En sık kullanılan ve bilinen tabiriyle; “Ruhun Karanlık Gecesi”, benim tercih ettiğim tabirle, “Karanlık Kıyamet”… Bir varoluş krizi, dilerseniz cehennem, dilerseniz araftır, peki nedir tüm bunlar? Ruhun Karanlık Gecesi; ruha karanlığın çökmesi demek değildir! Ruh daima aydınlıktadır, ana mekanizmadır, teslim eden ve alandır, onun hakimiyetinde karanlık yoktur, hiçlikteki hepliktir o. Bahsedilen; ruhun nefse çökmesi ve onda hizalanma sağlamasıdır. Ruh yorulmaz, göçmez, tekamül etmez, unutmaz bunları yapan nefstir.
Bizim maddi dünyamız ve manevi dünyamız birbirinden kopuk olgular değildir. İnsan, bir anlamda maddi alan olarak tabir edilip deneyimlenen, yaşantı ve varlığın tümü sanılan ve belki de %99’luk bir pay ayrılan dünyevi düzlemdeki; iş, güç, meşguliyetler, ilişkiler, zaman/mekan algısı, sahibiyetler, bilinç, kaba alanlar ve biçimlerinin birinde sıkıntı yaşamaya başladığında manevi alanda da muhakkak sıkıntı yaşamaya başlar. Bunun ters yöne vuku bulması da mümkündür; manevi ve ince alanlarda bozulmalar ve dengesizlikler baş gösterdiğinde maddi kayıplar da başlar. Varlık bir bütündür, alanlar bağlıdır ve birbirlerini etkilerler. Bu sıkıntılar birkaç maddeyle sınırlıysa, şiddetli değilse durum çok da rahatsız etmez ve birtakım ikamelerle telafi edilmeye, yamanmaya, sündürülmeye çalışılır fakat; varoluştaki hiçbir zerrede, sistemler ödünç al, kopyala yapıştır, resetle mantığıyla çalışmaz; dolayısıyla bir süre sonra sistem patlak vermeye başlar. Bu sırada birkaç kaşıntıyı dikkate almayan ya da algılayamayan insan, sinyaller, uyarılar ve hatırlatıcıların iyice şahlanıp yayılmasına sebep olur.
Maddi alan ve kaynaklarda sıkıntı yaşanıyorsa bu; ruhun çağrısının alınmadığının göstergesidir. Manevi alanda bir sıkıntı yaşanıyorsa bu; ruhun çağrısının doğru alınıp alınmadığı ya da maddi alanla dengelenip dengelenemediğiyle ilgilidir. Yani her iki durumda da ruhun çağrısıyla ilgili bir sıkıntı yaşanmaktadır.
Peki nedir ruhun çağrısı? Ruhun çağrısı; ilahi plandaki sözünüz, yeriniz, öz yaratıcı kaynakla, tüm var olan bütünle bağınız ve bunun neticesinde bu planda onun karşılığı olan yansımanızdır. Yansıma ve aslolan birbirinden uzaklaştıkça Ruhun Karanlık Gecesi yakınlaşır. Bunun hatırlatıcısı ise; her zaman bağlantı anahtarı, taşıyıcı, şifacı ve dönüştürücü köprü olan gönlünüz ve saklınızdır. İşte bu nedenle bu ses tüm o tantanalı, şaşalı seslere, ikiliklere ve her şeye rağmen çok da kısık olsa duyulur, duyurulur; siz dilerseniz güzellikle, dileseniz türlü tatsızlıklarla. Tatsızlıkla vuku bulursa işler; “laftan anlamayanın cezası kötektir” şekline bürünür ve ruh daima canı sıkmaya, onun içinde bulunduğu maddi, manevi alanları daraltmaya, objektifi kısmaya gider. Bunun pahalıya patlayan bir ertelemesi olabilir fakat sonunda ne kaçış, ne de alternatif vardır; çünkü canı süren tesir mekanizması her zaman ruhtur.
Ve bir an gelir, tüm dünya ayağınızın altından kayar, gerçekliğe dair hiçbir şey bulamaz, ne kendinizi tanır ne de diğerlerini tanıyabilirsiniz, kaybolur, kaybeder, yokluk bilinci ve onun eşlik ettiği tüm negatiflerle hiç bilmediğiniz, ait olmadığınız bir yerde bir başınıza kalırsınız. Bu durum içinde, maddi olanların realitede kaybı söz konusu olabildiği gibi, siz öyle de sanabilirsiniz, açıkçası bunun pek de önemi yoktur. Bu durumda yüzünüzü gökyüzüne çevirirsiniz, ama orada da tutunacak hiçbir şey bulamazsınız; tam bir yol haritası kaybı, feci bir kaos tam tepenize çöker; felaketler silsilesi, fişin bir süre çekilmesi, her alanda çok boyutlu çözümsüz sorunlar… Varlık bu planda nelere tutunuyorsa, nelerde ustalaştıysa tam olarak oralardan kıyım yapılır. Ruhun Karanlık Gecesi tam olarak budur. Bu, bir insan için müthiş korkunç, travmatik, altında kalınabilecek çok ağır bir yük halinde seyredebilir. Nihayetinde kişi, ruhun çağrısına bir şekilde, bir zamanda kulak verir, çabalar, yardım eli uzar, onu tutar, yola koyulur ya da koyulmaz, koyulamaz ve böylelikle onu genellikle daha acılı olacak bir biçimde erteler.
Bu düzlemden bakınca acımasız ve ironik görünse de, işler sevgi planında böyle yürür. Sevgi planında, bir şeyin murat edilene, hakiki kaynağına kademe kademe dönmesi, kendini bilmesi, tanıması, hizalanması, dengelenmesi için -kutupsal tarafımızın hiç farkında olmadığı, hoşlanmadığı, nasıl başa çıkacağını da çok bilmediği- belli mekanizmaların etkilerine, belli süre, biçim ve şiddetlerle maruz kalması, baskılanması, hatırlatılması gerekir. Deneyimli olanlar için bunu karşılamak belki çok daha kolaydır. Ona da artık başka kapılar açılır; onlar pişer, yanar ve Aşk olurlar. Ruhun Karanlık Gecesini herhangi bir yüzüyle yaşamak zorunda kaldığınızda dilerim bilin ve hatırlayın ki; her şey yolundadır, nimetler yağmaktadır. Bağırın çağırın ama dinlemeyi de samimiyetle deneyin. Ötesi size açılacak, yükler dengelenecektir. Bu ne ilk, ne son, ne adaletsiz, ne sorgusuz, ne gözetimsiz, ne de tek sizde olan; fakat tüm Ol’anlarla hep gönüllü adımlanandır. Her şey canı sıkıp onu biraz daha genişletmek, yakınlaştırmak için vardır, tüm kavga kıyamet, alkış ve bilip bilmediğimiz her şey de bundan türer. Bu yaratımın paternidir. Her şey ruhun çağrısıyla yolunuzu dengede yürüyebilmeniz için varlıktan varlığa önünüze serilir. Siz o aydınlığı; karanlık bir gece, bir kıyamet olarak görürsünüz ta ki onunla yürüyene, onun sizi kuşatarak özgür bırakmasına izin verene dek. Ruh sizden asla vazgeçmez, siz de ondan, defalarca ölüp dirilmeniz gerekse de. Kimine bir yangınla, kimine bir hastalıkla, kimine dengesini bozan motif ve döngülerle, kimine uçan kuşla çağrı yapılır. Peki bunun neden böyle olduğunu idrak edip, doğru düzgün okuyup, gereğini artık tatlılıkla ve rızayla yerine getirsek nasıl olurdu?
Ahu Birlik
Yorum yap