Varoluş Dergisi

AŞK, KADIN VE ELALEM

Çevremize baktığımızda çoktan bitmesi hatta hiç başlamamış olması gereken evlilikler görüyoruz. Aile seçimleri ile ya da mantıki kararlar ile bir araya gelmiş çiftler azımsanmayacak kadar mevcut toplumda.

Türk sinemasının unutulmaz yapıtlarından biri olan “Selvi Boylum Al Yazmalım” filminde Asya, deli gibi sevdiği adam ile kendine ve çocuğuna emek veren Cemşid arasında bir seçim yapmak zorunda kalmış ve Cemşid’i seçmişti. Hepimizin hafızasında yer eden o çarpıcı sahnede “Sevgi neydi? Sevgi dostluktu, Sevgi emekti.” diyerek hayallerinin üzerine basa basa, yüreğindeki ölümsüz aşkı eze eze gitmişti Asya.

“Yoksan boştur Asya, yoksan yoktur Asya” dediği adama sırtını dönüp yokluğa, boşluğa doğru yürümüştü gözünde yaşlarla. Peki doğru bir karar mıydı bu gidiş? Mutlu olabilecek miydi sevdiği adamdan uzakta? Siz olsanız ne yapardınız? O filmi izlerken herkes kendince bir yorum mutlaka yapmıştır. Kimi Asya’ya hak verirken, kimi aşktan vazgeçmesini hayatının hatası olarak görmüştür.

Aslında hepimizin hayatında Asya’nın yaşadığına benzer seçim anları olmuştur. En çok da kendi verdiğimiz emeği, egolarımızın da etkisiyle silip atamayız. Bu ilişkiye X yılımı verdim, emek verdim, çok uğraştım, çabaladım, bugünlere kolay gelmedik diye sonlandıramayan kaç kişi vardır aramızda. İlyas-Asya aşkının doğma ihtimalini baştan kürtaj etmek değil midir bu?

Peki ya Asya gibi iki ilişki arasında sıkışıp kalmak, seçim yapmak durumunda olmak hiç başınıza gelmedi mi? Önünüze çıkan iki aday arasında, artılar eksiler değerlendirmesi yaparken; yaş, iş, kariyer, para, güç, dış görünüm, altındaki araç, eğitim, yabancı dil seviyesi, aile yapısı, vesaire gibi birçok kriterleri değerlendirirken, aşkı nereye koydunuz? Değerlendirme tablosunda yeri var mıydı ya da kaçıncı sıradaydı Aşk?

Günümüz ilişkilerine genel olarak baktığımızda, artık çoğunda matematiksel hesaplar yapıldığına, bir denklik arandığına, kriterlerin ön plana çıktığına, kurumsallaşmış çıkarların söz konusu olduğuna şahit oluyoruz.

Gerçekten bize öğretildiği gibi, davul bile dengi dengine mi çalmalıydı? İki çıplak bir hamama mı yakışırdı?

Toplumsal kurallar dediğimiz baskılar, hepimizin hayatında büyük yer kaplayan elalem, ne kadar etken hayatımızın seçimlerini özgürce yapmamızda?

Geçtiğimiz günlerde 40 yıl öncesine ait, içimi acıtan bir aşk hikayesi dinledim, sizinle de paylaşmak isterim;

Eşinden ayrılmış, iki çocuklu bir kadın daha önce hiç evlilik yapmamış genç bir adama aşık oluyor.  Adam da kadına. Öyle çok seviyorlar ki birbirlerini, tüm dünya karşılarında dursa da engel olamıyor bu sevdaya ve kaçıyorlar iki genç. İki ailede onaylamıyor bu evliliği. Kimse görüşmüyor, herkes bir kalemde siliyor, yaşarken öldü sayıyorlar. Tek suçları matematiksel olarak denk olmayan bir sevdaya düşmüş olmaları. Çünkü kadın 2-0 önde hayatta!

Her şeye rağmen genç çift bir tarafları buruk olsa da beraber ve mutlu olmanın başka yolu olmadığının farkındalar ve kurdukları iki kişilik dünyada mutluluğu zirvede yaşıyorlar.

Eski eşi de çocuklarını elinden alarak cezalandırıyor kadını.  Çünkü kadının tek bir evlilik hakkı var! Bu tek hakkında mutlu olamamışsa hayatının geri kalanını çocuklarına adamak zorunda. Oysa adam yalnız kalamayan bir canlı! Hayatına yeniden birini almak zorunda. Çocukların bakımını babaanneye verip kendine yeni bir düzen kuruyor. Belki olan çocuklara oluyor denildiği nokta tam da burası ama sonucun böyle olması şart mıydı?

Kadınında iki çocuğu oluyor sevdiği adamdan. Onlarla teselliyi bulup, onlara sarılıp, sarıyor yaralarını.  Her türlü zorluğa dayanacak gücü buluyor aşkla bakan adamın gözlerinde.

Ama mutlulukları talihsiz bir trafik kazası ile son buluyor. Kadın ne aşkla bakan gözlere ne çocuklarına doyamadan ölüyor. Acaba aşkının peşinden gitmeyip hayatını iki çocuğuna adamış olsaydı daha mı farklı olurdu?

Bence kadın verdiği karardan ve yaşadığı hiçbir andan pişman olmadan kapatmıştır gözlerini hayata. Çünkü 40 yıl geçmesine rağmen hala resmine aşkla bakan, bakarken gözleri dolan bir adam bırakmıştır arkasında.

Peki yıllarca görüşmediği ailesi pişman olmuş mudur acaba? Yüreğinin sesini dinleyip ömrünün son 3-5 yılını, sevdiği adamla, aşkla, mutlulukla geçirdiği için cezalandırdıkları, toplum yargılarına göre hareket edip, yaşarken infaz ettikleri evlatları artık yoktur. Sanırım bunun vicdan muhasebesini geride kalanlar yapmıştır.

Çevremize baktığımızda çoktan bitmesi hatta hiç başlamamış olması gereken evlilikler görüyoruz. Aile seçimleri ile ya da mantıki kararlar ile bir araya gelmiş çiftler azımsanmayacak kadar mevcut toplumda.

Son 10 yıldır eşinin salonda yattığını, çocuklar için, aile tepkisinden korkup, toplum ne der kaygısıyla, ayrılmaya cesaret edemeyen bir danışanımın, hayatının en güzel yıllarını heba etmiş olması içimi acıtmıştı.

İki insanı bir arada tutması gereken gönül bağı, bu çift arasında belki de hiç kurulmamış ama toplum onları sıkı zincirlerle, prangalarla bu evliliğe bağlamıştı.  Ortak hiçbir noktası, hobisi, paylaşımı olmayan; oturup bir kahve eşliğinde sohbet edemeyen, hatta geçen yıllara rağmen birbirini hiç tanımayan bir çift ne kadar sağlıklı bir toplumun parçası olabilir ve ne kadar bu topluma sağlıklı bireyler yetiştirebilir?

Yataklarını değil hayatlarını ayırsalardı, bu güzel insanlarında Asya – İlyas aşkını yaşama şansları olmaz mıydı?

Ya da Charles Bukowski’nin dediği gibi “Yalnız olmak, yanlış yerde ve yanlış bir kalpte olmaktan iyi” değil miydi?

“Ne kadar yaşadığımız değil nasıl yaşadığımız önemlidir.demiş.” Balley’de. Aslında ne kadar yaşayacağımızı bile bilmezken, nasıl yaşayacağımıza başkalarının karar vermesine, hayatımızın direksiyonunda “elalem” denilen gizli bir elin olmasına izin veriyoruz.

Bu yazımda, sadece hayatımıza alacağımız insanlar için değerlendirdim bu konuyu ama hayatımızın genelinde bu gücün üzerinizdeki etkisini kendiniz sorgulayın bugün.

Kim bu Elalem?

Aşkla kalın, aşkın peşini bırakmayın..

Şerife Eren Ünal

2 Aralık 1976 yılında Karaman'da doğdum. Anadolu Üniversitesi, İşletme fakültesinde ön lisans yaptım.18 yıldır İsviçre’nin Zürih şehrinde yaşıyorum. İki kızım var. Özel bir bankada Backoffice calışanıyım. Aynı zamanda Güzellik uzmanlığı eğitimi alıyorum. Değerli hocam İsmail Bülbül hocamdan aldığım Reiki 3B Master aşaması ile farkındalıklarımı keşfediyorum...

Yorum yap

İnternet üzerinden dijital yayın hayatına ilk olarak 2013 yılında başlamış olan Varoluş Dergisi, kısa bir aradan sonra şimdi yeniden okurları ile birlikte. Değerli yazarlarımız, Spiritüalizm, Reiki, Yoga, Astroloji ve Yaşam alanlarında, siz değerli okurlarımız için yazıyor…

Arşivler