Varoluş Dergisi

VAROLUŞSAL ÖFKE

Her birimiz birey olarak kendimizin, koskocaman evrendeki zerre kadar dünyamızda, aslında ne kadar yüce varlık olabileceğimizi ve aslında sadece kendimizin herkesten apayrı bir yaşam amacımız olduğunu bilebilseydik eğer cehennemi değil cennetimizi yaratırdık.

Şiddet.. Öfke.. Düşünüyorum da toplumu oluşturan bizler bu konuda neler yapabiliriz?

Evet bizler…

Hekimler; hem bedeni hem zihni tedavi ederken, öğretmenler; henüz çocuk yaşlarda hatta eğitimin her aşamasında önce entellektüel ve sosyal bireyler olabilmeyi, matematik- fizik öğrenirken evreni ve izdüşümü olan bedenimizi sevgiyle kutsamayı, bireysel yaratıcılığı geliştirmeyi öğretseler… Hukukçular; insanca yaşama kurallarını… En temel din eğitimlerinde; ilahi gücün evrensel sevgi, denge ve adalet ile olduğunu… Ebeveynler; sonsuz sevgi ile kucakladıkları çocuklarına öncelikle birey olarak kendini sevebilmeyi ve öz saygıyı empoze etseler… Sanatçılar; müziğin, dansın evrenin titreşiminin bir parçası olduğunu, kalbimizin ve beynimizin titreşimsel frekanslarını olumlu enerjiye dönüştürdüğünü gösterseler keşke…

Hepimizin bildiği gibi ülkemizde gittikçe artan saldırganlık eğilimi ile  bireysel öfkenin dışa vurumu her kesimden insanı etkilemektedir.

Öfkeli kişi kendine zarar verirken toplumsal bilinci de etkiler. Saldırgan davranış veya basit bir söz olsa da.. Ağaç kesmek, hayvanlara, doğaya zarar vermek, savaşlar, kazalar, intiharlar da aynı şekilde..

Yine ülkemizde, hekime, öğretmene,  eşine şiddeti kendine hak görenler hangi süreçleri yaşadılar acaba?

Tv dizilerinin, haber ve tuhaf yarışma programlarının empoze ettiği dogmalar; kurban bilinci, ataerkil ve bağnaz yaşamlar..

Ruhsal şiddet yok mudur?  Biyolojik şiddete maruz kalan da, tanık olan da hatta haberi izleyen de.. Yalan söyleme, aldatmak bile… Konu ile ilgili araştırmaların bir kısmını inceledim ben de..

“Kuramcılar öfkeyi; insanın ölüme, işlenmemiş potansiyele ve yaşamın anlamsızlığına karşı tepkide bulunması olarak açıklarlar. Öfke kaçınılmazdır, insana özgüdür ve her insan öfke duygusunu farklı yaşar. Kişinin öfkesi, yaşama karşı kendini çaresiz ve güçsüz hissetmesidir. Geçmiş yaşantılara ilişkin olumsuz duygular bireyin değişimi için engel oluşturur (Nelson-Jones, 1995).

Öfke, öz saygının kaybının utancı veya kırılgan bir kendiliğin korkusu ile ilişkili olarak oluşur ve onları maskeler. İnsanlar genellikle reddedildikleri veya aşağılandıkları zaman utanç hisseder çünkü bunlar çok acı veren duygulardır ve öfke onları kaplar. Evlilikteki şiddetin çoğu, tacizcinin (çoğu zaman erkek) kendi güçsüz bağımlılığının üstesinden gelemediği bir utanç-öfke döngüsünden kaynaklanır.

 Benlik kuramı olarak da bilinen ve Carl Rogers tarafından geliştirilen bu kurama göre, tüm bireyler dünyaya “kendini gerçekleştirme eğilimi” temel güdüsü ile gelir. Birey kendisinden istenildiği gibi davrandığında kabul edilmeyi, değerli olmayı öğrenir. Bu sayede kendini kabul düzeyi de artar.  Kendi olumsuz benlik yapısında kabul düzeyi düşük ve güçsüz kişilerin öz saygılarının da düşük olacağını ve buna bağlı olarak kendini gerçekleştirme yönündeki doyumsuzluğunun sonucunda kaygı, saldırganlık, suçluluk duygularının ortaya çıkacağını ifade etmiştir. Kişi öfkeli, bencil ve etkisiz tutumlarını, gelişimi sırasında karşılaştığı olumsuz

Daha bir çok sebeplerden bahsediliyor çalışmalarda… Bu durumda bilincimizdeki ve bilinçaltımızdaki oluşumlar bizi bir şekilde yönlendiriyor. Ancak şu ya da bu şekil sebepler yüzünden yapılan rahatız edici davranışlar haklı çıkarılamaz. Bize düşen bunları irdeleyip toplumlara mal olan öfke zincirini kırmaktır.

Her birey kendi yaptıklarının (maddi, manevi, cinsel) sorumluluğunu ve önemini bilmelidir. Başka birini sadece düşüncelerimizle bile incitmenin bir karma borcu yaratacağını ve nesillere aktarılacağını da…

İlk olarak bizden başlayalım;

Önce kendimizi bilmeli ve sevmeli… Bizimle ne ilgisi mi var? Toplumu oluşturan bizler değil miydik?

İnsan olma onurunu bilmeli… Erkek olma… Güçlü ve savaşçı olmak erdemli olmak değildir.

Doğanında  hakimi değiliz biz… Doğa  ile iç içe yaşamayı bilmeli, onu korunmalı ve sadece ihtiyacımız  kadarını ondan almalıyız.

Her birimiz birey olarak kendimizin, koskocaman evrendeki zerre kadar dünyamızda, aslında ne kadar yüce varlık olabileceğimizi ve aslında sadece kendimizin herkesten apayrı bir yaşam amacımız olduğunu bilebilseydik eğer cehennemi değil cennetimizi yaratırdık.

Dünyada cennetini yaratan spritüel bilgeler… Evet onlar da bir şeyler yapmalı…

Ruhun şifası sonsuz evrensel enerji ile bütünleştiğinde bedenin ve zihnin nasıl iyileştiğini, kişinin farkındalıklı bir yaşam ile öfkeyi kontrol edebildiğini koşulsuz sevgiyi deneyimleyen bireyler ile sağlıklı nesillerin olabileceğini tüm toplumlara gösterilmelidir.

Ben de bu grubun çok küçük bir üyesi olarak benliğimde ki iyileşmeyi ve bitmeyen huzur halimi, kendimi keşfetme adımlarıma borçlu olduğumun bilincinde olarak, payıma düşen görevi yapmaya hazırım.

Yorum yap

İnternet üzerinden dijital yayın hayatına ilk olarak 2013 yılında başlamış olan Varoluş Dergisi, kısa bir aradan sonra şimdi yeniden okurları ile birlikte. Değerli yazarlarımız, Spiritüalizm, Reiki, Yoga, Astroloji ve Yaşam alanlarında, siz değerli okurlarımız için yazıyor…

Arşivler