Şu an ne yapıyorsanız, haydi biraz ara verin. İşinizi bırakın. Bir 10 dakika kendinize vakit ayırın. Kendinize vakit ayırın derken reklamlardaki gibi haydi alışverişe gidin, yürüyüşe çıkın, spora gidin veya bir kase tatlı kaçamağı yapın demeyeceğim ama. 10 dakika içinize bir göz gezdirin. Kendiniz sandığınız zihninize bir göz atın. Otomatikleşmiş bedeninizde, robotlaşmış zihninizde neler olup bitiyor bir bakın bakalım…
10 dakika veya isteğe göre daha kısa veya daha uzun bir zaman diliminde ne düşündüğünüze ve ne hissettiğinizi gözlemleyin. İçinizde neler var, acaba aklınızdan hangi düşünceler geçiyor, bu düşünceler geçerken hangi duygular beraberinde gelip, sizi hapsediyor, siz de bu duyguları hissedince, düşünce-eylem bazında nasıl tepkiler üretiyorsunuz?
Burada önemli olan kendinize ayırdığınız bu zaman zarfında düşünce ve duygularla asla özdeşleşmemek, onları sadece izlemek…
Zihin çok kurnazdır. Muhtemelen birkaç düşünceden sonra siz ona kendinizi kaptırıp, andan kopacaksınızdır. Dikkat edin; nasıl kendinizi kaptırdığınızı da gözlemleyin. Asla analiz yapmayın. ‘Aa bunu düşünüyorum.’ vs gibi tepkiler yok, veriyorsanız da farkında olun.
Bir bakın bakalım, düşüncelerin içerikleri ne? Yapacağınız resmin teması mı, evrenin yaradılışı mı? Pek sanmıyorum. Alacağınız ayakkabı, açlığınız, yemek istediğiniz o güzel tatlı, eşinizle tartışmanız, çok yorgun-mutlu-mutsuz olduğunuz ertesi günkü toplantınız, yapılacak bir sürü işin varlığı, kuracağınız iş için ne kadar paranız olduğu, sağlık durumunuz …
Kısaca bedeniniz (sağlık, vücut ölçüleri vs), çevreniz (iş, aile bireyleri, para vs) ve zaman (işlerin nasıl yetişeceği vs) üçgeninde dönüp duran düşünceler. Peki bu düşünceler gelince hangi düşünceleri ve hangi duyguları (öfke, endişe, mutluluk) beraberinde getiriyor? Siz de davranış olarak ne tepki veriyorsunuz? (sıkılıp sigara yakmak, yemek yemek, alışverişe gitmek, hiçbir şey yapmamak) Örneğin; açlık düşüncesi aklınıza geldiğinde, sonrasında “Yine boğazını tutamıyorsun.” düşüncesi ve sonrasında öfke hissi mi, yoksa yiyeceğiniz tatlının hayali ile mutluluk hissi mi geliyor. Eylem olarak ne yapıyorsunuz?
Dikkat edin, aslında yaşamınızın çoğu bu otomatikleşmiş düşünceler sonrasındaki kayıtlı duygular, ezberlenmiş eylemlerle geçiyor… Genelde de sıkıcı, çünkü sınırlı, çünkü yaratıcı değil. Bir de şu zamanlarınızı düşünün. Bir arkadaşınızla dertleşiyorsunuz, örgü örüyorsunuz, bulaşık yıkıyorsunuz, yüzüyorsunuz, alışveriş yapıyorsunuz vs. Önemli olan eylem değil, eyleme dalıp gitmiş olmanız… Beden, zaman, çevre üçgeninin algısından çıkmışsınız. Akışta, yaratılıştasınız. Eylemi icra ederken (sözcük yaratırken, iş üretirken) beden-zaman-çevre algısından daha büyük düşünüyor, daha büyük hissediyorsunuz. Sıkıntılar o an yoklar değil mi? Çünkü dalıp gitmiş, “ben” algısını bırakmışsınız.
İşte aslında olmamız gereken hal bu şekilde. Üçgenden daha büyük…
Enerjinizi zaman, çevre, bedene harcamak yerine kendinize saklarsanız, içinize yönelerek yaratılış anlarını arttırarak bu halleri kalıcı hale getirebilirsiniz. Yıllarca tam tersine alışmış zihin, beden-zaman-çevre üçgeninde düşünmek, hissetmek ve olmayı ister. Geçmiş ve geleceğe ait düşünce ve duygular ona tanıdıktır çünkü. Duyguları acı, korku, öfke bile olsa bırakmak istemez, çünkü kötü hissetmek aslında ona iyi hissettirir. Ayrıca kontrolün kendisinde olmasını ister. Sağlığını, maddiyatı, geçmişi, geleceği kontrol edeceğini sanır; çabalar da çabalar. Bu hayatta kalma çabasını sever, yaratılışta yaşayamaz, çünkü güven duygusu ona tanıdık değildir, neye güveneceğini bilemez. Önce para biriktirmeli, kendini güvenceye almalı, 36 beden olmalı, güzel olmalı, şartları optimum yapmalı ki An’a, akışa kendini bıraksın, hayatta kalma mücadelesinden yaratma safhasına geçsin. Maalesef pek de gelmez bu mücadelenin sonu, sonunda da ya hasta olur ya mutsuz…
Bir düşünün.. Yolda dalmış yürürken karşınıza birden bir köpek çıktı. Zihin tehlike hisseder. Bedeni uyarır. Beden de bir dizi kimyasal salınır. Savaş-Kaç tepkisine göre ya kaçılır, ya tehlikenin geçmesi beklenir. Tehlike bitince içsel denge tekrar sağlanır. Eğer kısa süreli ise bu tepki gayet normaldir, zaten beden de kısa süreli tehlikeler için programlanmıştır. Ancak gelin görün ki bizler bu şekilde yaşamıyoruz. Beden, çevre, zaman üçgenine dayalı düşüncelerle ve duygularla (ya hasta olursam, ya parasız kalırsam, iş-aile hayatındaki geçmeyen sıkıntılı düşünceler, geleceğe yönelik planlar, programlar) vücuda sürekli “tehlike hali var” hissi ile kimyasallar ürettiriyoruz, sonuçta da bedensel-zihinsel hastalıklardan kurtulamıyoruz.
Zihnin farkına varıp, onun beden için sürekli tehlike çanları çaldırmasına izin vermemeyi, tehlike duygularını nasıl kalıcı hale getirdiysek onların yerine sevgi, merhamet, minnet duygularını daimi var etmeyi öğrenmeliyiz ki; “sıkıcı hayatta kalma yaşantısından” huzurlu “yaratılış” haline geçebilelim.
Sizin efendiniz bedeniniz veya zihniniz değil. Dikkatinizi hep kendinizde tutabilmeyi öğrendiğinizde, farkındalığınızı arttırdığınızda bilinciniz genişleyecek, bunu fark edecek, yaşam mücadelesinden, yaratılış haline, kısaca sıkıcılıktan keyifli hale bürünecektir.
Bedeniniz, çevreniz ve zamana harcadığınız enerjinizi, bunlarla ilgili düşüncelere verdiğiniz dikkatiniz hep kendinizde olsun. Bakın bakalım neler olacak??
Yorum yap