Sonbahar biraz da duygu demek, duygusal temizlik ve dengeye hazırlık demek. Yaşam kalitemiz, şifa, aydınlanma, dönüşüm, bilinç ve bilinçaltı evet tüm bu konuların en önemli bileşenlerinden ve katalizörlerinden biri de hiç şüphesiz duygularımız.
Peki nedir duyguların önemi ve nasıldır toksik duyguların sağaltımı?
Her düşünce belli bir duygu durumuyla bağlanır, belli duygulara bizi taşır ve çağırır, yani önce düşünce sonra duygu alanı vardır, aurada da bu böyledir. Tıpkı düşünceler gibi duyguların da çok büyük bir kısmı bilinçaltı eğilimler, kodlanmış otomatik plaklar. Bu implantlar zamanla sürekli tekrar edile edile özdeşleştiğimiz, içinden çıkamadığımız, kısır döngüler ve belli durumlar yaratır. Duygusal beyin limbik sistemdir, oldukça fazla bileşeni içinde barındırır ve sakral çakramızın konuları da duygusal auramızla bağlantısı açısından tekrar bakılması gereken alanlardır.
Yakıt olarak, yaşamak, algılamak, yaratmak ve bir çok şey için duygulara ihtiyacımız var. Mükemmel imgelemenin, olumlamanın bileşenlerinden biri bile, beş duyuyu kullanmak kadar onu yaşamak, yani ona duygu katmaktır. Fakat bize can veren, ilerleten bir şey yanlış yönetildiğinde bizi sakatlayabilir, önümüzü tıkayabilir. Evete bizler duygusal varlıklarız ama duygularımız değiliz. Unutmamalıyız ki duygusallık, hassasiyet ve duyarlılık toksik ve dengesiz kısımlarından sağaltılınca tam anlamını bulan ve can katan değerlerdir. Temel olarak duygular ile ilişkimizde 3 tip sorun yaşıyoruz.
İlki; duygularımızı anlamıyor tanımıyoruz, bağ kurmuyor, kabul etmiyor, izin vermiyoruz yani yargılama, korku ve direnç eğilimimiz var. Haliyle karşımızdakilerin duygularına da bu biçimde davranıyoruz çünkü henüz kendi duygularımıza karşı bir empatimiz, şefkatimiz, sabrımız ve daha da önemlisi empati / sempati ayrımımız yok. En basitinden edindiğimiz kişilik ve beklenti şablonlarımıza göre şu duygu iyi, bu duygu kötü, bunu alalım, aman bu sakın gelmesin gibi bir alışkanlığımız, bakış açımız var. Öncelikle bunu sorgulamalı ve duygusal yaş açısından olgunlaşmalıyız. Duygular gelir geçer, yükselir alçalır, mevsimler gibidir, çok kolay birbirine dönüşebilir ve bir duygunun altında bambaşka bir duygu yatabilir, her duygu gelişim açısından bir fırsata dönüşebilir, her duygunun yaratıcı bir kullanım alanı vardır ve hepsi gerekli bir deneyim olarak yaşamın tadı tuzu, acısı, tatlısı, ekşisi, çeşnisidir. Önemli olan onları nasıl kullandığımız! Aydınlanmak, zihin ve duygulardan mesafe alıp özdeşleşmeyerek robotlaşmak, bomboş olmak, tatsızlaşmak demek değildir, daha derinine inmek, daha yakın olmak, daha dolu olmak ve dahi onlarlayken onlardan olmamak demektir. Bahçede ayrık otları gördüğümde ilk yaptığım şey üzerlerine tarım ilacı dökmekse tüm bahçeyi öldürebilirim. Oysa ki doğaları nedir, neden buradalar, başka neler mümkün? düsturuyla yaklaşmam anlayışın ışığını getirir ve olasılık alanı açar, bu onları besleyeceksiniz anlamına gelmez, her şeyin varlığının ifadesi için yaşadığı ve ifade bulunca sevgiyle dönüşebildiği anlamına gelir. Toksik duygularımıza toksik biçimde davranmayı bırakmalıyız. İfade edilmeyen, bastırılan, tamamlanmayan her duygunun bir maraz olarak çok güçlü döndüğünü biliyoruz. Böyle duygularım neler, neden ve ifade edecek nasıl alanlar yaratıyorum? Kendimize sormamız gereken en önemli temel sorulardan bazıları belki de.
Bir diğer sorun; çekirdek kalıplar, inanç, fikir ve yönelimlerle oluşan belli çok güçlü duygusal kalıplara takılıp kalmamız ve yaşımız kaç olursa olsun bunların oluştuğu yaştan işlev görmemiz. İçsel çocuğun negatif duygusal tepkilerini gözlemleyebiliyor muyum? Yaşamımda hangi durumlarda içsel çocuk tepkileriyle hareket ediyorum? Bu çocuğun nasıl kalıpları var ve neden? Yetişkin ben, o çocuğu anlıyor, elinden tutuyor, rehberlik ediyor? Çocuk yetişkinine güveniyor mu? İçsel çocuğu görmek, onunla bağ kurmak ve şifası en önemli çalışmalardan biridir. Tabii ki bizi zorlayan belli kalıp, travma ve duyguların üzerimizdeki etkilerini kaldırmada bilinçaltı terapilerini burada da baş köşeye koymadan geçemeyiz.
Son olarak sıklıkla yaşadığımız sorunlardan biri de; birbirini izleyen düşünce/duygu alanından kendimi çekip çıkartamamam. Meditasyonun binbir faydasından biri de budur; özdeşleşmeleri kırmak. Ve bu sürekli hale gelirse yaşamınıza yayılır, meditatif bir halde yaşamaya, kritik zamanlarda daha çok üst benle tepki vermeye başlarsınız. Sadece bir pratik işidir. İnsanların sıklıkla yaptığı hata şu; ben bir şey düşüneyim, duygu gelirse çıkarım. Böyle olmaz, çünkü duygu alanı çok daha hızlı ve yoğundur, belli duygulara taşıyan belli benlik ve düşünceler geldiğinde daha ilk alanda fark edip düşünce ile muhabbeti kesmeniz gerekir çünkü sizi belli duygu durumuna taşıyan düşüncelerdir ve bir kez duygu alanına girdiyseniz düşünce alanında fark ettiğiniz orana kıyasla oradan çıkmanız daha zor olacaktır. Tabii ki bu muhabbetten beslenen, varlığını sürdürüp güçlenen, çıkarı olan, yaşamınızı idare eden pek çok düşünce ve duygunuz vardır. Kalktığınız andan yatana dek bunu gün içinde pratik edinmeye çalışın ne kadar özdeşleşmeden çıkıp fark ediyor ve hakim olabiliyorum bunun başlangıçta çok düşük olduğunu göreceksiniz tekrarlarla bu alan güçlenir.
Tabii ki çok geniş spektrumdaki fizik durumlarında duygular üzerinde etkisi vardır. Gün ışığı, uyku, beslenme, kimyasallar, duruş, egzersiz, ortam, müzik vs. gibi. Duyguları dönüştüren en hızlı araçlardan biri farklı bir frekansa geçebilme becerisidir. Bu mizah gibi bir bypass tekniği bile olabilir, ama bunları uygulayabilmek için bile önce farkında olmamız gerekir: ‘Bu duygu durumunu ben yaratıyor, seçiyorum ve bundan ben çıkabilir bambaşka bir ruh hali yaratabilirim!’
Bu konuda yazılıp uygulanacak o kadar çok şey var ki bunun yerine çok severek kullandığım, epey hızlı ve faydalı bir duygu dönüştürme uygulamasıyla sonlandırmayı tercih ediyorum. Bu çalışmayı kendinize reiki yaparken ya da meditatif bir biçimde denerseniz çok daha iyi olur. Rahatsız edilmeyeceğiniz, hazır hissettiğiniz, huzurlu, rahat bir ortam yaratıp ister oturarak ister uzanarak başlayabilirsiniz…
1.Sıklıkla yaşadığınız, tetiklenen, negatif atfettiğiniz motif bir anı, olayı, düşünce ya da duygunuzu seçin ve imgeleyerek tekrar yaşayın. Farkındalığınızı duygunuza verin, onu tanımlayın, adlandırın (Mesela öfke) ve şimdi farkındalığınızı vücudunuza vererek bu duyguyu bedeninizin neresinde hissettiğinize bakın (Mesela karnımda)
2.Şimdi karnınızda hissettiğiniz öfkenize bir karakter, kişilik verin, yani onu çizin, somut bir hal verin, nasıl görünüyor, neye benziyor, nasıl bir yerde? (Mesela boynuzları olan bir ateş topu)
3.Tüm şefkat, açıklık ve kabulünüzle imgeleyerek ona yaklaşın ve onunla iletişim kurun, temas edin. (Mesela, bunca zaman seni yanlış tanıdım seni anlamak istiyorum bana söylemek istediğin bir şey var mı? diyebilir, gözlerine bakabilirsiniz, 5 duyunuzu kullanın) Zaman verin, zihne girmeyin. Ve gelen şey sizin şifanız!
4.Cevabı sindirdikten sonra şükranla onu bir su kaynağına taşıyın ve şükranla uğurlayın, salıverin, vedalaşın.
5.Son olarak, boşalan o bölgeye o duygunun dönüşümüyle gelen şifayı, duyguyu ve onun sizdeki imgesini koyun. (Mesela karnıma huzurun bir ifadesi olarak bir gül) Her bir derin nefesinizde o gülü karın bölgenizden tüm bedeninize, çakralarınıza, auranıza genişletin, yayın, her şeyi içine alsın ve eskiden öfkenizin muhattabı olan insana, anıya vs. kadar genişleyip onları da kapsasın, bir süre bu dinginliği yaşayın.
Bu çalışmayı yaparken yoğun duygular ve bedensel tetiklenmeler olursa izin verin, izleyin, bedeninizi gevşetin, çenenizi, kaslarınızı vs. kitlemeyin, derin nefesler alın. Bu, duyguyu sempatik sinir sisteminizden de boşaltmanızı sağlar.
“Söylediklerinize dikkat edin; düşüncelere dönüşür…
Düşüncelerinize dikkat edin; duygularınıza dönüşür…
Duygularınıza dikkat edin;davranışlarınıza dönüşür…
Davranışlarınıza dikkat edin;alışkanlıklarınıza dönüşür…
Alışkanlıklarınıza dikkat edin; değerlerinize dönüşür…
Değerlerinize dikkat edin; karakterinize dönüşür…
Karakterinize dikkat edin; kaderinize dönüşür…”
Gandhi
Duygularımızın dilini anladığımız, onurlandırdığımız, güzellikle dönüştürebildiğimiz nefis bir sonbahar olsun.
Yorum yap