Bu yazımı tamamen yürüyerek yazdım. Varoluş Dergisi Okurları, bir tek ilham gelme hızı yürüme hızımı geçince durup sokaktaki arabalara yaslandım:)
Çok küçük yaşlarda babam tarafından koşmaya özendirildim. Zira babam hiç aksatmaz neredeyse her gün koşardı. Babamla beraber çok koşamadık çünkü tam onun kadar tempolu koşmaya başladığım zaman lisede yatılı okula başladım. Onun kadar hızlı olmadığımdan ona ayak bağı olurdum ama bana hiç böyle hissettirmezdi, benden 200 veya 300 metre arayı açınca geri döner yanıma gelince yine geri dönerdi.
15 yaşındayken babamın temposuna ulaştım, fakat bu seferde İstanbul’da yatılı okula başladım.
Hafta içi dışarı çıkmamız kısıtlıydı. Bundan dolayı iki duvar arasında bir sağa bir sola 500, 600 metrelik bir parkurda yürürdük. Koşmanın hiçbir popülaritesi yoktu, tek başıma birkaç kere denedim ama devam etmedim. Yürürken arkadaşlardan o gün diğer sınıflarda komik bir şey olmuş mu, bilmem kimle bilmem kimin arasındaki son durum nedir, diğer yakın okullarda olan bitenleri konuşurduk.
Tabii ki bazen kendi düşüncelerimizle baş başa kalırdık, en çok düşünülen şey “Tanrım ben ne olacağım? Hangi okul, hangi bölüm muamması…”
Onun dışında ben zaten alışıktım yürürken problem çözmeye, bazen çözüm kendiliğinden gelirdi sessizken, birden fazla çözüm gelirse 2 tur daha atardım:) Bir nevi meditasyondu benim için yürümek.
Einstein demiş ya hiç hata yapmayan yeni bir şey denememiş demektir. İşte bana da yeni bir şeyler yapma hissi hep yürürken gelir.
Liseden sonra Üniversiteye başladım. Üniversitede değişik sporlar denemeye karar verdim, bunlardan bir tanesi de kaya tırmanışıydı. Birkaç kere denedim ama devam etmedim. Kaya’nın üstündeyken insan gerçekten elleri ve ayakları ve bir sonraki adımından başka bir şey düşünemiyor.
Anda kalma ile ilgili birçok kitap yazan Eckhart Tolle evde kaloriferin başında da aynı kayanın üzerindeki gibi anda kalabilirsiniz diyor, “hayatınızı lüzumsuz yere tehlikeye atmaya gerek yok” diyor. Kendisine tamamen katılıyorum:) Bu da kaya tırmanışçılarının arkasından en çok söylenen söze neden oluyor sanırım “çok ilginç biri”. Aslında bu hayatın getirdiklerine karşı bir nevi pause & play. İpsiz kaya tırmanışı ile ünlü dağcı Marc Andre bir gün film ekibiyle anlaşır der ki: “ben şu kimsenin tırmanmadığı dağa solo (tek başıma) tırmanacağım.” Ertesi gün olur, Marc ortalıklarda yoktur. Bundan bir süre sonra Marc film ekibini arar, tamam ben tırmandım der. Film ekibi der ki seni çok merak ettik tırmanmadan önce araman gerekmez miydi beraber gitmeyecek miydik diye sorarlar. O da o zaman solo tırmanış olmazdı ki der. Ben tırmandım artık filmi çekebiliriz diye cevap verir. Aslında Marc Andre yolda (solo tırmanışta) ona yalnızken iyi gelen bir şeyler olduğunu söylemek istemiştir.
Daha sonra dağcılık kulübü ile dağ yürüyüşlerine katıldım ve uzun süre bu yürüyüşlere devam ettim. Sırtınızda kocaman bir çanta olmasına rağmen, zorlu ve uzun bir yürüyüş olmasına rağmen, bir o kadarda dinlendirici, hatta tedavi edici. Modern hiçbir şey yok. Yükseklik değiştiğinden dolayı sürekli vücudunuz güncelleniyor. Dağ yürüyüşlerinde hiç şehirdeki problemlerimi düşünmedim. Ruhani bir şeyler var oralarda. Bilmiyorum belki bazı tapınaklar bu nedenle oralarda kuruluyorlardır.
Evet günümüze gelelim, ben hala günde 1 saat civarı yürüyorum. Bazen sadece dinliyorum, bazen aklıma komik bir şey geliyor gülüyorum, bazen sıkıntım geçsin diye yürüyorum, aslında çoğu zaman alışkanlığımdan dolayı yürüyorum, belli bir amacım yok, kendimi bulmak için yürüyorum.
‘İki kapılı bir handa gidiyorum
Gündüz gece, gündüz gece’
Aşık Veysel
Aydın YAKUPOĞLU
Yorum yap