Varoluş Dergisi

UÇURUMDAN AŞAĞI DÜŞMEK

Yavaş adımlarla uçurumun kenarına yaklaştım. Hızlı hızlı çarpan kalbimin sesi, rüzgârın derin ıslığı ve kuşların neşeli şarkıları dışında havada derin bir sessizlik vardı.

Sert kayalar ayağımı acıtırken, rüzgârın tenimi okşayışı beni teskin ediyordu. Güneş bambaşka parlıyordu o gün, gökyüzü bir başkaydı… Her şey her an durmuş salt beni izliyordu sanki. Uçurumdan aşağı baktım. Dipsiz sonsuz bir boşluk, belki denize açılan, belki sert kayalara… Ve karşımda dupduru mavi bir gökyüzü, sanki uzansam dokunacakmışım gibi parlayan devasa bir Güneş ve o yükseklere ait olan ferah koku, dağın, çiçeğin, rüzgârın kokusu. Yüreğim uçurumun sonsuzluğuyla daha da bir çarpmaya başladı; apaçık çok korkuyordum. Rehberim yavaşça, her bir patisini emin adımlarla basarak, sakince yanıma yaklaştı, o derin, sert ama şefkat dolu gözleriyle yüreğime baktı ve tüm varoluşu dolduran güçteki derin sesiyle fısıldadı “Sadece atla”. Histerik bir gülüş patlattım, uçurumdan aşağı atlamak… Bu bir intihar mıydı yoksa deli cesareti mi ya da sonsuz güvenin sınavı mı? “Atlayamam çok yüksek” dedim. Ama ağzımdan fısıltı olarak çıkabildi sadece o cümleler çünkü korkudan sesim kısılmıştı ve her zerreme kadar atlamam gerektiğini biliyordum. Bu yolun sonuydu ve başka bir yol yoktu. Bundan sonrası sadece serbest düşüştü…

 

Rüzgâr daha da sert esmeye başladı, yüreklendirmeye çalışır gibi. Kuşlar sessizleşti, bulutlar sakince hareketlerine devam etti her şey normal ve olağanmış gibi. Derin bir nefes aldım, çok korkuyordum düşmekten. Ne gerek vardı ki aslında? Başka bir yol bulunurdu? Eski yol gayet iyiydi, eski düzen, eski ben… Geri adım atmaya niyetlendim. Bütün planları bozmaya gerek var mıydı, bunca risk almak önemli miydi? Rehberim yavaşça “Sadece atla” dedi yeniden. Bu iki kelime tüm sorularımın cevabıydı; Evet bu hayatiydi. Ölüme atlamak paradoksal bir şekilde hayatiydi.

 

Sonunda düşmeyi göze aldım, sanki başka seçeneğim varmış gibi, ben atlamasam elbet biri beni itecekti, benden daha yaşlı, çok daha bilge biri…

Gözlerimi kapadım.

 

Son kez derin bir nefes çektim ve yavaşça bir kaya gibi ağırlaşmış bedenimi, naif, hafif rüzgarların kollarına bıraktım, uçurumdan aşağıya atladım.

Düşmeye başladım… Artık kontrol elimden gitmişti, hiçbir şeyi kontrol edemezdim. Artık seçim yapamazdım, hayatın getirdiği her neyse kaderim olacaktı, artık geri dönüşü yoktu, o atlamadan sonra hiçbir şey bu keskin düşüşü geri almaya muktedir değildi, evrenin temel yasasıydı bu. Bir fizik kanunuydu. Rüzgar sertleşmiş, tenimi acıtmaya başlamıştı. O pek hoş doğa kokuları yok olmuştu. Aşağıda, çok aşağıda bir nokta gibi gözüken düşeceğim o nokta hiç iç acıcı gözükmüyordu. Kalbim yerinden çıkacak gibiydi, artık yapabileceğim bir şey yoktu. Anlamı yoktu artık, isyan anlamsızdı. Zaten ne önemi vardı ki, bu kaçınılmaz olandı. Ölümün kollarını teslim ettim bu kırılgan bedeni. Direnmeyi bıraktım, razıydım beni bekleyen sona, el mahkûm…

 

“Kollarını aç” diye fısıldadı rehberim, “Sadece kollarını aç ve uç.”

Serbest düşüşün kollarında sadece kollarımı açtım ve o anda açtığımın kollar değil bir çift kanat olduğunu dehşetle fark ettim, uçmaya başladım. O yüzümü yalayan sert rüzgârlar yoldaşım olmuş, bana yol gösteriyorlardı. Uçuyordum, rüzgârla, havayla, denizle, kuşlarla uçuyordum. Yüreğimle uçuyordum; korkulardan sıyrılmış, riskin, yıkımın kollarına kendini bırakmış bir şekilde. Her şeyi yukarıdan görmek, gökyüzünün bir yaratığı olmak, sınırsızca uçmak, tüm korkumu sonsuz bir neşeye dönüştürdü. İşte bu özgürlüğümün başladığı an olmuştu…

 

Beni çağıran yol, düzlük bir patikadan geçmiyordu bunu anlamıştım. Önümde olan yol tehlikeli, riskli ama bir o kadar neşe ve mucizeler dolu bir yoldu ve bu ruhumun yolu için risk almaya değerdi.

 

Çünkü bu özgür olmak demekti!

 

******

 

Bu anım, hayatımın en kritik kararlarından birini alırken yaptığım şamanik yolculukta gördüğüm bir imgedir. İşte ilk o zaman uçurumdan aşağı atlama imgesiyle yüzleştim…

 

Uçurum, bir yolun, bir sınırın sonu, konfor alanının dışına çıktığınız o korkutucu andır. Artık büyük bir tehlike, büyük bir düşüş ve sonsuz riskler vardır. Hayatta hep kaçtığımız ama sonunda seçmek zorunda kaldığımız durumları anlatır. Uçurumdan aşağısı bir bilinmezliktir ve kadere, bilinmeyene, bilinmeyen bir geleceğe adım atılmak üzere olduğu anlamına gelir. Hayatta karşılaşılan sarsıcı bir zorluktur ve artık kontrol bilinmeyenin elindedir.

O düşüşler, kontrol edemediğimiz olaylardır. Her düşüş, derin bir keşiftir, o yüzden aynı zamanda tüm hayatımızı gözden geçirme ve hayati kararlar alma zamanının geldiğini anlatır; bir işi bırakma, bir ayrılık kararı, şehir değiştirme ya da köklü değişimleri kabul etme ve köklü değişimler yapma zorunluluğunu anlatır.

 

Elbette çok korkutucudur ama bu korkularla yüzleşmek, eğer düşüşü kabul edersek ciddi bir kırılma anı ve ciddi bir yüzleşme vesilesi olacaktır.

Artık alışık olduğumuz düzenin, kişiliğimizin sonu geldiğinde, daha derin keşiflere, maceraya atılmamız gerektiğinde uçurumdan aşağı düşme imgesi hayatımıza girecektir. Her koşulda bu imge, risk al ve hayata atıl, seni bekleyen yola, kadere gözü kapalı “atla” demektir. Artık karar aşamasıdır ve çok kritik bir andır.

 

 

Bu atlama anında, bilinç yerini bilinçdışına bırakmak zorunda kaldığından dolayı (uçma, denize düşme veya yere çarpma; her biri bilinçdışı imgeleridir ve sizi neyin beklediğinin işaretidir.) bilinç ile bilinçdışını bir araya getiren, birleştiren ve arasında uyum yaratan bir imgedir “uçurumdan aşağı düşme” imgesi. Bu bilinçdışında sıkışmış enerjinin, imgeler in serbest kalışıdır ve içsel bir rahatlama yaratacaktır. Yüzleşilmekten hep korkulan o şey, hep kaçtığımız o korku, artık hayatımızda zuhur etmiştir. Bilinç ile bilinçdışının bir araya gelmesi, bilinçdışının ifade bulması durumu ise hem Sigmund Freud hem de Carl Jung tarafından olması gereken bir durum olarak nitelendirilmektedir. O yüzden bu ciddi, sert bir yüzleşme ama bir o kadar da ruhun bütüncüllüğüne iyi gelen bir imgedir.

 

Böylesi kritik bir değişim ve yeni başlangıç imgesinde kendiniz atlıyorsanız bu, bilinçli seçimi, biri sizi ittiriyorsa böylesi bir durumun içinde kendinizi bulduğunuzu anlatır. Her ikisi de aynı sonuca varacaktır. Düştüğünüz yer sert bir zeminse, bu sizin yüzleşmekte çok zorlandığınız, dirençleriniz olan ve içsel bir çatışmayla üstesinden geleceğiniz bir yeni başlangıçtır. Dirençleriniz vardır ve bu dirençleri gözden geçirip, yaşadığınız bu keskin karar anı ve değişimi kabul etmeniz gerektiği anlamına gelir.

 

Düştüğünüz yer deniz ise deniz kolektif bilinçdışını, sezgileri, içsel benliği temsil ettiği için,bu düşüşten büyük bir hazine çıkaracağınız, bir algı, bir erdem keşfedeceğiniz, özünüzle, ruhunuzla, kalbinizle buluşacağınız ve yeni bir algılayış biçimine geçeceğiniz anlamına gelir. Daha şefkatli, daha anlayışlı, hayatın getirdiklerini daha kabul edici ve kolektif bilinçdışı ile daha sıkı iletişimde olmaktan ötürü, kontrol etmenin dışına çıkarak bütünün arkasındaki işleyişi görmeye başlayacağınızı anlatır.

Düştüğünüz yer yumuşak bir zemin ise hiçbir risk olmayacağını, yüzleşmenin kolayca atlatılacağını anlatır.

 

Uçmaya başlarsanız eğer benim yaşadığım gibi sizi bekleyen bir özgürlüğe adım attığınızı, gökyüzü ilahi bilinçlilik konumu olduğundan dolayı, çok daha yüksek bir bilinç konumuyla (yüksek ilham ve sezgi) artık hareket edeceğiniz anlamına gelir.

 

Uçurumdan aşağı düşme imgesi olarak nitelendiremesek de bazen karşımıza tam uçuruma doğru bir adım atarken görünmez bir köprünün belirdiği imgesiyle karşı karşıya gelebiliriz. Bu uçurumdan düşme değildir lakin cesaret ve adım atmakla ilgili içsel bir sınavı temsil eder. Bir düşüş, bir sert yüzleşme olmadan ilerlenecek bir keşiftir.

 

Her insan görsün veya görmesin böylesi bir uçurumdan aşağı düşme imgesiyle karşılaşır hayatta; bir işten ayrılırken, ayrılık anında, kritik bir karar aldığımızda, bir iflasta, kalp kıran bir an yaşandığında veya ciddi bir değişim hayatımızda vuku bulduğunda.

 

Çünkü bazen ise ciddi bir yıkım veya düşüş anıdır uçurum… Hepimiz yaşarız o düşüş anlarını.

 

“Hiç kimse büyük bir derinliğe sahip olmaksızın çok aşağılara düşemez.

 

Eğer birinin başına böyle bir durum gelirse, bu onun diğer taraftaki en iyi ve en yüksek tarafına bir meydan okuyuştur; yani bu derinlik potansiyel bir yüksekliğe eşdeğerdir, en koyu karanlık da gizli bir ışığa…” der Carl Gustav Jung

 

Yani ne kadar derin düşüş yaşıyorsanız, o kadar derin ve yüksek bir potansiyelle yüzleşmekte ve o kadar derin ve değerli bir keşif yapmaktasınızdır. Düştüğünüz uçurum, düştüğünüz kuyu, ne kadar derinse, o denli büyük bir hazine ve değişim sizi bekliyordur.

 

Her koşulda ister sert, ister naif, ister dirençli ister kabul edişte olsun bu düşüş, bize özgürlüğü, yeni keşifleri ve yepyeni ufukları beraberinde getirecektir. Artık aşina olduğumuz hayat bitmiş, keşfedilmeyi, sonsuz mucizeleri içeren macera dolu yeni bir hayat başlamış demektir. Umut ve anlayış ise böylesi bir süreçte en doğru rehberimiz olacaktır.

 

Efe Elmas

Efe ELMAS Mayıs 1989 İzmir, Bornova’da doğdu. 2007 yılında Bornova Anadolu Lisesinden, 2011 yılında Celal Bayar Üniversitesi Gıda mühendisliği bölümünden mezun oldu. İzmir Yüksek Teknolojisi Enstitüsünde yüksek lisans yapmakta ve gıda virolojisi üzerine çalışmaktadır.

2002 yılından beridir ezoterizm, spiritüalizm, Şamanizm, okültizm, simya, kristaller, şifa teknikleri, tasavvuf, uzakdoğu öğretileri, sembolizm ile arketipler ve antik dinler, felsefeleri ve mitolojileri, mitolojilerin içsel anlamları ile ilgili araştırma ve pratiklerine devam etmektedir.

2008 yılı ile 2014 yılları arasında alternatif haber ve spiritüalizm dergisi olan, aylık 300 bin okura ulaşan İndigo Dergisi isimli internet dergisinde kadrolu yazar olarak ezoterizm, dinler tarihi, spiritüalizm ve gizli öğretilerle ilgili araştırmalarını paylaşmış ve yazı kurulunda görev almıştır. İndigo Dergisinden sonra Kasım 2014’den beridir 3. Göz Dergisi, Derki ve Yuvaya Yolculuk isimli internet dergilerinde yazılarını yayınlamaya devam etmektedir. 2015 yılının Eylül ayında Şehime Gül Gözen ile Ankhamaya Farkındalık Atölyesini kurmuştur. Ankhamaya Farkındalık Atölyesi kapsamında, Sıla Akdeniz ile birlikte “Masal ve Arketip” atölyesi ve “Şifalı masallar” etkinliğ, Reiki eğitimleri, Şehime Gül Gözen ile “Şamanizm Üzerine Sohbetler” etkinliği, çeşitli seminer ve meditasyonlar gerçekleştirmiştir. 2016 yılının Eylül ayında kendi kurduğu “Kadim Lisan” ile mevcut etkinliklerine devam etmektedir.

2003 yılında tanıştığı ilk Tanrıça arketipinden bu yana, 11 yıllık yolculuğunu "Tanrıça'nın Uyanışı" adlı eğitim serisi olarak paylaşmaktadır.

Ruhsal konularla ilgilenmeye başladığı zamandan beri kadim öğretilere meraklı olan ve araştırmalar yapan Efe Elmas, 2013 yılının Ağustos ayında “Kutsal Maya İnancı”, “Şamanın Kozmik Dünyası” ve “Nagual Sembolizmi” isimli kitapların yazarı olan Maya Şamanı Ayşe Nilgün Arıt’la tanışması sonucu başladığı şamanik pratik ve araştırmalara halen devam etmektedir.

2003 yılında Habibe Elmas’tan Usui Reiki Birinci seviyeye uyumlanmış ve 2007 yılında Usui Reiki Master / Teacher seviyesine ulaşmıştır. 2010 yılının Mayıs ayında görür görmez hocası olacağını hissettiği, Usui Reiki 17. Son ışık Aşama ve Grandmaster/teacher İsmail Bülbül’den Usui Reiki Master /Teacher seviyesini yeniden almıştır. Ve böylelikle Reiki serüvenine daha da derinleşerek devam etmiştir. 2013 yılında Usui Reiki Grandmaster 5/6 seviyesini İsmail Bülbül’den almıştır. Reiki eğitimleri ve seminerlerini sürdürmektedir.

Yorum yap

İnternet üzerinden dijital yayın hayatına ilk olarak 2013 yılında başlamış olan Varoluş Dergisi, kısa bir aradan sonra şimdi yeniden okurları ile birlikte. Değerli yazarlarımız, Spiritüalizm, Reiki, Yoga, Astroloji ve Yaşam alanlarında, siz değerli okurlarımız için yazıyor…

Arşivler