bu kanalla almayı seçmemizdendir. Anne olduğumuzda, hediyeler kadar kutbiyete dair oldukça acılı, ek dersler de alınabilir; anneliğin özü bulutlandıran, insanlık tarihinin görebileceği en sofistike egoyu barındırdığını unutabilir, hatta anneliğin yüceliği sebebiyle buna en uzak noktada durduğumuza canı gönülden inanır, tamamen körleşir, oldukça dengesiz ve bir anneden beklenmeyecek eril bir enerjiyle bastırmaya başlayabiliriz. Annelerin çocuklarıyla özdeşleşen tarafları; yüksek, pozitif, yaratıcı, empatik frekanslar kadar, kayıp ve korku duygusuyla gelen negatif ve sempati olgusunun yıkıcılığını da taşıyabilen bir varoluş barındırabilir. Spiritüel yol, madde dünyası ve yaşamlarımız nasıl bir çok illüzyonu içeriyorsa; annelik de kendine has bir çok illüzyonu içerir ve sanılanın aksine sıklıkla negatif kutba kayma eğilimiyle karşı karşıyadır. Annelik belirdiğinde bütünsel perspektif genişleyecekken; tanrıçanın negatif tezahürleriyle de baş başa kalabilir, çocuklarımızı, dolayısıyla toplumları, dünyayı, nesilleri bu şekilde yetiştirebilir, sonrasında da karşımıza çıkan tabloya içerleyebilir, “neden ben?” “neden benim çocuğum?” vs. gibi sorularla isyan edebiliriz. Hem anne olup, hem de “yutan anne” olmamayı seçebiliriz, o zaman bu paradoksta çözülmüş olur.
Anne olduğumuzda farkında olmadan ya da olarak ama engelleyemeyerek -muazzam bir karmaşa, tükenmişlik yaratacak ve bastırılanın geri dönüşü şeklinde dönecek biçimde- tüm diğer varoluşlarımızı yok eder, bir kutba yüklenir, neredeyse otomatikleşmiş bir döngüyle birilerinin sadece annesi olduğumuz ve o birilerinin de sadece çocuk olduğu bir oyunu oynarız. İkameler kullanıldığında hakiki olan, yansımalar yaratır ve net görüntü vermez böylelikle yapılanların anneye göre adı fedakarlık olabilirken, çocuğa göre varlığı tanınmama olabilir. Oysa ki bir annenin, belki de herkesten çok, alan ve merkezlerini kılıflardan yalıtılmış, denge içinde ve açık tutmaya ihtiyacı vardır. Daha da önemlisi, bilinçli bir anne maskelerden birinin farkına vardığında, annelik rolü altında kendini suçlama, korku, değersizlik tuzağına düşmemeli, olduğu gibi kendini tüm duygularıyla kabullenebilmeli, buna rağmen yine de yol alabilmelidir. Kutbiyet, yargı ve roller içinde; çocuk çocuktur, anne de anne; bir varlık, bir ruh olunamaz. Fakat işler böyle ilerlemez; ilerleme için bazen annelerin çocuk, çocukların da anne olması, birbirlerinin rehberliklerine muhtaç olduklarının farkına varmaları bunun yanı sıra her ikisinin de önce insan ve rollerden bağımsız aşkın bir varlık olduklarını hatırlamaları ve birbirleriyle bunların gerektirdiği biçimde iletişim kurmaları gerekir.
80 sonrası ve özellikle bugünün çocukları yükselen bilinç evrimi doğrultusunda farklı ihtiyaç, görev ve potansiyellerle dünyaya geliyorlar. Bizler çoğu zaman bunu yanlış yorumluyor, görmezden geliyor, bastırıyor onları değiştirmeye çalışıyor ya da olumsuzluklarla koşullandırıyoruz. Çocuklarımızı; nasıl bir dünya görmek istiyorsak, çocuklarımıza ve kendimize nasıl davranılmasını istiyorsak öyle yetiştirelim, bize söylenen her şeye inanarak, sadece sınırlandırılmış kimliklere, zihnimizle yarattığımız geçmişin ya da geleceğin ağır yüklerine saplanarak, korkarak, kayıplarla, sahip olmaya çalışarak, yokluk algısıyla, uktelerle, yargılarla, pişmanlıklarla, kılıflarla, yasaklarla, şiddetle değil. Çocuklarımıza; kendimize ya da dünyaya baktığımız şekilde bakarız. Onlara sonsuz bir sevgiyle, saygıyla, sorumluluk ve inançla, özgürlükle, onayla, takdirle, kabulle, şükranla, bolluk ve bereketle bakmaya niyet edelim. Eğer bunları yaratamıyorsak, kendimizde, baktıklarımızda, yaşadıklarımızda göremiyorsak, çocuklarımıza ne kadar istesek de bunları veremeyiz. İnsan kendinden ışıtmadığı, öğrenmediği bir şeyi ne dışarıda bulabilir ne de başka birine verebilir. Çocuklar da bunu herkesten önce hisseder ve alırlar. Önce her şeye rağmen; görmeyi istediğimize inanmamız, görünmezi görmemiz gerekir ki onları var edebilelim, kendimizi ve aşkın olanı bilmemiz, inanmamız, ona hazırlanmamız gerekir ki çocuklarımızın ne olduğunu bilebilelim.
Çocuklar; dünyaya boş bir sayfa olarak gelirler, hemen öte alemle bağlantıları kesilir ve yaşadığımız fizik düzlemde yaşamın gerektirdiği gerçekliği genellikle öğrenilmiş ve dengesiz olarak içselleştirmek zorunda kalırlar. Genellikle bu içselleştirmelerde ebeveynlerin, kolektivitenin ve geçmişin yükünü de taşırlar. Bu içselleştirme sırasında fiziksel, duygusal, zihinsel, ruhsal katmanlar yavaş yavaş, en önce anne tarafından ister istemez manipüle edilmeye başlanır. Hayatın gidişatındaki görünmez ama en etkin güçlerden olan bilinçaltının kodlanması ve kişilik daha ilk çocukluk evresinde oluşturulmuş olur. Hayatın geri kalanı, oluşturulan bu kayıt ve üstüne binenleri kırıp ötesine çıkabilmek için geçirilir, bazen çıkılabilir bazen de bu başka evre ve planlara ertelenir. Çocukların belli bir yaşa kadar alfa dalgaları dediğimiz frekanstan yayın yaptığı artık biliniyor. Bu şu anlama geliyor; çocuklar sizin söylediğiniz, yaptığınız, yaşadığınız her şeyin frekans deşifrelerini, hipnotik bir halde, bir nevi sünger gibi, telkin şeklinde emer ve kopyalarlar. Bilinçaltı ne gerçek, ne değil, ne pozitif, ne negatif ayırt etmez alır ve bir kez aldığı bir şey üzerine diğerlerini tekrarlarla empoze ederek yaşadığı hayatı yaratır ve işte insanlık dramları ve sevinçleri de bu şekilde yontularak gelişir. Kendi çocuklarımızı, ailemizin bizi yetiştirdiği şeklin çok da dışında yetiştiremememiz, döngüyü kıramamamız, tüm ebeveyn-çocuk problemlerinin benzer olmasının bir nedeni de budur. Bu nedenle; genelde döngüyü kırmak önce anneden, annenin kendini ve ötekileri tanımasından başlayan bir farkındalık, bilinçli, yoğun, dengeli, sevgi dolu bir çaba gerektirir. Annedeki her kapanma -katalizör etkisiyle açılma ihtimalini tetikleyici de olsa- çocuğu kapar, her açılma da çocuğu açar, tersine durumlar da mümkündür fakat; annenin çocuğun kanallarını tıkamaması için önce kendi iletişim kanallarının açık, dengeli ve beslenir olması gerekir. Gelişmek için gerekli nitelikler her zaman, her varlığın öz potansiyelinde, kendine, bir ve bütüne olan sorumluluğu ve oluşunda her an mevcuttur. Çocuk da kadın da, dünyada hakim olan fakat değişmeye başlamış olan eril enerji ve ataerkil sistemin ötekisidir. Buna rağmen ve tam da bu sebeple dünya ve uygarlıklar annelerin çocuklarını yetiştirme tarzlarından daha farklı bir yer olmayacak. Bu zorlu yolda anneler ve çocuklar içererek, izin vererek, severek, engin bir biliş ve görüşün bu düzeyle kenetlenmesiyle başaracaklar. Biz aksini düşünmediğimiz ve seçip taşımadığımız üzere hiç kimse zorlu, acı dolu ve uzun bir yolu seçmek zorunda değildir, gün gelir her insan kendi karanlığından sıkılır ve onu dibe çeken tüm etten kemikten yansımalara rağmen; “ben bugün ışıkları açacağım” der, ve ne pahasına olursa olsun o ışıkları açar. Hiç bir zaman geç değildir, olan zaman ve durum tam zamanıdır. Çocuk doğurmak; sadece doğurabiliyor olduğundan, soyun devamı açısından, bazı kişisel ve toplumsal arzular, ihtiyaçlar, baskılar açısından gelişmemelidir. Bu karar; ebeveynlerin kendilerine, çocuğa ve yaşama karşı olan bilinç ve sorumluluklarını da içermelidir. Anne olmak bir bireye ebeveyn egosuyla değil, bilgelikle rehberlik ve yol arkadaşlığı etmeyi ve çocuğumuzun da bize ışık tutmasını kabul edebilecek bir olgunluğu gerektirir. Ebeveynler bir çocuğa, kendilerine ve bütüne fiziksel, duygusal, zihinsel ve ruhsal seviyelerde ne kadar hazır, uyumlu olurlarsa çocuk da aynı ölçüde onlara, kendine ve bütüne hazır olur; bununla birlikte her seçimin bu şekilde olmak zorunda olmadığını, kendi olduğu biçimde büyük resimdeki belli sebeplerle gerekli ve uygun görülmüş olduğunu da anlamalıyız. Su akacak ve her zaman yolunu bulacaktır. Bizler kimseyi tercihleri, yolları dolayısıyla yargılayamaz, varlıkların ihtiyaçlarını, öğrenme biçimini, tablodaki yerlerini bilemez ve sonuçta ne olursa olsun ancak onlara ve seçimlere sevgi ve saygı duyabiliriz.
Hepimizin annesi, toprak anaya, doğaya, onunla ilişkimize bakarak da çocuklarımızı da aslında nasıl yetiştirildiğimizi görebilir, ondan öğrenebiliriz. Unutmamalıyız ki çocuklarımız ve ebeveynlerimiz bizim değildir; parçalarına bağlı, fakat bütüne ait olan, kendilerine ait varlıkları, görevleri olan emanetlerdir. Biz sadece, onların ihtiyaçlarının ve bizim ihtiyaçlarımızın bir ilişki içinde karşılanması sebebiyle eşitlerin buluşturulduğu ve bu eşitlerdeki anne ve çocuk adı verilen tarafın, O’nun vasıtasıyla kanalıyız. Çocuk, Rahimden ikame olan anne rahmine düşer ve hakiki Rahime geri döner. O; bizi annemizden daha mı az sevmektedir, daha mı az gözetmektedir, daha mı az bahşedicidir? O; korkuyla, kayıpla mı bakar bize, bize bakarken ne durumdadır? Temel belirleyici olan yaratıcıyla olan ilişkimiz, ona bakış açımız ve bu alandaki değişimler ebeveyn-çocuk ilişkilerini de mutlaka şekillendirir. Öte yandan ebeveyn ve çocukların ilişkide çözümledikleri her alan onlara yaratıcılık olarak geri döner. Tüm bunlarla beraber anneliğin boyutları aşan bir kavram olduğunu, anne olmak için sadece dişi ya da doğurgan olmak gerekmediğini de kavramalıyız. Bir hayvanın annesi olmanın, bir eser doğurmanın, başka birinin çocuğunun annesi olabilmenin, başkalarına rehberlik yapmanın kendi doğurduğumuz çocuğun annesi olmaktan daha değersiz ya da kolay olduğunu iddia edemeyiz.
Çocuğun anneyle bağı farklıdır; o dış dünyayı anne sayesinde algılar, anneyle beslenir, anne ne hissediyorsa enerjetik olarak onu alır, bu nedenle annenin bir çocuğa niyetlenmesinden itibaren fiziksel, duygusal, zihinsel, ruhsal yapısı ve dengesi çok önemlidir. Bebeğin anne karnında şifalanması ya da şifaya kanal olan bir anneden beslenmesi de işte bu nedenle harikadır. Daha sonraki dönemlerde anne her birimizin içindeki “onarılması gereken çocuğu” oluşturur. Çocuk için neyin gerçekten olup bittiği, karşı taraftan neye niyet edildiği ve yaşandığı önemli değildir, önemli olan frekans olarak onun anneden aldığı ve o frekansın neyi deşifre ettiği ve hissettirdiğidir. Gezegendeki herkes gibi, her çocuk da koşulsuz sevgi, varlığının ve kişiselliğinin şartsız kabulü, değer ve onay görmek, güven duymak, duyulmak, takdir edilmek için yaşar, bunların temininde sıkıntı yaşandığında çocuk yaralanır, frekans düşürür, gölgeler yaratır sonuçta da geri dönüş için her düzeyde dıştan içe kendini tanıma yolculuğuna bir şekilde başlamak zorunda kalır. İşte paradoksal olarak yolculuğu başlatmak için gereken eksiklikler de bir noktada, her şeyi tamam etmeye uğraşan anneden sağlanmak durumundadır. Anne bu nedenle katalizördür.
Çocukları beslediğimizi zannederek, istemeyerek zehirleyebiliriz, zira yardım ve zarar, tedbir ve endişe, sevgi ve ego arasında çok ince çizgiler vardır. Farkında olmazsak onlar da sonra bu zehiri bize hiç de ummadığımız, fakat oldukça adil bir biçimde akıtırlar, zaman değişir, roller değişir, fakat yaşamlar boyu bu zehir böyle sürer gider. O nedenledir ki biz nehri temizleyinceye kadar; iyi ebeveyn ya da iyi çocuk yoktur. Nehrin temizlenmesi; biliş, affediş ve şükranla mümkündür. Varlığın yansımalarını çekip tamamlanması için, ihtiyaçlar doğrultusunda seçilen ve olması gerekenler olur, bunlar birlikte deneyimlemek ve genişlemek için vardır. Burada suç da suçlu da yoktur, öğrenme vardır. Suç ya da suçlu, yargılama ve infaz sadece bir ders öğrenilemediğinde ortaya çıkar. Burada, sadece varlığın eksik, ayrı düşmüş anlayışını, diğer yansıması üzerine projekte edip geri dönüşünü diğer yarısından alması ve ilerlemesi vardır. Her ilişki tek başına, tek bir seçimle değiştirilebilir. Anne ya da çocuktan birinde ilişkiye ait alan şifalanınca, varlığın bilinci bir ve bütüne yükselince anne de, çocuk da, ilişki de şifalanabilir. Genelde değişimin anneden ya da çocuktan başlamasının çok da önemi yoktur, ilişkideki taraflardan birinin, an içindeki bilinçli farkındalığı, istek, çaba ve değişimi; tarafları, tüm ilişkinin geçmişini, geleceğini ve doğasını enerjetik biçimde etkileyebilecek potansiyele sahiptir. O nedenle bizim yönelimimiz; bazen çok zor da olsa, her zaman kendinden, ötekine koşullanmadan, beklentiye girmeden hakiki bir sabır, anlayış, affediş ve şefkatle dolmalıdır .
Cinsiyeti fark etmez erkek ya da kadın her birimiz de nasıl dişil ve eril enerjiler varsa, annelik de hepimizin içinde farklı tezahürlerle var, sadece hatırlamamız gerekiyor! İçindeki çocuk ya da anne örselenmemiş tek bir varlık yoktur. İşte biz önce onun annesiyiz… Onlara kim olduklarını hatırlatacak, ustaca, sevgiyle rehberlik edeceğiz. Bunu hatırlayınca belki de önce kendimizi doğurmanın önemini bir kez daha kavramış oluruz. Kendimizi doğurabilmek kendimize, tüm varoluşa verebileceğiniz en muhteşem doğum ve annelik örneğidir. Herkesin bilinçli olarak annelik gibi bir sorumluluğu seçmesi gibi bir kural yok, bilinçli olan herkesin anneliği seçeceği gibi bir kural da yok. Bazı çocuklar ebeveynlerinin yokluğuyla öğrenir, bazıları varlığıyla, bazıları anneliği seçmekle öğrenir bazıları da seçmemekle, bazıları varlıkla sınanır, bazıları yoklukla, hiçlik bazen hepliktir, bazen de heplikten hiçliğe kapı açılır… Nihayetinde önemli olan bir şeyi öğrenmiş olmanın tek kriteri; öğrenilen şeyden korku, kayıp, acı, yargı mı yoksa sevgi ve bütünlük mü ışıdığıdır. Öğrenilmeyen her şey öğrenilmeyi arzular, dolayısıyla sevgiyle ışıyana dek egonun yeniden yaşamına tabidir. Nasıl bir sorumluluk ve rol seçtiysek bunu; gerekeni deneyimleyip onu bilişe taşımak için bütüne olan sonsuz özlem, kabul ve aşkla seçtiğimizi unutmayalım. Böylelikle her ne deneyimliyorsak deneyimleyelim onun içinde kayıp değil, tüm varlığımızla OL’abilir, onun bize sevgiye bütünlenmek için nasıl bir armağan sunduğunu görebiliriz. Hiçbir ilişki ölmez, dönüşür, bizler anneden çocuğa olan göbek bağımızı bıçakla koparıp atsak da, acı-tatlı yaşasak da, birbirimizi kaybetsek ya da hiç görmemiş olsak da, tüm varoluşta ezelden ebede, kopmayan gümüş kordonlardan oluşan özün sevgisiyle bağlıyız ve bu enerjisel çift yönlü akış nedeniyledir ki fiziksel düzlemde seçtiğimiz her an ebeveyn-çocuk ilişkilerimizi onurlandırabilir, yükselir ve yükseltiriz.
Çocuklarınızı, annelerinizi o kalın perdelerin altından görmeye, ilişkinizi bu sihirle yaratmaya gayret edin, çünkü onlar tam da bunun için varlar ve tam da bunun için zorlu olacağını bildikleri doğum ve ölümleri, sizinle birlikte, sonsuz bir sevgi ve inançla seçtiler. Her çocuk ve ebeveyn varlıkları, yoklukları, bize yansıttıkları tüm biçimler ve taşıdıklarıyla bizim için en kusursuz, en gerekli ve en tam olanlardan seçilmiştir yeter ki bunu görecek gönlü açabilelim.
Yorum yap