Varoluş Dergisi

REİKİ GRAND MASTER TEACHER EFE ELMAS İLE RÖPORTAJ

Merhaba Efe Bey, biz sizi tanıyoruz ancak Varoluş Dergisi okurları için de kısaca kendinizi anlatmanızı istesek, kendinizi en iyi tanımlayan 3 cümle ne olurdu?

İnsanın kendini anlatması çok zor gelmiştir bana hep. Felsefi açıdan demiyorum sadece, değer yargılar açısından da diyorum. Yermek olmaz, kendini övmek toplumsal açıdan hiç olmaz… :)) Ama kısaca meraklı biriyim. Toplumumuzda malum deyimlerden de bildiğiniz üzere merak pek hoş karşılanmaz. Lakin keşfetmek, aramak, soruşturmak, sorgulamak hep keyifli gelmiştir bana. Benim için ikinci güzel şey ise izini sürdüklerimi, kendi süzgecimden geçirip paylaşmak ve başkalarının paylaştıklarından feyz almak. Bunlar basitçe içgüdülerimi tanımlayabilir galiba.

Mühendislik eğitimi almış olmanıza rağmen, mühendisliğin dışında çok farklı bir işle uğraşıyorsunuz. Sizi buna yönlendiren ne oldu?

Elbette ki yüreğim oldu. Mühendislik eğitimini çok keyifle aldım lakin yüreğimde arzuladığım bir meslek tanımı tanımlanmış değildi ülkemizde. Yani ÖSS’ye girdim ve ne tutarsa oldu… Tabi ki tıp, mühendislik sayısalda olan biri için yazılması “zorunlu” bölümler olduğundan mühendisliği kazandım. Ben de akademik kariyer yapmayı diledim çünkü zaten sektörde çalışmayı düşünmüyordum. Bilim çok önemli benim için. Yüksek lisans sürecine girdim. Lakin yüksek lisans belli bir noktadan sonra beni tatmin etmedi. İlk seneler güzeldi. Hayatta bir şey görevini tamamladığında onu bırakmayı bilmek gerekiyor. Biz buna aşina değiliz. İlla bir sonuca bağlama zorunluluğu hissediyoruz. Halbuki hayat “sonuçlardan” oluşmuyor, hayat bir yol… O yüzden hiçbir ruhani öğretide sonuç yoktur, Tasavvufta tarikat “yol” demektir, Taozmin derin öğretisinde “Tao” “yol” anlamına gelir. Tüm öğretiler için sonuç yoktur, yürünülen yol vardır. Bunu bu ara çok söylüyorum çünkü bu noktada çok takıldığımızın farkındayım. Artık yürümeyen bir arkadaşlığı, tükenmiş sevgiyle zorla ittirilen bir evliliği, hiç iyi gelmeyen bir işi veya bizi boğmuş bir şehri bırakmakta çok zorlanıyoruz. İlla sonlanmalı sanki bir sonuç varmış gibi… Çünkü yaşamaktan, hayatın getireceklerinden korkuyoruz. Ben de bu korkulara sahiptim.

Yüksek lisansın ilk seneleri beni doyuma ulaştırmış ve bırakıp kendi yolumda yürüme zamanım gelmişti ama sonuca bağlama hırsı sebebiyle diplomayı da alayım, bunu da yarım bırakmayayım, iyi öğrenci olayım diye uzattım. Uzatmak beni ciddi anlamda iç çöküşe götürdü ve yaşam neşemi düşürdü. En nihayetinde hayatımda kritik bir karar aldım ve yüksek lisansı bıraktım. İlk başta çok korkutucuydu çünkü ne yapacağımı bilmiyordum. Ama mutsuzsam bir anlamı yoktu, o an evrenin sonsuz olasılıklarına dair bir inanç yüreğimde belirdi. Bu noktada şamanik yolculuklarda aldığım bilgelikler ve Ayşe Nilgün Arıt hocamın rehberliği çok kritik oldu benim için.

Yüksek lisansı bırakmak bir “başarısızlık” öyküsü gibiydi ama benim için en başarılı eylem ve hayatımda verdiğim en güzel karardı. Tam anlamıyla özgürleştim…. Bıraktığım anda başka bir yol açıldı. Kendimi Mısır’da, Bali’de buldum. İsmail Bülbül hocam ile konuşmalarımız, onun da yüreklendirmeleriyle Reiki Okulu İzmir’i açarken, Kadim Lisan’a bir yuva bulurken kendi hayatımı kururken buldum. Eğitimler ortaya çıkmaya başladı ve hayatıma neşe ve sevinç geri geldi. Hayat risk alanları seviyor.

Hayatın bir sonuç değil, yürünülen hatta dans edilen bir yol olduğunu anladım. Haliyle mesleğin dışında -yine de katacak şeyler buluyorum- bir yolda, kendime ait, açtığım bir yolda kendimi buldum. Aldığım eğitimden çok memnunum çünkü bilimsel bir bakış açısı sağladı. O açıdan çok dengeleyici oldu. 4 yıl mühendislik eğitimi 2 yıl yüksek lisans eğitimi aldım. Lakin 2003 yılından beridir yani 17 yıldır beni ben yapan bir ilgim var. Birinde birileri bana bilgiyi hazır sundu, diğerinde okuyarak, araştırarak, içimde yaşayarak keşfettiklerim var. Haliyle zaten mühendislik eğitimi benim mesleğim olamazdı, bunu şimdi daha net görüyorum.

Şu anda Dokuz Eylül Üniversitesi’nde Sosyal Bilimler’e dahil olan Kadın Çalışmaları yüksek lisans bölümündeyim ve içinde bulunduğum bölüm çok keyifli ilerliyor. Mitoloji ile ilgili yüksek lisans tez çalışma sürecine giriyorum.

Rutin bir gününüzü bizimle paylaşacak olsanız bize neler anlatırdınız?

Açıkçası günlerim hiç rutin değil. Uyandığım saatten, yattığım saate gün içindeki eylemlerime kadar çok değişken bir takvimim var.  Ama özetle gündelik olarak Reiki eğitimlerim oluyor, kitap okuyorum. Alsancak’ta dostlarımla kahve içmeyi çok seviyorum. Günlük yaptığım çalışmalar ve ritüeller var. O manevi çalışmaları aksatmıyorum.

Hayatınızdaki olmazsa olmazlarınız nelerdir?

Sevdiklerim (Hocalarım, dostlarım, ailem, akrabalarım)… Bir de kitaplar.

Bir daha dünyaya gelsem gene …..  Cümleyi tanımlasanız devamı ne olurdu?

Senaryoyu kim yazmışsa çok güzel yazmış. Yapboz gibi tüm yaşadıklarım, evrenin sundukları acı tatlı her şey büyük bir resim çiziyor.

Bir daha dünyaya gelsem gene aynı yollardan geçer aynı şeyleri seçer ve aynı hataları yapardım. Hepsi kendimi keşfetmemi sağlayan süreçler.

En büyük tutkunuz?

Tutku kelimesi bana “aşk” dışında pek bir anlam ifade etmiyor. Sadece insani değil her anlamda aşk ile eylemde bulunmak. Bir ateş gibi düşünüyorum, ısıtan, güdüleyen ve neşe getiren. Tutku ile yani aşk ile kendi yolumda yürüyorum.

“En büyük”  ise çok muallak geliyor, bu sorunun zihnimde bir izdüşümünü bulamıyorum. Bütün tutkularım hayatımın bütünleyicileri.

Yaşadığınızı en çok hissettiğiniz yer ve sebebi nedir?

Doğa. Çünkü hayatın otantik ve orijinal hali doğa. Şehirde ölü gibi yaşıyoruz. Kendimi olduğum gibi, yalın ve bütün hissediyorum doğada. Taşların biçimsizliği, ağaçların bir oradan bir buradan kıvrılışları, bir peyzajın olmayışı, nizamlı değil kendiliğinden oluşu, o samimiyet çok iyi geliyor bana. İnsanın bir şeyleri nizamlı ve steril hale getirmek için girdiği binlerce yıllık çabanın yorgunluğundan sıyrılıyorsunuz. Yaşamın öyle olmadığını hemencecik yeniden hatırlıyorsunuz. Nehirlerin rastgeleliği, yosunların asiliği, kafalarına göre bir oraya bir buraya gidişleri…  Ayrıca çeşitlilik… Çeşitliliğin kabulü. İlla benimki doğru demiyor doğa, binbir çeşit çiçek, ağaç taş hepsi uyum içinde. Bana derin huzur veriyor. Yaşamın tüm hakikatleri doğada mevcut. Betonlarla izole olsak da yaşadığımız yer yine bu yuva… Bu yüzden katletmeyi tercih ediyor insan. Kendi akıl hastalığımızı doğaya bulaştırmak istiyoruz haliyle. Tüm pisliğimizi boşaltıyoruz; plastikleri, kimyasalları, artıkları. Bazı çalışmalarda negatif enerjiyi bile toprağa atıyoruz.

Bu vesileyle ricam doğaya, anneye çok özenli olmamız yönünde. Plastik kullanmayın ya da lütfen minimuma indirin. Bir yerde toplayıp belediyenin dönüşüm yerlerine bırakın. Eski öğretilerin çok temel bir kuralı vardır “ihtiyacından fazlasını tüketme” diye. İhtiyacımız kadar alalım, bir ağacın dalını koparmayalım, güzel diye bir çiçeği topraktan çekip, öldürüp kavanozlara hapsetmeyelim. Uygarlık iki yüzlü bir varoluş. “Yere çöp atma, ayıp” diyen uygarlık o çöpleri alıp, şehir dışında bir yere “yığıyor”. Birileri bizim adımıza “yere atıyor”. Kötü gelmiyor bize çünkü biz görmüyoruz… Lakin annenin, doğanın üzerine “atıyor”. Bu uygarlığın iki yüzlülüğü… “Plastik kullanma, ayıp!” demiyor… “Organik çöp dışında çöp çıkarmayın.” demiyor. Bunun farkında olalım. Eğer yere atmanın ayıp olduğu yerine plastik ve gereksiz, dönüşümü zor çöp çıkarmanın ayıp olduğu öğretilmeli.  Karbon ayak izini düşür demiyor.

Bu çok önemli bir kavram. Karbon ayak izi, karbondioksit üzerinden ölçülen, ürettiğiniz sera gazı miktarı. Yani doğada ne kadar yıkım yarattığınızın izi. Elektriği açık bırakmaktan, arabayı gereksiz yere kullanmaya kadar bir çok alanda kendimizi bireysel olarak sorgulamamız gerekiyor.

Dünya hem küresel ısınma hem iklim değişikliği hem de ekolojik anlamda ciddi bir yıkımda. Bu yıkıma destek olmamak bence en önemli duruş biçimi. Ama bunun için önce her şeyin canlı olduğunu ve her birinin hepimiz gibi yaşamaya hakkı olduğunu bilmek önemli. Aydınlanma, kendini keşifler, önce çevrede olanın “farkındalığı” ile başlıyor.

Sizi uykularınızdan uyandıran şey nedir hayatta?

İlham ve sezgisel anlar.

 Reiki ile henüz tanışmamış okuyucularımıza , bir Reiki Öğretmeni olarak neler iletmek istersiniz?

Tanışmalarını tavsiye ederdim. Reiki bir yol değil bir araçtır. Muazzam bir araçtır. Öncelikle bir kapı açar…. Kendini keşfetmenin, ruhunda derine inmenin kapısını. Kendimi keşfetme sürecimin ilk başında Reiki ile başladım ve hala Reiki hayatımın bir parçası çünkü iyi hissettiriyor. Hayatı bir doğa yolculuğu gibi görüyorum bazen. Sırt çantalarımızla bir patikadan ilerliyoruz. Bazen düzlüklere, ormanlara, göllere çıkıyoruz.  Bazen dik yamaçlara, kayalıklarla, sert rüzgarlara denk geliyoruz. Bu sert kayalarda bazen düşüyoruz, bazen sert rüzgarlar canımızı acıtıyor, yağmurlar üşütüyor. Açık güneşler, mavi güzel bulutlar, iç yumuşatan nehirler de var elbette bu yolculukta. Ama bu düştüğümüz, kaybolduğumuzu düşündüğümüz, üşüdüğümüz anlarda asıl vazgeçmemek, yaşamın neşesinden vazgeçmemek elzem. Yine de her şeye rağmen iç dünyada huzuru yakalamak önemli.

İşte bu anlar insanın kendini en derin keşfettiği anlar. Canımız acırken, üşürken yine de ayağa kaldıran, şefkatle o yaraları sarmamızı ve ilerlememizi ya da bir durup dinlenmemizi sağlayan şifalı şey Reiki. Elbette Reiki yapmak Polyanna vari bir hayat demek değil. Yani hiç kimse size sert rüzgarların olmayacağını, kara bulutları yaşamayacağınızı garanti edemez… Doğa böyle değil, hayatta da öyle değil. Ki bunlar kötü de değil. Ama canın acıdığı bir anda gözyaşı dökerken -ki bu normal ve olması gerekendir-, hayatın her şeye rağmen çok güzel olduğu umudunu, yalnız olmadığımız hissini, bunun da geçeceğini bilmenin iç huzurunu Reiki çok defa sağlamıştır bana. Bunun temel sebeplerinden biri de durup ellerimiz vasıtasıyla kendimize şifalı dokunuşta bulunmamız. Dokunmanın (fiziksel ya da manevi) güçlü bir şifası var.

Bir de önemli nokta şu başkasına bağımlı olmamak. Reiki’de bunu değerli buluyorum. Yani başkasının illa size şifa vermesi gerekmiyor, birilerinin sizin enerjinizi düzeltmesi, birilerinin sizde değişim yaratması gerekmiyor. Yani birilerine bağımlı değilsiniz. Reiki’ye uyumlanıyorsanız ve ilahi enerjiyi kendi başınıza kanal olmaya muktedir oluyorsunuz. Kendi kendinize şifa veriyor veya enerjinizi dengeliyorsunuz. Sen, ben üstünlüğü yok. Hiyerarşi yok. Güç savaşı yok… Sanki ormandaki bir nehir gibi Reiki. Sonsuz bir akışta ve her susayan, onun yerini bir kere bilen birinden öğrendikten sonra ondan nasibini alabiliyor.

Bunun yanı sıra elbette fiziksel ve duygusal konularda da çok güçlü şifa getiriyor hayata… Enerjiyi hissedişi arttırıyor ve onla tanışmanızı sağlıyor.

Okurlarımız size nasıl ulaşabilirler?

İnstagram hesaplarım üzerinden iletişim kurabilirler.

https://www.instagram.com/efeelmas

https://www.instagram.com/reikiokuluizmir

efeelmas@gmail.com

Sorularımızı içtenlikle cevapladığınız için çok teşekkür ederiz Efe bey.

Röportajı Yapan: Beyza Tunca

Yorum yap

İnternet üzerinden dijital yayın hayatına ilk olarak 2013 yılında başlamış olan Varoluş Dergisi, kısa bir aradan sonra şimdi yeniden okurları ile birlikte. Değerli yazarlarımız, Spiritüalizm, Reiki, Yoga, Astroloji ve Yaşam alanlarında, siz değerli okurlarımız için yazıyor…

Arşivler