Hak insanla onun anlayacağı dilden konuşur, o yüzden herkesin hikayesi kendine özeldir. (Alıntı) der bir deyiş.
İnsanın anlayacağı dil ne demek peki? Öğrenmişlikleri demek bence. Yüklediği anlamlar, değer yargıları, sevgiyi tanımlama şekli…. Sevgiyi öğrenme şekli demiyorum çünkü sevmek öğrenilmez, bana göre her şey sevgi, sevgisiz kalmak ise; bazen o kadar fazla anlam yükleriz ki dünyaya, artık bu anlamlardan sevgiyi göremez oluruz mesela, hissedemez oluruz. Çünkü sevgi bence sadece bir oluş halidir. Onun bir eyleme geçmesine gerek olmaz. Bir bakışta, bir oluşta, bir duruşta onu görebilir, varlığını hissedebilirsiniz. Ama bunun için bakar kör olmadan gerçekten bakmanız, önünüzde 5 dk sonrasını tasarlayan düşüncelerden oluşmuş bir perdenin olmaması gerekir.
Öyle bir olma halidir ki bu, tatlı bir esinti gibi o andan haz alırsınız. O yüzden o anda kalmanızı sağlayacak şeylere ilgi duyuyor ve bizi anda tutan şeyleri daha çok sevdiğimizi söylüyoruz aslında hep. İşte sihir burada. Hem zihniniz, hem bedeniniz, hem ruhunuzun üçünü birlikte o anda tutan her ne ise size sevgiyi yaşatıyordur. Orada her ne oluyorsa, büyülü bir şekilde oluyordur yani. Şifa da bu şekilde akar bence. Zaman, mekan, ruh üçlüsünü bir araya getirerek.
İşine aşkla bağlı olanlar, çocuğu ile o an harika bir frekans yakalayıp oyun oynayanlar, kitap yazmaya oturup veya şiir, kelimelerin ya da zamanın sonsuzluğuna kapılanlar, yemek yaparken pişirdiği domatesin, biberin kokusuyla mest olup yemekle bir olanlar… İlgiyi akıttığınız noktada sevgiyi yakalamış olmanız, yakalamaya çalışmadan, çaba göstermeden, istemeden, anlamlandırmadan, sıradan, basit, sade, anlatsan anlatılmaz, ne yaptın derler, yemek dersiniz, ne yaptınız derler, oyun oynadık dersiniz ama siz deryalara dalmışsınızdır.
Peki ya bu sizi siz yapan kabınızı sevgi ile dolduran anların en büyük alıkoyucusu kim bu aralar? Cep telefonları veya teknolojik aletlerle çok vakit geçirmek😊 sizi sürekli o huşu halinizden alıkoyan, odağınızı dağıtan…. Anladınız mı şimdi neden meditasyon yapmak için kendinize zaman ayırın deniyor. Çünkü insanlar sevgiyi hissedebilmek için dahi olsa durmuyorlar artık, durmayı bilmiyorlar. Hep yapıyorlar, hep yapıyorlar ama ‘ol‘muyorlar . Dini ritüellerin bile an a kalmak için yapıldığına inanıyorum. Zihniniz başka yerde ise, bölünmüşseniz cehennem, aynı anda odaklandığınız yerde iseniz cennettesinizdir aslında..
Olan olaylara yüklediğimiz çarpık düşüncelerimizden kaynaklı anlamlarla, yeni yeni duygular yaratıyor, bu duyguların sebep olduğu rüzgar ve fırtınalarda savruluyoruz. Duygular vücudun tüm kimyasını değiştirip hayatımızda bazı daha da büyük olaylar ve tepkisel davranışlar şeklinde ortaya çıkabiliyorlar. Son zamanların deyimiyle karma yaratabiliyorlar. Sorunları çözmek yerine daha da büyütebiliyorlar ama hisler öyle değildir. Duyguları ortaya çıkartan düşünceler illüzyondur aslında, o an var olan gerçeği görmenizi engelleyen çarpık düşünmenizden dolayı ortaya çıkmıştır . Gerçeklerle yüzleşmek yerine, dışarıda olan ama yine kendi yarattığımız dış dünyayı suçlayan düşünce kalıplarına tutunuruz o sırada. Hisler ise, anlamlandırmadan gözlemlediğiniz enerjilerdir. Kalbimde bir his var dersiniz mesela, o hisse odaklanırsınız müthiş bir şekilde, ne olacak bilmediğiniz bir şeydir, anlamlandırmadan o hissiyatı yaşarsınız, hiçbir duyguya uymayan bir hissiyattır o. İşte bu hisler ruhun besinidir aslında, duygular ise dünyanın besini derim ben hep.
Hissederek yaşamak, kendi merkezinden ayrılmadan evrenin işleyişine şahitlik edebilecek şekilde birlik enerjisine çağırır bizi… Ki insanoğlu ruhu hissederek deneyim kazanır ve evrim alır kendine , özüne yani sevgiye daha çok yaklaşarak…
Sevgiyle…
Sebile GÜNEŞ
Yorum yap